Yazan: Turgut Koçak 2 Nisan 2020
Amacımız ne kimseye haddini bildirip sövüp saymaktır ne de kimseyi aşağılamak. Ama öyle zamanlar oluyor ki insanın kendisini tutması olası değil. Bildiğimiz İslami anlayışı paralı pullu inanç haline getirenlere baktıkça ve onların ipe sapa gelmez sözlerini işittikçe elbette sesimizi kısıp oturacak değiliz.
Bizim mahalleden bazılarının sık sık akıl verişlerine tanık oluruz ve onlardan halkı iyi tanımak adı altında çok da vaaz dinlediğimiz olmuştur. Neymiş efendim; biz solcular olarak halkın dini değerlerine yeterince ya da hiç değer vermediğimiz için onlar da bizlerden uzak duruyorlarmış. İşte ben bu sözleri ne zaman ve nerede dinlesem kendi kendimle başbaşa kaldığım zaman oturur tufanla, borayla geçen günlerimi düşünürüm de her ne hikmetse halkın dini değerlerine saygısızlık ettiğim bir tek yanlışıma rastlamam. Rastlamam çünkü böyle bir tutum sergilemenin gereksizliğini bu tür sözleri edenlerden de dini kendisine bayrak edip herkesin gözünü boyayan politikacısından, mütegallibesine ve bezirgân kafalı kimselerden de daha iyi bilirim. Yine bütün bunlara karşın onların mahallesinden sürüsüne bereket neredeyse tamamından gördüğümüz en aşağılayıcı tutum ve saygısızlığı da bir yana bırakıyorum, bizlerin nasıl bir kaşık suda boğulmak ve yok edilmek istendiğimizi de iyi bilirim.
Hani, ‘Ot otun üstüne ot da kökünün üstüne’ derler ya tıpkı bu sözde olduğu gibi ne kadar insanlıktan nasibini almamışlar varsa tarih boyunca iyiye ve insandan yana olanlara saldırmış olan egemenlerin sözcüleri konumundakilerle hep karşı karşıya gelinmiştir. Bu karşı karşıya gelişte hiçbir kavga eşit koşullarda olmamıştır olmasına da yine de kavgayı yitirenler bizleri gibiler değil, o anlı ve şanlılar olmuştur.
Kimseye tarihsel bir kesiti anlatarak ders vermek gayreti içinde değiliz ama şu dini kurum ve kuruluşlara baktığınız zaman kimi hiç yerine koyduklarını kime kulluk ettiklerini de bütün çıplaklığı ile görürsünüz. Osmanlı elbette tam anlamıyla Şeriat düzeniyle işletilen bir imparatorluk değildi ama öz olarak yine de dini devlet anlayışıyla yani şeriatla yönetilen bir devletti. 600 yıllık hükümranlığı sırasında dini devlet anlayışının ne büyük belalara neden olduğunu da tarihe nesnel bir bakış açısıyla bakarsak görürüz.
İşte bugünkü Diyanet İşleri Başkanlığı da Cumhuriyet’in Osmanlı İmparatorluğu’ndan aldığı bir miras olup kime ya da kimlere hizmette kusur etmediğini geriden günümüze kadar gelerek şöyle bir araştırırsak görürüz.
Dini devlet anlayışını savunanların yineleye yineleye herkesin kafasına kazıdığı kimi şeyler vardır ki bizlere hocanın dediğini yap gittiği yoldan gitme dedirtecek kadar da söylenenlerle yapılanların makasının açıldığını en güzel anlatan sözdür. Faiz mi dediniz, ooo maazallah dinimizce caiz değildir. Fakat kapitalist üretim ilişkilerinde çarkın faizsiz dönmediğini onlar da iyi bilirler ama çalıyı dolanmak niyeyse kendini din uleması yerine koyan onca tarikat, cemaat vb. kesimin işine geldiği için tıklarını bile çıkarmazlar. Nihayet 18 yıllık AKP iktidarında ise bu kesimler daha kükrek konuşmaya başladılar ve bazı hususlarda faizin caiz olduğu fetvasını vererek AKP ve saray iktidarının üstüne çekeceği yıldırımları çekip aldılar. Böylece Diyanet İşleri Başkanlığı kurumunun ne işe yaradığını da attığı her adımda toplum olarak daha açık görmeye başladık. Bu kurumun işe yaramazlığı yetmiyormuş gibi bir de egemenlerin kandırıkçı politik hafızlarına dönmüş olması yok mu inanın bunları dinledikçe çekip kendimizi vurasımız geliyor.
Üstelik her konuda da söyleyecek bir söz bulmak gibi bir kusurları var. Koronavirüs dünyayı kasıp kavuruyor ama bunlar Umre’ye hacı göndermekten çekinmiyorlar. Sonra bir de bakıyorsunuz ki o hacılar kapmışlar virüsü ülkenin her yanına yayılarak habire yeni yeni insanlara hastalık bulaştırıyorlar. Oradan oraya kaçıp duran ve saklanıp iz kaybettirmeye çalışanlar da cabası. Sonra Cuma namazları, sonra saray camisinde namaz ve bütün yurtta okunan koronavirüs duası…
Geldik bugüne. Neymiş efendim koronavirüs nedeniyle devletin bağış toplaması caizmiş de başkalarının toplaması (CHP’li belediyeleri kast ederek) değilmiş fetvası da gelince, ben de oturup düşüncemi şöyle özetledim:
Ne caizdir ne değildir oturup düşündük. Diyanet’in ve Başkanı Ali Erbaş’ın hiç bir sözünün caiz olmadığına karar verdik.
Dolayısıyla da Diyanet İşleri Başkanlığı ve Başkanı Ali Erbaş da bizim gözümüzde var olmaktan çıkmış, yok hükmü tarafına kaydedilmişlerdir.