Yazan: Turgut Koçak 10 Ekim 2013
Davalar birer birer sonuçlandığı zaman ne diyordu iktidarın tepe noktasındakiler: “Daha bitmedi, Yargıtay aşaması var.” Birçokları da sevinç naraları atıp neredeyse zil takıp oynama noktasına getirmişlerdi işi. Oynuyorlardı da. Onlara göre asker ceza almış, Türkiye tarihinde askerin ilk kez bileği büküldüğü için ülkeye demokrasi gelmişti. Bazılarının yaklaşımı da daha ilginçti. Ortada faili meçhullerin sorumluları vardı, bu mahkeme bu faili meçhulleri ortaya çıkarıp onlara ceza kesip haddini bildirmemişti. Yani olaya herkes kendi penceresinden bakıyor, sınıf pusulası kimsenin yanına bile uğramıyordu. Hani deniyor ya faili meçhuller, bu konu biraz eşelendiğinde neler çıkmazdı neler. İnsanoğlu kendisinin doğru yolda olduğunu tartışmasız bir kabul etmeye görsün. Ne işlediği suçlar suçtur, ne de uyguladığı acımasızlıklar acımasızlıktır. Bu yüzden de birileri iki de bir çıkıp mazluma oynayarak politika yapmaya kalkmamalıdır. Niye derseniz; geçmişte birlikte mücadele edip de, sonrasında bir şekilde yollar ayrılınca ya da ne bileyim eleştiri söz konusu olduğunda bir şekilde katledilenlerin sayısı hiç de azımsanacak rakamlar değildir. Bekaa Vadisi bu nedenlerle gümbürtüye götürülmüş yüzlerce insanın meçhule havale edilişine tanıktır. Bu yüzden de bu konuda konuşulacaksa ki konuşulmalıdır. Konuşanlar kesinlikle vicdanında böylesi suçları bastırıp numara yapanlar olmamalıdır.
Neyse; konumuza dönelim. 9 Ekim 2013 günü ‘Balyoz Davası’nın Yargıtay aşaması sonuçlandı. Sonuç birçoklarını bilmiyoruz ama bizim öteden beri söylediğimiz gibi oldu. Bu davadan ceza alanların cezası onanıverdi. Bu davanın onanmasının arkasından Recep Tayyip Erdoğan tıpkı önceki gibi “dava bitmiş değil, hükümlüler açısından Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakları da var” dedi. AKP Adıyaman Milletvekili Mehmet Metiner ise “mahkemenin davayı ince eleyip sık dokuduklarını” söyleyerek doğru bir karar verdiğini dile getirerek sonucu alkışladığını söyledi.
Konu ile ilgili olarak o kadar çok yorumla karşılaşacağız ki, bir süre sonra; özellikle bu kararların doğru olmadığını söyleyenler kendi sözleri arasında boğulup kalacaklar. Ya da şöyle diyelim; lafla peynir gemisinin yürümediğini görüp korkunç bir usangınlıkla sonucu kabul edip oturacaklar. Bu yüzden de konuyu bütün çıplaklığı ile görüp değerlendirmekte yarar var. Bazı kesimler haklı olarak; bizler 12 Eylül döneminde işkence görürken sözü geçen bu kişiler görev başındaydı diyerek verilen kararların üzerine bir tas soğuk su içip oh bile diyebilirler. Ancak gerçekleri bu şekilde doğru kavramamızın olanağı hemen hemen yoktur. O zaman peynir gemisinin yürümeyeceği bilinciyle AKP’nin işbaşından gönderilmesi doğrultusunda ne yapılacaksa ol yapılmalıdır.
