YÜRÜYÜN SİZİ KİM TUTAR?

Yazan: Turgut Koçak 25 Haziran 2013

Bir ekşi yüz ki, sormayın gitsin. Dümdüz yüzünün orasına burasına düşmanlık gölgeleri düşmüş. Dört bir yanında ayağına çelme atmaya hazır düşmanlar görüyor olmalı ki, gerilmiş bir yaya benziyor. Eli mikrofon tutmuyor da sanki kılıç tutuyor. Bulunduğu konuşma platformuna sanki kellesi vurulmuş başlar dökülecek gibi. Öyle uzak ki, sevgiden paslı bir çivinin urları var gibi beyninde. Ne güzel dalga geçmişler gençler. “Sizi kim sevmedi Baş(ba)kan diye soruyorlar. Erzurumlulara “dadaşlar” derken, de konuşmasının devamında da yorgunluğun derin girdaplarında umarsız çırpınıp duruyor. Herkese bir diyeceği olduğu için kimsenin yanına bırakmadan havayı yumruklarcasına had bildirme savaşı veriyor sanki. Polisim diyor, sanırsınız ki onları sahiplenmiş. Polislerin yaşadığı olumsuzluklar içini dağlamış da; insani bir duyarlılık gösterisine soyunmuş ama olmuyor. Onların emir kulu olduklarını halka saldırmaları için “ben emir verdim” diyerek salt biz düşmanlarına değil, polislere de bir güzel anlatıyor. İnsanız tamam da bu yarımlık niye? Yaşanan şiddet olaylarından tutun da bir iktidar partisinin tepesinde oturan bir kişi olarak ülkemizi bu hallere getirmenin, insanları küçük görüp bir sinek gibi yok etme hallerinin açıklanması salt psikolojik midir ki, son zamanlarda birçok kimse bu açıklamaları en başa koyarak ve kendileri de rahatlayarak açıklamalarda bulunuyorlar? Hiç mi bu yaşadıklarımızda sermaye iktidarı ve onların kılıcını sallıyor olmanın payı yok? Ya da ne bileyim biz boşuna mı öğrendik sınıfı da sınıf kinini de.

Son 11 yıldır çokları nasıl inanırlarsa inansınlar halktan biri olan bu kesimler nasıl oldu da halktan birer birer koparak sırça köşklerine çekilip villalarının giriş kapılarının önüne de güvenlik yerleştirip geceli gündüzlü kendilerini koruma altına almak gereği duydular dersiniz? Ya da son 11 yıldır bunların en çok konuştukları özelleştirme, satıp savma, ihale ve her türlü yöntemle dünya malı edinme yolları değil mi? Daha doğrusu Allah’ın yürü ya kulum dedikleri bunlar değil de köylü Ayşe kadın ya da ne bileyim işçi Hasan mı? Ağızlarından bir cami sözcüğü iki AVM çıkanların bunca gayretleri niye ki? Çal, çırp göğü delen gökdelenler, iş merkezleri, ormanları yağmala siteler oturt sonra da halkın karşısına geçip dalga geçer gibi yollarda beraber yürü, yağmurlarda birlikte ıslan. Ne aşkmış be, öyle bir aşk ki, ne yana bakılsa yeşil yeşil dolarla görülmekte…

Hem sonra bizim kuşak kendini bildi bileli dış mihraklar bir, vatan millet Sakarya iki, bu sözcükleri çok duymuşlardır çok. Dış mihrak dendi mi akla emperyalizm, Aşık Mahsuni’nin dediği gibi katil Amerika falan gelmezdi de doğrudan komünistler ve Moskoflar gelirdi. Şimdilerde adres değişti. Kime söylerseniz bu söz söylenebilir oldu. Yani anlayacağınız Türkiye işbirlikçi tekelci sermayesinin ve onlar adına iktidar eden AKP için herkes dış mihrak artık. Yalnız biri dışında; o da Amerika. Recep Tayyip Amerika’ya de der demesine ya sıkar biraz bu yüzden de şimdilik yeterince dış mihrak icat edilmiş gibi görünüyor başımıza.

Vatan millet Sakarya diyor olmamızı kimseler geçmişte verilen Kurtuluş mücadelesini küçüksediğimizi düşünmesin. Biz sadece soyguncuların, ülke düşmanlarının ağızlarında bu sözlerin kirlendiğini düşünüyoruz o kadar. Örneğin ne dedi dadaşlara Recep Tayyip Erdoğan? Allahüekber Dağlarından ve orada şehit düşenlerden söz etmedi mi; etti. Hem de Kürt sorunu yani “çözüm süreci” ile ilgili olarak demedi mi, “bizler şehitlerimizin kemiğini sızlatacak bir şey yapmayız” diye. Budur vatan millet Sakarya palavrası, budur yığınların duyarlılığını istismara yönelik atmalar tutmalar.

Sermaye adına iktidar koltuğunda oturanların yalanı da bitmez, zulmü de. Bu yüzdendir ki, Başbakan’ın gözünde kendisine karşı sürdürülen direnişin değil 11 yıl onlarca yıldır birikimi var. Ülke emekçilerinin kanını bir sülük gibi emmek var. Ülke insanının cahilliğini kullanıp cemaatlere kul köle olmalarını sağlamak var. Nihayet Nâzım Hikmet’in 25 Centlik Asker şiirinde dile getirdiği gibi Mister Dallaslar var. O Mister Dallaslar ki, ülkenin dört bir yanında halk sokakta ve biber gazı, basınçlı su ve polis şiddetiyle boğuşurken, Amerika Büyükelçisi Ricadone’nin eşiyle birlikte Van’a teftişe çıkması var. Ricardone’nin Vali tarafından karşılanıp bir güzel ağırlanıp atacağı adımları emir telakki etmesi var. Daha çok sayarız saymasına ya çok söz aptallara anlatılır. Zaten bizim halkımız anlayacağı kadar anlamıştır.

Evet, Bay Teyyip (Tayyip) Gezi Parkı ile başlayıp tüm yurda yayılan eylemlerin kısa öyküsü budur. Dış bağlantısı ise artık günümüzde gelişen iletişim araçları nedeniyle dünyanın çok küçük olmasıdır. Sen toplamışsın Erzurum Dadaşlarını ve ezber yaptırıyorsun; “Birlikte yürüdük biz bu yollarda/Beraber ıslandık yağan yağmurda” diyerek ama bir başka Dadaşı, yani Erzurumlu bir anamızın sana söylediklerini duymamışsın bile. Niye duyacaksın ki, ne demişler doğruyu söyleyeni dokuz köyden kovarlar. Ama bu tekerleme değişti artık.

Dış mihraklar diye diye halka zulmedenleri dış mihrakların yanına sürerler, bu da bizim tekerlememiz Bay Teyyip (Tayyip) siz de bizim bu sözlerimizi kulağınıza küpe yapın, küpe yapın ki, daha fazla baskı ve zulme yönelmeyin.

Senin sınıf kinin varsa bizim de var.

Hem de çok daha bilinçli ve kararlı…