Yazan: Turgut Koçak 3 Ekim 2015
SSCB ve sosyalist sistem yıkıldıktan sonra emperyalist dünya derin bir oh çekti ve dünyada istediği gibi at oynatmaya başladı. Bu olup bitenlere ellerini ovuşturarak sevinen liberal çığlıklı yazarlar, çizerler küreselleşme adı altında kapitalizmin başarısı üzerine yazılar döşendiler. Onlara göre dünyanın sonu gelmiş, kapitalist sistemin insanlığın sonsuza kadar tek seçeneği olarak süreceği bir güzel kafalara kazınmaya başlanmıştı.
Bundan böyle sınıf mücadelesinden ve sosyal devrimlerden de söz edilemezdi. Bu küresel tespite soldan çark edip hemen ayak uyduranlar oldu ve bunlar öyle bir demokrasi türküsü tutturdular ki, bunların çabalarıyla insanlık korkunç acıların içine itildi. Sermaye güçleriyle boy ölçüşmek için madem sınıflar mücadelesi sona ermişti bu durumda da birileri duracak değildi ya onlardan günümüze uygun, yığınları ölüm uykusuna yatıracak öğretiler uydurup dünya ölçeğinde pompalamaya başladılar.
Böylece sosyalist solun bağrına son hançeri saplamak için emperyalist/kapitalist dünyanın kulları RADİKAL DEMOKRASİ öğretisi altında çalışmalar yaptılar. Bu öğretide her şeyden söz edilmiş, bir tek işçi sınıfı işe yaramaz görülerek bir kenara itilmişti ki, baktılar bu kadar da olmaz işte o zaman bu soytarılar dediler ki, işçi sınıfı zaten uzun zamandan beri devrim mevrim yaptığı yoktur ama istiyorlarsa onlar da hakları ve radikal demokrasi için mücadele eden güçlerle birlikte davranabilirler.
Uygarlıklar çatışması adı altında uyduruk safsata, kapitalizmin canına ot tıkayacak olan sınıf mücadelesini böylece gündemden düşürüp yerine etnik, mezhepsel ve dinsel, çevreci, feminist, cinsel seçimi değişik olan marjinal gruplara kadar kim varsa sayılıp döküldü ve bunların demokrasi için mücadele ede ede insanlığın nasıl bir merhale kat edeceği bir güzel işlendi.
Böyle başlayan masalı kendisine dayanak olarak alan ABD ve Batı harekete geçti. İlk iş Balkanları bir laboratuar gibi kullanarak Yugoslavya üzerinden önemli sayacağımız deneyimler elde etti. Sonra bu deneyimden elde edilen sonuçlar ışığında yıkılan Sovyet toprakları üzerinde ameliyatlara girişildi.
Bu ameliyatların çoğu Rusya’nın dişini göstermesiyle başarısız kaldıysa da emperyalist/kapitalist dünya buralarda da dikkate değer sonuçlar elde etti.
ABD ve Batı bu kadarla kalacak değildi ya, Kuzey Afrika’nın en batısından başlayıp Ortadoğu’yu içine alan ve Çin sınırlarına kadar uzanan alanda enerji kaynaklarını ele geçirmek için harekete geçti. Amerika 11 Eylül İkiz Kulelerin havaya uçurulmasını bahane edip ta 10 bin kilometre uzaklıktan gelip Afganistan’ın başına bela oldu. Sonra Saddam’ın Kuveyt’e saldırısı bahane edilerek ABD ve koalisyon ortaklarınca Irak işgal edildi.
Emperyalistler tarafından Irak’ta Birinci Körfez Savaşı’ndan bugüne kadar 5 milyona yakın insan katledildi, milyonlarca insan yaralandı, işkenceden geçirildi, Iraklı kadınlar tecavüze uğradılar. Savaşın bütün aşamalarında Turgut Özal’dan başlayarak AKP iktidarı döneminde doruk noktasına varan ülkemizin kara, deniz, hava sahası kullandırıldı, emperyalistlere büyük çaplı lojistik destekler verildi.
