YALANCI BAHAR

Yazan: Turgut Koçak 6 Mart 2020

Doğadan öğreneceğimiz o kadar çok şey var ki istersek eğer aldanmanın bile nasıl bir şey olduğunu doğadan anlamamız olasıdır.

Örneğin dilimize dolanmış olan ‘yalancı bahar’ sözcüğü durup dururken söylenmiş bir yakıştırma değildir. İnsanlığın yaşamında yeri olan bu sözcükler yaşana yaşana öğrenilmiş ve olup bitenler karşısında boşluğu düşmemek için tedbiri elden bırakmamayı bize öğretmiştir.

Şubat ayı hatta Mart ayının sonuna kadar karasal iklimlerin olduğu coğrafyalarda kış olarak değerlendirilir. Ancak diyelim ki Şubat ayının son günleri, üç beş gün tam bir bahar havasında geçti. Hemen bazı meyve ağaçları bu gidişe aldanır ve çiçekler açmaya başlarlar. Sonra birden soğuklar bastırınca da bir de görürsünüz ki bu çiçekleri soğuk kavurmuş geçirmiştir, dolayısıyla da meyve ağaçlarını o yıl soğuk aldığı için meyve vermezler. İnsan ilişkilerinde de ülkeler arasındaki ilişkilerde de her zaman böyle şeyler yaşandığı çok görülmüştür. Bu yüzden de tedbirli olmak en iyisidir. Ve hatta bir arkadaşımın babasının meyve bahçeleri varmış. Kışın son günlerinde havalar güzelleşince babası arkadaşımı doğru yükseklerden eşeklere yükleyip getirmesi için kar getirmeye yollarmış. Bunun nedeni şu; meyve ağaçlarının güneşli günlere aldanıp çiçek açmaması için getirilen karları tek tek meyve ağaçlarının köküne döker meyve ağacı da karın soğukluğunu yaşadığı için çiçek açmazmış. Diğer bütün köylülerin meyve ağaçlarını soğuk aldığı halde bir tek arkadaşımın babasının bahçesini soğuk almaz bir tek onun bahçesinde meyveler olurmuş.

Bunu anlatmamın nedeni Recep Tayyip Erdoğan iktidarının sayısız kez yalancı bahar görüntüsü ile halkı aldatmaya kalkması yüzünden neler çektiğimize işaret etmek içindir. Bütün ülke bu aldanmayı ekonomide, politikada, demokratik hak ve özgürlüklerde, eğitimde, sağlıkta, en önemlisi de adalette sayısız kez yaşadı, yaşamaya devam ediyor.

Yaşadıklarımızın bazıları her ne kadar bizleri çok mutsuz ediyor olsa da kimi yaşadıklarımızı telafi etmenin hiçbir şekilde olanağı yoktur. Hani şu günlerde tartışmasını çok yaptığımız şehitler tepesi boş mu kalacak yoksa dolu mu konusu var ya işte bu konu giderilmesi olanaksız acılarımızdan birisidir. Çünkü yaşamlarını yitirenlerin arkasından ne mutlu onlara şehit oldular, peygamber efendimize şimdi komşular denilse de işin gerçeği şudur. Bu evlatlarımız gencecik yaşlarında kara toprağa girmişlerdir. Yaşamdan beklediklerini elde edemeden hayalleri ile birlikte bu her dalı meyve dolu dünyadan meyvelerini tatmadan aramızdan ayrılmışlardır. Annelerini, babalarını, kardeşlerini ve eşlerini, sevenlerini elleri böğründe gözü yaşlı koymuşlar veda bile edemeden çekip gitmişlerdir.

Şu 18 yıllık AKP iktidarı sonrasında neler çektiğimiz ve nasıl bir yalancı bahar bombardımanına tutulduğumuz apaçık ortadadır. Deyim yerindeyse arkalarından her ölen, hamasi sözlerle şehit, şehadet şerbeti gibi sözlerle uğurlansalar da yüzde yüze yakın iktidarların kendi çıkarları için ölüme gönderilmekteler ve öldükleriyle de kalmaktadırlar.

