VESAYET ve DARBE

Yazan: Turgut Koçak 10 Mayıs 2012

Sol tıpkı Nasrettin Hoca’ya atfedilen bir deyişte olduğu gibi dönüp dönüp aynı şeyleri okuya okuya bugünlere geldi. Solda yer alan siyasetlerin hemen tümü; bir şekilde, askeri darbe vesayeti tartışa tartışa bugünlere geldi. Şimdiyse sözünü ettiğimiz sol yapıların birçoğu 12 Eylül ve iki doksanlık paşa yargılanacak diye adliye koridorlarını aşındırıp ne denli demokrasi yanlısı olduklarını bir güzel anlatacaklar. Oysa ülkemizde asker aracılığı ile yapılan faşist darbelere baktığımız zaman nasıl ve hangi koşullarda gerçekleştiğini görmekte hiç de zorlanmayız. Bir kez; 12 Mart 1971ve 12 Eylül 1980 faşist darbesi bütün gücüyle solun üzerine çullanmış ve her türlü saldırı ve savaş taktiklerini ise solun üzerinde denemiştir. Bu yüzden de günümüzde darbe ve askeri vesayet tartışılırken sol yapıların durumu iyi analiz etmelerinde büyük yarar vardır.

Her iki darbenin yaşandığı döneme bakarsak; o dönemde sosyalist sistemle kapitalist sistem arasında zaman zaman sıcak savaşın eşiğine gelinen soğuk savaş süreci en üst seviyelerde sürmüş, emperyalist/kapitalist dünya askeri olarak NATO aracılığı ile bir güzel örgütlenerek komünizm karşıtı illegal yapılar oluşturarak ve de bu yapıların sivil ayaklarını da besleyip örgütlenmesini sağlayarak solun üzerine sürmüştür. Özellikle NATO ülkelerinde kurulan Kontrgerilla ve gladyo adı ile anılan örgütlenmelerle cinayetler işlenmiş, gerektiğinde terörist bir ortam yaratılarak burjuva demokratik ortam büsbütün ortadan kaldırılarak faşist diktatörlükler oluşturulmuştur. Sözünü ettiğimiz faşist diktatörlükler sivil iktidarlar aracılığı ile gerçekleştirilemeyeceği için bu görev büyük ölçüde ülkelerin silahlı güçlerine düşmüştür. Ülkemizde gerçekleştirilen her iki faşist darbenin de gerçekliği üzerine basa basa söylemek isteriz ki işin maddi gerçekliği budur.

Birçok akılsıza göre dış destekli ordu darbe gerçekleştirmiş, bu yüzden de ülkemizde 12 Mart 1971 faşist darbesi daha kısa süreli etkili olurken; 12 Eylül 1980 faşist darbesi ise uzun dönem kendisini var etmiştir. Bu iki darbenin de dışarıdan desteği olduğu gibi içeriden de sivil ayakları söz konusudur. Eğer sözünü ettiğimiz sivil ayakları olmasa bu iki darbenin sürdürülmesi ve uygulanmasının hiç mi hiç olanağı yoktur. 12 Mart 1971 faşist darbesine baktığımız zaman sivil ayağını oluşturanları anlamak için oluşturulan teknokrat nitelikli hükümetlere ve bunların arkasındaki sivil güçlere baktığımız da kolaylıkla anlarız. Nihat Erimlerden Sadi Koçaşlara kadar bu gerçeklik aymalık açık bir güzel gözlerimizin önünde durmaktadır. 12 Eylül’ün dış desteği gizlenemeyecek denli ortadadır. Amerika ve NATO’dur. Darbenin izini sürdüğümüz zaman bu darbenin içerdeki destekçilerini ve yürütücülerini de kolaylıkla görürüz. Bir kez dönemin işbirlikçi tekelci sermayesi TÜSİYAD’çılar doğrudan işin içindedir. Yine onlar adına 12 Eylül darbecilerinin hükümetlerinde görev alan Turgut Özal ve benzerleri desteğin sivil ayağına bir güzel örnektir.

Günümüze doğru gelindiğinde ise Sosyalist Sistem ve Sovyetler Birliği yıkılmıştır. Bu yüzden de emperyalist/kapitalist sistemin sosyalistlere karşı yürüttüğü savaşın da nicel ve niteliğinde değişiklik zorunlu hale gelmiştir. Yani artık emperyalist/kapitalist sistem ordu aracılığı darbeler yaptırmaya gerek duymamakta kendisi için daha kolay ve risksiz yol ve yöntemlere yönelecektir. Öyle de olmuştur. 12 Eylül 1980 darbesinden sonra ülkemizde örgütlü sosyalist hareket büyük darbeler yediği için bir türlü belini doğrultamamaktadır. Ortam sağın alabildiğine güçlendiği bir ortamdır. Dönemi iyi incelersek CHP bile kendisini sol saymak yerine “Merkez Sol” olarak nitelemiş, bir anlamda geçmişin Adalet Partisi konumuna düşmüştür. Solun diğer kesimlerinin önemli bir bölümü ise emek/sermaye çelişkisini başat olarak almak yerine özünde burjuva görüşler olan marjinal görüş çizgisine kendisini çekerek safdışı olmuştur.

Sonuç olarak bugün ne askeri darbenin ne de vesayetinin söz konusu olmadığı bir noktadayız. Hiç kuşku yok ki, burada belirleyici olan dış koşullar olmuştur. Oysa tam anlamıyla ülkeyi bir polis devleti haline dönüştüren AKP iktidarı ile karşı karşıya bulunmaktayız. Bugüne dek her fırsatta askeri darbeleri konuştuk ve nasıl karşı çıkılması gerektiği konusunda da kafa yorduk. Kimi yapılar ise bugün için, askeri darbeler gündem dışı kalmış olmasına karşın, bu yönde politikalarını devam ettirdiler. Bu yüzden de her geçen gün daha da önlenemez bir yükselişe doğru giden AKP iktidarının nasıl durdurulacağı ve iktidardan alaşağı edileceği bir türlü konuşulamadı. Ya da çokları AKP’yi seçimle işbaşına geldiği için demokrasi sınırları içinde görüp sözü; ne yapalım bu da demokrasinin cilveleri noktasına getirdiği için orman içinde olup da ağacın görülememesi gibi AKP’nin geldiği nokta yeterince anlaşılamadı. Bugün AKP gibi iktidarlar varken ve de polis baskısıyla kapitalist/emperyalist sisteme karşı çıkanlar kolaylıkla susturulup sesleri kesilirken niçin dış ve iç sermaye güçleri ordu aracılığı ile bir darbeye yeltensinler ki? Bu işi AKP en iyi şekilde götürüyor zaten.

Son bir not: Önceki gün mecliste BDP’nin; İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin Hakkında verdiği gensoru görüşüldü. Bakanın BDP konuşmacılarına verdiği yanıtı dikkatlice süzgeçten geçirirseniz Faşist bir iktidarın bakış açısından hiç de farklı olmadığını görürsünüz.

Çünkü İdris Naim Şahin, başka inançları alabildiğine aşağılamış ve yanıtını ise tam anlamıyla faşist bir öğreti üzerinden kurmuştur.

Soruyoruz şimdi; vesayet ve darbe nasıl olurmuş anladınız mı?