Yazan: Turgut Koçak 28 Ekim 2020
Soma ve Ermenek’te maden işçileri gasp edilen hakları için sokağa inip yollara düşmüşler fakat polis ve jandarma hemen önlerini kesip yürüyüşü engellemek için her şeyi yapıyor.
Madenci aç, açık ve yoksul. Çocuğuna harçlık bile verecek durumu yok.
Bu yüzden de bir maden işçisinin çocuğu, “Babamın hakkını verin” diye bağırıyor.
Kamil Kartal’ı iyi tanırım.
Ben kendisini tanıdım tanıyalı işçi hakları için mücadele içindedir. Bu yüzden de ödemediği bedel kalmamıştır. Onca yoksulluk ve yokluk çekmiştir ama mücadeleden kimse ona geri adım attıramamıştır. Kamil Kartal’da yürüyen işçilerle birliktedir. İşçilerin önü gecenin bilmem kaçında Manisa’da kesilince işçilere uygulanan zor karşısında isyan edip işçilerin önünü kesen komutana “Öyle mi alay komutanı?” diye çıkışıyor. Görüldüğü gibi iktidarın yanında olanlara gösteri ve yürüyüş yapabilme hakkı var fakat işçiler haklarını almak için yürürlerse onlara polisi de jandarması da göz açtırmıyor.
AKP ve saray iktidarı ile birlikte insanlar eve ekmek götürecek durumda değiller. Bu duruma isyan edenlere karşı iktidarın hiç de insaflı davrandığı yok. Denizli’de denetime çıkan vali bir esnafa, “niye maske takmıyorsun” diye sorunca; esnafta canından bezmiş ya “Gebermek istiyorum” diye yanıt veriyor. Yani insanların canına tak etmiş.
Sonra durum o kadar kötüleşmiş ki yetkililer bile gerçeği saklayamıyorlar. Gazeteci Fatih Altaylı tarafından eleştirilen İstanbul Valisi bakın nasıl bir yanıt veriyor Altaylı’ya: “İstanbullu hasta hasta işe gidiyor. Çünkü COVID’den korkuyor ama işten atılmaktan daha çok korkuyor.” Bu sözleri işitince insanların nasıl dara düşürüldüğünü anlamamak olası mı? AKP ve saray iktidarının izlediği ekonomi politikasının insanları nasıl can evinden vurduğunu kim yadsıyabilir?
Sonra geliyoruz, AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın partisinin kongresinden sonra sokağa çıkıp milletin üstüne Malatya’da çay atma seansına. Oradan biri çıkıyor, bu kişi hem AKP üyesi hem de Servisçiler Odası Başkan’ıymış. Erdoğan’a; “Eve ekmek götüremiyor” diyor. Olanları hepimiz televizyonlardan izledik. Erdoğan bu kişinin söylediklerini abartılı bulduğunu söylüyor, o kişi de daha sonra Cumhurbaşkanı’nın bu sözlerine kırıldığını keşke böyle bir şey yaşanmasaydı, üstelik ben de AKP’lim benzeri bir şeyler söyledikten sonra kısa bir süre içinde sözlerini yalayıp yutuyor ve eline bir kağıt tutuşturulmuş olarak kekeleye kekeleye açıklama yaptığını görüyoruz. Neymiş efendim bu kişinin sözleri çarpıtılmış. Yahu be adam; söylediklerin televizyon ekranlarında defalarca yayımlandı neresi nasıl çarpıtılmış sözlerinin de sıkılmadan bu kez söylediklerinin tersini söylüyorsun?
Yok efendim, Recep Tayyip Erdoğan’ı çok severmiş de orada kendi aralarında bir şakalaşma geçmiş miş de Ankara’ya gidip kendisini ziyaret edecek ve kaysı ikram edecekmiş de. Kem küm işte…
Peki, bu şikâyetlere olumlu yanıt verecek iktidarın bir çözüm yolu var mı? Yok. Olmadığı için de sorunlar giderek ağırlaşıyor, halkın şikâyetleri de arttıkça artıyor. Ortada ise halka umut verecek hiçbir belirti yok. Bu yüzden de iktidar gerçeklerle uğraşacağı yerde halkın dikkatini başka başka konulara çekiyor. Fransa, Almanya ya da benzer ülkelerle tartışmaların nedeni de bu yüzden. Çünkü iktidarın başka yolu yok. Halkı ancak bu şekilde oyalayıp ayranını kabarmak istiyor. Bu yüzden de halka gerilim üstüne gerilim yaşatılıyor.
İçerde çözüm yok, dışarı ile bozuşup karşılıkla atışmalar yeğleniyor ki ekonominin bozulmasının, TL’nin erimesinin nedeni hep başkalarının Türkiye’ye karşı yürüttükleri politikalar yüzünden yaşandığı düşünülsün isteniyor. Üstelik bütün bunları yaparken milli duyguları şaha kalkmış bir iktidarın onca bastırmalara karşın nasıl dimdik ayakta durduğu kafalarda yer etsin diye çaba harcanıyor. Bu kadar değil elbette. Bir yandan da “Biz bize yeteriz” ayaklarında kendi kendimize nasıl yeteceğimizin palavraları müjde olarak veriliyor halka.
Ha bakın bütün sağ diktatör yal rejimlerin fikri de zikri de aynı. Ülke içinde keten helva mı yandı hemen dış ülkelerin düşmanlıkları halka pazarlanır ve halkın milli duyguları kabartılır ki halk gerçekleri göremesin bilemesin. Eğer kahraman görecekse de yine anasını ağlatanları kahraman görüp onları iktidar koltuğuna oturtsun.
Evet, bir de Bahçeli denilen bir adam var. O da sokak kabadayısı ya kim sokağa çıkmak ve hak aramaya yeltenmeye kalkarsa “Size Hanyayı, konyayı gösteririz” diyerek tehditler savuruyor. Sonra birileri yazıp önüne koymuş, grup toplantısında önündeki aletten okuyor ama sözlerinin gerisini getiremiyor çünkü önündeki alet bozulmuş. Üstelik aklı da askıya asılan ekmekte. Ekmek bulamadıklarını söyleyenleri de “ekmeksizler” diyerek tehdit etmesini biliyor da Fransa da geçmişte halk açız diye bağırdığında bağıranlara; Kraliçe Marie Antoinette demiş ki, ‘Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler!‘sözünü prompter bozulduğu için anımsayamıyor fakat pastaya dilinin dönmediğini söyleyerek kendince halk adamı rolüne soyunuyor.
Ama yemezler Bay fakir bu yalanı yemezler…