Yazan: Turgut Koçak 7 Ocak 2015
AKP’nin 9 komisyon üyesi, 4 eski bakanın Yüce Divan’a gönderilmemesi yolunda oy kullandılar ya, şimdi onların utanıp utanmadıkları soruluyor. Herbiri Rıza Sarraf olup rıza göstermişler yolsuzluklara, hırsızlıklara. Onlarda tıpkı eski İçişleri Bakanı Muammer Güler’leşip yatmışlar Rıza Sarrafların önüne. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu dünkü konuşmasında olup bitenleri eleştirerek; “Evinize gittiğinizde eşinizin, çocuklarınızın yüzüne nasıl bakacaksınız? Sizlere acıyorsam namerdim, çocuklarınıza acıyorum” diyor.
İlginç değerlendirme değil mi? Ne var ki, bu sözler muhatabını bulmuyor. Çünkü 17-25 Aralık 2013 yolsuzluk operasyonunda adı geçenlerin tamamı yaptıkları bu yolsuzlukları çok doğal görüyorlar. Onlar cumhuriyet kurulalıdan bu yana cumhuriyeti yıkmak için açık/gizli her türlü örgütlenmişler, fırsat buldukça da palazlanmışlardır. Bugün iktidar olmuşlar ama bu koşullarda yine de arzuladıkları dini devlet sistemini kurmak iradesinden yoksundurlar. Dini devlet kurabilmek için onlar her yolu mübah sayarlar. Bu yüzden; hırsızlık, yolsuzluk, rüşvet, özetler her türlü ahlak dışı davranışları din amaçlı sayarlar ve günah olmadığını düşünürler.
Kimlik ve kişilikleri bu anlayışla oluşmuş olan kimselerden utanma, arlanma beklemek eşyanın doğasına aykırıdır. Bu yüzden de CHP Genle Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun söylediklerinin bunların nezdinde hiçbir anlamı da yoktur değeri de.
Madem durum böyledir, işte o zaman bunlara karşı yoğun bir ideolojik ve eylemli mücadele yürütmek gerekir. Yoksa bu anlayışın sahipleri nasıl kendileri bu anlayışı içselleştirmişlerse eşlerinin, çocuklarının ve dahi yakınlarının da içselleştirmesi için ellerinden geleni yapmışlardır. Dolayısı ile bu koşullandırmalar altında ve AKP’ye taraf olan herkes; olup bitenleri olağan sayarlar. Onlara göre düşmanın parası da, namusu da helal sayıldığı için çalınan, çırpılan paralarda cumhuriyetin parasıdır ve de onlara helaldir. Zaten Osmanlı hayranlıklarının ve son zamanlarda bu yönde yürüttükleri kampanyaların da altında yatan şey bu gerçeklerdir.
Anlayış bu olunca, bunların utanma, arlanma duygularına seslenerek sonuç almanın olanağı büyük ölçüde ortadan kalkmıştır. Zaten kendilerine yöneltilen eleştiriler ne kadar haklı olursa olsun bu eleştirileri milli iradeden söz ederek karşılamaları boşuna değildir. Açıkça demek istiyorlar ki, biz çalsak da çırpsak da, her türlü yolsuzluğu yapsak da bize oy verenlerin gözünde pürü pakız. Eski Bakan Egemen Bağış, “Yüce millet karar vermişken, Yüce Divan’ın lafı mı olur” derken çok haklıdır. Yani ne yapılmışsa bizim yapmak istediklerimizi onaylayan yığınların gözünde suç değildir demektedir.
Gerçekten de bu konuda tumturaklı, onur monur gibi sözlere başvurarak sonuç almayı düşünmek boş yere konuşmaktır. İşledikleri suçlar ne kadar ağır ve ahlak dışı olursa olsun, onlar için ne yasaların değeri vardır ne de onurun. Yoksa insan kalkar da her adımda yargıya güvenmediğini söyler, yargıyı darbeci olarak niteler mi?
Bugün, Anayasa Mahkemesi’nin koltuğunda oturan Yüksek Mahkeme üyelerinin büyük çoğunluğunu Abdullah Gül seçmiştir. Bu üyeler eğer AKP ileri gelenleri tarafından tehdit ediliyor ve darbeci olarak nitelendiriliyorsa oturup konuyu bin kez düşünmek gerekiyor. Yani işin özeti bunlar için herkes her an düşman ilan edilebilir ve de ortadan kaldırımları inançlarının gereğidir. Arsızların, hırsızların gerçek konumları budur. Bu yüzden de olağan yöntemlerle bunlar iktidardan kolay kolay gitmeyeceklerdir.
%10 Seçim barajını nihayet Anayasa Mahkemesi görüşmüş. Bu görüşmeye Anayasa Başkanı Haşim Kılıç katılmamış, öteki üyelerin oylarıyla %10 barajının hak ihlali olduğu reddedilmiş. Ne çok umut besleyenler vardı değil mi, baraj aşağı çekilecek diye.
Ne diyelim, umut edilen dağlara kar yağdı kar.
Böylece de başkalarına verilen oyları kendisi almış gibi mecliste temsil edilen AKP’ye gün doğdu ki, işte bu çemberi kırmak gerekiyor.