AKP iktidarı ve Recep Tayyip Erdoğan emperyalistlerin gözünde sınıfı geçmişti. Bu yüzden kendisi BOP Eşbakanlığı görevine getirildi. Emperyalist dünya, saydığım coğrafyada ameliyatlarına bu kez de “Arap Baharı” adı altında devam etti. Tunus, Mısır, Libya, Yemen, Sudan, Bahreyn, Suriye emperyalistlerin zulmünün doruk noktasına çıktığı ülkeler oldu. Libya parçalandı, Kaddafi linç edilerek öldürüldü. Suriye’de ise uzun zamandan beri emperyalistlerin tezgahı sonucu dinci örgütlerin kanlı eylemlerine tanık oluyoruz. Bugün Suriye’nin büyük bir bölümü IŞİD, El Nusra, El Kaide, Müslüman Kardeşler, ÖSO vb benzeri terör örgütlerince yakıldı yıkıldı, çoluk çocuk on binlerce insan katledildi.
Suriye olaylarında en önemli aktör olarak Recep Tayyip Erdoğan öne çıktı. AKP iktidarının sayesinde terör örgütleri örgütlendi, giydirilip kuşatılarak Türkiye sınırından Suriye’ye sokuldu. Suriye yönetimi ise bu saldırı karşısında bugüne kadar özsavunmasını yaparak ayakta kalmayı başardı.
Bu arada Suriye’nin kuzeyinde oluşturulmak istenen Kürt koridoru politikası da yeni bir evreye sıçratılıp Kürtler IŞİD’a karşı mücadele adı altında ABD ve öteki emperyalist ülkelerin fiili desteğini aldı.
Suriye’de süren bu kahırlı savaşa nihayet Ruslar saydığımız örgütlerin mevzilerini savaş uçaklarıyla vurarak müdahale etti. Rusların bu müdahalesine Türkiye, ABD, Almanya, İngiltere, Fransa, Katar ve Suudi Arabistan ortak bildiri yayınlayarak karşı çıktılar. Bu konuya doğrudan karışmayı hüner haline getirmiş olan Recep Tayyip Erdoğan’sa şöyle dedi:
“RUSYA’NIN SINIRI YOK Kİ NİYE DEVREDE?”
Evet, Rusya’nın Suriye ile sınırı yok. Peki, bugüne kadar yukarıda saydığımız yerlere müdahale edilirken ABD’nin mi, Almanya’nın mı, İngiltere’nin mi, Fransa’nın mı, Katarın mı sınırı var da bu ülkeler yıllardır insanlık suçu işlemeye devam ediyorlar. Hem sınırı olmak başka bir ülkenin egemenlik haklarına karışacağı anlamına mı geliyor ki, AKP ve Recep Tayyip Erdoğan Türkiye’nin Suriye’ye müdahalesini haklı görüyor?
Artık tek kutuplu dünya bitmiştir.
AKP ve Recep Tayyip Erdoğan’ın görüldüğü gibi dış politikası Türkiye’yi batağın içine itmiştir. Bu politikaları Türkiye bir an önce terk etmeli, Şam yönetimi ile derhal iyi ilişkiler kurup Suriye’nin yaralarının sarılmasında insani görevlerini yerine getirmelidir. Ancak bu işlerin AKP yönetiminde ve Recep Tayyip Erdoğan’ın iradesinin geçtiği bir Türkiye’de olması olanaksızdır.
Bu yüzden de 1 Kasım seçimlerinde bölgemizde insanlık dramına son verilmesi için AKP iktidardan temelli gönderilmeli, parlamenter sistem egemen kılınarak Recep Tayyip Erdoğan’ın kendi sınırlarına çekilmesi sağlanmalıdır.
Türkiye 1 Kasım günü; içerde pek çok konuyu düze çıkarmak için sandık başına gittiği gibi dışarda da yepyeni bir dış politika uygulamak için sandık başına gitmeli ve AKP’yi sandığa kilitleyerek politik varlığına son vermelidir.
Bunun için oylar CHP’ye yani demokrasiye verilmelidir.