Son olarak askerlerimizin cenazelerinin gelmesi sonrasında iktidar tarafından ne kadar çok hamaset dolu sözler işittik. Yok, misliyle karşılık verilmiş de yok, kaç bin rejim askeri öldürmüşüz de vs. vs. Rusya’ya sen aradan çekil Suriye’yi tepeleyelim mi demedik, Şam’a girip Esad’ın başına çuval geçirelim mi demedik, dedik oğlu dedik kısaca. Bu sözleri söylerken tabiki de söyleyenler sanıyorlardı ki Amerika kökü ile kömçeği ile yanımızda yer alacak, böylece de bozulan ara düzelecek. Ama böyle olmadı. Amerika’dan tık bile çıkmadı. Sonra NATO; onun da gıkı çıkmadı. Göbeğimizi kestik keseceğiz derken acayip bir karar aldık ve Yunan ve Bulgar sınırlarına yallah göçmenleri salıverdik. Şimdi de bu dramı yaşıyoruz ve yaşatıyoruz niyeyse.

Evet, yukarı tükürsen bıyık, aşağı tükürsen sakal hesabı baktık olmuyor yeniden Moskova’da Rusya ile görüşme kararına rıza gösterildi. Görüşmeleri basından izledik. Ortaya ne çıktığını kim açık açık anlatabilir? Ama şu yandaş ve yalaka basına bakarsanız ooo her istediğimizi almışız. Sahi biz ne istiyorduk ve neyi aldık var mı Recep Tayyip Erdoğan’ın yapacağı açıklamayla bizi tatmin edebileceği bir durum? Yok, olamaz da. Çünkü askerlerimiz yine sıkışmış vaziyette oradalar, İslami terör örgütleri ile kucak kucağalar, Suriye’yi tehdit etmeye devam edecekler ettiklerinde de değişen bir şey olmayacak ve daha önce olduğu gibi bundan böyle de eğer köklü kararlar alınmaz ise içimiz yanmaya devam edecek.

Şimdi soruyoruz; niye ve ne pahasına?

Kimin şan ve şeref kazanması için?

Kimin iktidarını baskı rejimine çevirmek ve sürdürmeye yaraması için?

Oluyor bütün bunlar ha kimin?

Eyy halkım soru sormaktan vazgeçme. Çünkü bunlara her soru sorulduğunda yanıt verebilecekleri ellerinde yalancı baharları bile kalmadı.

İşte bu yüzden kimyaları o kadar bozuldu ki verdikleri her yanıtla birlikte ülkeyi nasıl bir felakete sürüklemiş oldukları da ortaya çıkıyor.

O zaman, SORU SORMAYA DEVAM!

Bir de Partimizin Genel Sekreter’inin Rusya ile Moskova’da varılan 6 maddelik anlaşma metnine bakalım.

PUTİN’DEN, TÜRKİYE’YE 6 ŞART.

İŞTE O ŞARTLAR:

  • Serakib’in kontrolü Rus askeri polisinde olacak

  • Halep–Şam, Lazıkiye-Şam yolunun güvenliğini Suriye ordusu sağlayacak

  • Mültecilerin geri gelmesi durumu için ortak bir komisyon kurulacak

  • İdlib’de tüm terörist örgütlerin silah bırakması için yeni bir süre tanınacak, silah bırakanlar Rusya garantörlüğünde Suriye hükümeti tarafından koşulsuz affedilecek.

  • Suriye’deki yabancı teröristlerin kendi ülkelerinde yargılanmasına yönelik ortak adımlar atılacak.

  • M4 ve M5 karayolu güvenliğini için oluşturacak 6 km güvenlikli bölge için ortak devriyeler yapılacak ve bu devriyeler genişletilecek. Devriyelerde Rusya’ya bağlı Müslüman Çeçenden oluşturulan askeri birlikler görev yapacak.

  • Sağlanacak ateşkesle terör grupları sivil halktan ayrıştırılmasına başlanılacak, daha önce taahhüt edilen tüm koşullar yerine getirilmesi için azami çaba gösterilecek.