Çünkü 12 Eylül 1980 faşist darbesinden bu yana aradan tamı tamına 33 yıl geçmiştir. Bu 33 yıl zarfında dünyada ve ülkemizde köprülerin altından çok sular geçmiş, dünya; emperyalist /kapitalist sistemin ‘Yeni Dünya Düzeni’nin bir kez daha korkunç zalimliği ile tanışılmıştır. Derine inmeden bu 33 yıllık dönemi kısaca bir anımsayalım. 12 Eylül faşizmi ile birlikte Türkiye tam anlamıyla emperyalist/kapitalist dünyanın dümensuyuna girmiştir. 12 Eylül faşizminin arkasından 1982 faşist anayasası kabul ettirilmiş, partilerin kurulması serbest bırakılıp seçimler yapılınca da 12 Eylül’ün her anlamda suç ortağı Turgut Özal ve partisi ANAP TBMM’de üstün bir çoğunlukla iktidar koltuğuna oturmuştur. Artık uluslararası sermaye rahattır. Çünkü sonuna kadar güveneceği bir kişi ülkemizde iktidar koltuğuna oturmuştur. Özal’ın dönemi ABD açısından altın çağ olarak anılacak bir dönemdir. Körfez Savaşı’nda Özal ve partisi doğrudan Irak’ın karşısında ABD’nin yanındadır. ANAP’ın iktidarı sona erince işbaşına ülkemizde koalisyonlar gelmiş, koalisyonlar döneminde de sorunlar bütün ağırlığı ile geniş halk yığınlarının omuzlarına binmiştir. Sovyetler Birliği ve Sosyalist Sistem yıkılmış, emperyalizmin rahatlıkla at oynattığı bir dönemin kapısı ağzına kadar açılmıştır. Emperyalist dünya aynı dünya, saldırı ve savaş örgütü NATO aynı NATO’dur. Üstelik de başta Ortadoğu olmak üzere Kafkaslarda ve Orta Asya’da emperyalizmin yaptığı emperyal planlar sözkonusudur. Türkiye ise bölgede emperyalizm için kullanmak anlamında önemli bir ülkedir. Bu yüzden de içinde bir ölçüde de yurtseverlik sevgisi olanların iktidarda bulunmaları emperyalist/kapitalist sistem için kabul edilecek şey değildir. Nitekim ABD, terör bahanesi ile Afganistan’ı ve Irak’ı işgal etmeyi önüne koymuştur. Bu işgale özellikle de Irak’ın işgaline Ecevit karşıdır. Bu yüzden de Ecevit’in başında olduğu koalisyon çökertilmiş, Ecevit kendi partisi içinden tam da kalbinden vuruluvermiştir. Aynı operasyon Erbakan’ın partisine de çekilmiş, Erbakan’ın dizi dibinden kaldırılıp kanatlandırılan Recep Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül, Abdüllatif Şener üçlüsü başta olmak üzere Bülent Arınç ve benzerleriyle AKP kurdurulmuştur. Sonra erken seçim, sonra AKP’nin 11 yıldır süren ABD ve emperyalizmin işbirlikçisi bir iktidar yaşanmaya başlanmış yaşanıyor.
Bu süreç içerisinde Türkiye’nin askerler de içinde her kesiminden insanlar, gerçeklerle burun buruna gelmişler, deyim yerindeyse NATO’nun, ABD ve Batı’nın işbirlikçisi olmanın nelere malolduğunu yaşayarak görmüşlerdir. Bir başka deyişle her kesimde sınırlı da olsa yeni duruma karşı bir bilinçlenme sözkonusu olmuştur. Özellikle Soros ‘Turuncu’ devrimleri senaryosuna bağlı olarak ABD’nin Karadeniz’e savaş gemileri göndermeye kalkması, ABD ve NATO’nun planlarının gözü kapalı kabul edilmesi asker arasında ciddi huzursuzluk yaratmıştır. Bu nedenle de orduda bulunan bu düşüncede askerlerin tasfiyesi söz konusu olmuştur. Recep Tayyip Erdoğan ve iktidarı da askerlerin darbe yapacağı savına sarılarak Washington’da kotarılan planı uygulamış ortaya bugünkü sonuç çıkmıştır. Daha da önemlisi ordunun NATO’ya karşın darbe yapması olası değilken AKP bu ipe sarılmış amacına da büyük ölçüde ulaşmıştır.
Sonuç olarak bugünkü AKP iktidarının yargısı bütün gerçekliği ile ortadadır. Nasıl işlediğine, nasıl kararlara imza attığına da tanığız. Dolayısı ile bu kararları olağan karşılamak ve sözde devrimci argümanlara sarılarak AKP iktidarının ekmeğine yağ sürmek anlaşılacak bir şey değildir. Olup bitenler karşısında yansız olamayız.
Evet, biz yanlıyız.
Bu yüzden de AKP’nin dümensuyuna giren yargı kararlarını kabul edemeyiz, etmiyoruz da…