Yazan: Turgut Koçak 11 Eylül 2011
İnsanoğlu gerçekleri görmek istemiyorsa ne yapsanız gerçekleri görmesini sağlayamazsınız. Darbe karşıtı olmak şimdilerde moda oldu ya, enik-cücük herkes darbe karşıtı. Ne yazıktır ki, kimsenin ne geçmişini sorguladığı var ne de işlediği suçları. Hiç değil, kendi vicdanında da olsa kişi kendisiyle hesaplaşmasını bilmeli. Ama böyle olmuyor. Bir de derler ki, insan işlediği suçları herkesten gizlese kendi vicdanından gizleyemez. Bal gibi gizliyor işte. Üstelik de uğradığını düşündüğü haksızlıkları da yanına alarak ortada vicdan mijdan bırakmayıp karartıveriyor.
Beni en çok kızdıran şey herkese şirin görünme kurnazlığıdır. 12 Eylül 1980 faşist darbesinden sonra sağdan-soldan pek çok kişi çıkıp diyorlar ki, “bizi kullandılar. Bir silah yakalandığında bir de bakıyorsunuz ki, hem ülkücülere karşı kullanılmış hem de solculara karşı.” Bu tür tartışmaları TV kanallarında görevli programcılar da öylesine çok seviyorlar ki, ister sağdan olsun ister soldan tartışmacılara söyleyin kurtulun diyorlar adeta. Yani bizi kullandılar, biz piyonduk deyin diyorlar. Bazı tartışmacılar da çoğu zaman bu tuzak sorulara düşüyor ne yazık ki. 12 Mart sonrasında solda kurulan ilk parti Türkiye Sosyalist İşçi Partisi’dir. Bizim partimizin bir tek ne yöneticisi ne de üyesi çıkıp böyle sözler etmez. Niçin? Kullanamazlar da onun için. Niçin kullanamazlar? TSİP’in ideolojisi, örgütlenme anlayışı, iktidarı almak için seçtiği mücadele yöntemleri kullanılmaya izin vermez de onun için.
Birilerinin ülkemizde yaşanan acıların gerçek sorumlularını söylemeye bir türlü dilleri varmıyor. Kimse işbirlikçi sermaye güçlerini ve onlar adına iktidarda bulunan partileri görmek istemiyor. O işbirlikçi sermaye güçleri ki, emperyalist dünya ile her anlamda bağlaşıklar kurmuş. Saldırı ve savaş örgütü NATO’ya girilmiş. Her türlü ekonomik ve politik ilişkiler canciğer kuzu sarması götürülüyor. Solun ve sosyalizmin can düşmanı emperyalist-kapitalist sistem solu boğmak için akıl almaz örgütlenmeler gerçekleştirmiş. NATO üyesi bütün ülkelerde komünizmle mücadele etmek amacıyla kontrgerilla örgütlenmeleri oluşturulmuş. Aynı örgütlenmeler Türkiye’de de gerçekleştirilmiş. Kontrgerilla örgütünün asker, polis ve sivil ayağı olduğu bilinen bir gerçektir. Kontrgerillanın sivil ayağı hiç kuşku yok ki, kendilerini komünizm karşıtı olarak tanımlayanların içinden devşirilecektir. Devşirildi de. MHP ve yan kuruluşları bu örgütlenme de en uygun olanıydı. Daha sonra öldürme olaylarını planlayan ve adları açığa çıkarılmış olanlara baktığımız zaman bunu açıkça görmekteyiz.
Evet, 12 Mart 1980 faşizmi sonrası solda ve sağda yer alan pek çok kişi büyük acılar gördü. İdam edilenler, işkencede yaşamını yitirenler, cezaevinde katledilenler saymakla bitirilemez. Ancak bütün bu gerçeklerin ortaya çıkması için daha yürekli olmak gerekiyor. Hangi güçler niçin silaha sarıldı? Hangi güçler kendilerini korumak için zorunlu silaha sarılmak zorunda kaldılar bilinmeli ki, gerçeklerin üstü örtülemesin. Takır takır sağcılar adam öldürürken bir başbakan çıkar da “bana sağcılar adam öldürüyor” dedirtemezsiniz der ve birilerinin hamiliğine soyunursa gerçekler elbette gün yüzüne çıkarılamaz. 7 TİP’liyi ve daha pek çok sol görüşlü kişileri öldürenler adlarıyla sanlarıyla bilinen kişiler olmasına karşın birileri kalkıp kendilerini sütten çıkmış ak kaşık gibi göstermeye yeltenemez. Yeltense bile bunun içtenliği olmaz. Daha da ileri giderek tamam bu tür olaylara girdik ama biz ülkemizi seviyorduk demenin de fazla bir önemi yoktur.
12 Mart 1971 faşist darbesi gibi 12 Eylül faşist darbesini de planlayan ve uygulayanların izi aynı kapıya çıkar. Yani sermaye güçleri ister tek tek ülkeler, isterse bölgeler bazında olsun zora düştüklerinde başvurulan yöntem çoğu zaman askeri darbeler olmuştur. Dünyanın her yanında darbeler masaya yatırılıp incelendiğinde görülecektir ki, bunların neredeyse tamamına yakınının arkasında ABD emperyalizmi vardır. Türkiye’deki bu iki darbenin arkasındaki gücün de Amerika olduğu bilinen bir gerçektir. Bu nedenle; darbeler tartışılırken sınıfsal içerikten yoksun tartışılması bir anlam taşımaz. Bugün, Ergenekon davasında yargılananların durumu da bu gerçekler ışığında ele alınmalıdır.
AKP ve onun başı Recep Tayyip Erdoğan kendisini akıllı herkesi akıl yoksunu sayıyor olmalı ki, gelişigüzel ve başka amaçlara hizmet eder tarzda bir darbe tartışması sürdürüp gerçekleri karartmak için elinden geleni yapıyor. Oysa ABD ve NATO’nun olur vermediği hiçbir darbenin tezgahlanamayacağını kendisi de çok iyi bilmesine karşın, kamuoyunu uyutmak ve istediği gibi iktidarını sürdürmek için elinden geleni yapıyor. Bugün darbe tartışmalarını körükleyip bazılarının hedef seçilmesi ve tutuklanmasını da sağlayan ABD emperyalizminin ta kendisidir. Hedef seçilen kimselerle ilgili düzmece bilgi belgeler ise AKP’nin kucağına gökten zembille düşmüyor. Bu bilgi ve belgelerin çoğu CIA ve onunla işbirliği içinde olan ne oldukları şimdilik belirsiz örgütlenmelerdir ki, Bunu Recep Tayyip Erdoğan’ın kendisi de çok iyi biliyor.
Sonuç;
12 Eylül faşist darbesi egemen sınıfların solu ezmek için başvurdukları darbe olup darbe sonrası bir buçuk milyon insana yapılanları bugün kimse sahiplenemiyorsa bunun doğru okunmasında yarar vardır. Çünkü 12 Eylül ve faşizm insanlık düşmanıdır ve de böylesine aşağılık bir suçun faillerinin bunu sahiplenecek kadar yürekleri de yoktur. Bugün kendilerince demokrasicilik oynayan AKP iktidarı ve yandaşları kendileri böyle bir acı çekmedikleri için bu konuda söylediklerinin de yazıp çizdiklerinin de hiçbir anlamı olmadığı gibi kendileri de sivil darbecidirler aslında…
YARIN 12 EYLÜL ASLA UNUTMA, UNUTMAYI AKILDAN GEÇİRME…