Yazan: Turgut Koçak 30 Eylül 2022
Bizim ülkemizde sağ iktidarların tamamı iktidar olduklarında özelleştirmeyi savunmuş ve de özelleştirmeyi doludizgin gerçekleştirip soygunu çok daha yüksek boyutlara vardırmıştır. Sağcı parti ve pırtılar, yerli ve milli sözcüğün hiç mi hiç ağızlarından düşürmezler fakat ülke varlıklarını özelleştirme adı altında yabancılara peşkeş çekerken kılları bile kıpırdamaz. Ayrıca işbirlikçi sermaye kesimleri de bu soygundan düşünülemeyecek kadar büyük vurgunlar vurup otururlar.
Ülkenin satıla satıla hiçbir şeyi kalmadığı için şimdi de sıra doğal olarak taşının, toprağının satılmasına geldi. Dolayısıyla yabancılara ev, bark, villa satışı gırla gidiyor.
Neyse bizim asıl üstünde durmak istediğimiz şeylerden birisi stratejik öneme sahip bazı kurumların özelleştirilmesidir. Bu kurumlardan birisi tabi ki de enerji alanıdır. Bugün elektrik üreten ülkenin neyi var neyi yoksa özelleştirilmiş olduğu için özelleştirilirken vurulan vurgunun yanında özelleştirdikten sonra da sistemli bir şekilde yürütülen vurgun bütün yıkıcılığı ile devam ediyor. Kısa süre içinde elektriğe gelen zamlara baktığımız zaman dudak uçuklatan zamlar olduğunu görüyoruz. Öyle ki bu zamlar yüzünden yurttaş bir odada bir ampulü bile açık tutacak gücü olmadığı için karanlıkta oturuyor. Elektrikle çalışan aletlerin ise çoğunun fişleri çoktan çekildi bile. Kamusal bir hizmet olan elektrik ülkenin her kesiminden insanını vurdu. Dolayısıyla esnafından hayvancılık ve tarımla uğraşan çiftçiye kadar herkes adeta resmen soyuluyor. Bu yüzden lokantasından tutun da hizmet sunan diğer esnaflara kadar ister istemez bu zamları alıp sattıkları şeylere yansıtıyorlar ki burada yırtılan yine de işçinin, emekçinin özetle çalışıp üreten kitlelerin yakası oluyor. EPDK uygulaması ile işler öyle bir noktaya vardırıldı ki vergisiyle, algısıyla, haksız kazanç oranlarıyla diyebiliriz ki resmen yurttaşların emeklerine fazladan çökülüyor. Bu yüzden yurttaş kabarık faturalar ödemek zorunda kalarak bir avuç soyguncunun elinde fır döndürülüyor.
Geniş halk kitleleri yoksulluk kuyusunun için itilmiş durumda. Bütün bunlara karşın, ne pahasına olursa olsun seçimi kazanmak zorunda olduğunu düşünen AKP ve saray iktidarının halkı kıpırdayamaz hale getirme isteği arttıkça artıyor. Bir yandan da bu iktidar her bir şeyi ters yüz ederek yığınların dikkatlerini başka yöne çevirmek için her yola başvuruyor. Mezit’li de polis evine bir saldırı oldu gerçekten terörle mücadele eden bir iktidar olsa gereğini yapar da bu iktidar öyle yapmıyor. Buradan kendisine pay çıkarmak gibi bir yolu seçerek CHP’yi milli güvenlik sorunu olarak ilan etmekten bile geri durmuyor. Arkasından da Mersin Belediyesi İHA’larla, Özel Harekât timleriyle basılarak bir kişi bu olayla ilgili gösterilerek alınıp götürülüyor. Böyle bir operasyonun yapılmış olması olsa olsa yurttaşın kafasında muhalefete karşı kuşkuları çoğaltmak olur ki bu denli ileri gidilmesinin bizce başka nedenleri olduğunu ortaya koyuyor.
Sen Polisevi’nin çevresinde yeterli güvenlik önlemi almayı önemseme ama milletin gözünün içine batıra batıra Mersin Belediyesi’ne operasyon çek.
Eee kapitalizm bu işte. Kapitalizm çalışanların sırtına binip kanlarını bir sülük gibi emmeden var olamaz. Dahası kapitalizm için her yol Paris’e çıktığı için sermaye ülke varlıklarının ve de emekçilerin emeğinin üstüne çökmüş. Günümüzün gerçeği ise kapitalizmin her türlü kurumunun çökmüş olmasıdır. Ne ederlerse etsinler bunların dinciliği de fayda etmiyor, milliyetçiliği de. Hukuk sistemleri ise çökmekten beter, adalet dağıttığı söylenen adalet kurumu baskı ve zulmün aracı haline gelmiş. Çirkinleşen düzen partilerinin yürüttüğü politikalar artık bir işe yaramaz hale gelmiş ama bunları alaşağı edecek olan sosyalistler olarak bizler ne gerektiği kadar örgütlenmişiz ne de bazı konularda sınıf mücadelesinin en ince püf noktalarına kadar nasıl işlediğinin farkındayız. Sözümüz çok ama yaptığımız bir şey yok denecek kadar az.
Ne kadar yaşadığımız olumsuzluk varsa bunları yaratanlar yeniden yeniden halkın karşısına çıkabilecek yüz bularak sorunları çözmeye adaylar. Yani halka yalan söylemenin ve de iyi yalan söylemenin dışında bir özellikleri yor aslında.
Çünkü sorunun asıl nedeni olan sistemin ne kadar paçavrası varsa sorunları çözebileceklerini iddia ediyorlar. Ülke seçimlere kilitlendi ya önüne gelen seçimi konuşuyor. Sorun çözme iddiası ile ortalık velveleye verilmiş durumda. Ne yapılmak isteniyorsa sermaye güçlerinin çıkarına yapılmak isteniyor ama iyice yoksullaştırılmış halk bu karmaşık ortamda bir kez daha kandırılmak isteniyor.
Nelerle uğraşıyoruz nelerle. 12 Eylül Anayasası kaç kez değiştirilmiş de ne olmuş. Kafası 12 Eylüllülerden beter olanların Anayasa konusunda önerileri olsa ne olur olmasa ne. Bugün Anayasa’nın maddelerini işine gelirse uyan gelmezse takmayan bir iktidar varken bu gibi yalanlara karnımız tok desek haksızlık mı etmiş oluruz. Adamlar ne Danıştay’ın kararlarını takıyorlar ne de Sayıştay’ın düzeltilmesini istedikleri kimi hesaplara düzeltip yeniden gönderme gereği bile duymuyorlar. Yargıda kimi yargıçlar tarafından verilen kararların bile bir hükmü yok. Aykırı karar verenler soluğu bilmem nerede alıyorlar. Özetlersek bu çökme hali devletin her katında bu noktaya kadar gelmişse eğer bu da demektir ki devlette çökmüştür. Anayasa maddesi olan laikliği takan var mı? Sosyal devletin S’si işletiliyor mu? Kamu yararına ortada ne bırakılmış? Kapitalizmin hunharca anlayışını dibine kadar uygulayan iktidarların ülkeye kazandıracağı ne kalmış.
Aynı yoldan yürüyen ve pıtrak gibi biten sağ partiler kokmuş yağlarını ve peynirlerini hangi cüretle halka bir kez daha pazarlama yarışındalar?
Seçenek olarak görülenlere bir bakın, hepsi de boy boy dizilmiş sermayenin çıkarına kendisini adamış. Karşısında öğretisiyle, ilke ve kararlılığı ile yenilmez, bileği bükülmez bir sosyalist parti görmedikleri sürece de bunlar bu denli utanmazca politikalarına devam edeceklerine göre bizlere düşen görevi anlamak için daha kaç fırın ekmek yemeliyiz? Sermaye sınıfının temsilcilerinin yerlilik ve millik safsatalarını, etnik ve inanç üzerinden sürdürülmek istenen kavgalarla uyutulma girişimlerini püskürtmeden bu işler rayına oturmayacağına göre bize bir araç lazım o araç da tıpkı işçi sınıfı öğretmeni Lenin’in dediği gibi bir araç olmalıdır. “Bana öyle bir araç verin ki Rusya’nın altını üstüne getireyim.” Bu kadar basit. Bu araç da unutulmasın ki partidir parti.
Çünkü işçinin, emekçinin kurtuluşu sosyalizmdir bu yolda silahı da partisidir…