TÜRKİYE’NİN HALLERİ

Yazan: Turgut Koçak 23 Haziran 2011

Yazının başlığını ‘Türkiye Nereye Gidiyor” koyacaktım aslında ama vazgeçtim. Türkiye’de dün de, bugün de sistem değişmediği sürece bundan sonrasının da aynı acılarla yaşanacağı gerçeğine önce bir parmak basalım. ‘Türkiye Nereye Gidiyor” diye sorsaydık sanki bu soruda geçmişe özentinin ve geçmişin savunulmasının izlerini bulmak olasıdır diye düşünüyorum.

Bu yüzden de yazımın başlığını ‘TÜRKİYE’NİN HALLERİ’ koydum.

Bir kez ülkemizde sömürü, baskı ve zulüm düzeni olan kapitalizm, kendi gelişimi içinde kendi çürümüşlüğünü yaşıyor. Çürüyen şeyse geberen yok olup gidecek olandır. Türkiye’nin sistemi de bu durumdadır. Elinizi nereye atsanız iflah olmaz bir çürümüşlükle karşılaşıyor, burnunuzun direği kırılacak gibi oluyor. Elinize aldığınız ne varsa lime lime dökülüp elinizde kalıyor.

AKP’nin hüneri ve kurnazlığı ile 12 Eylül 2010 tarihinde Anayasa oylaması yapıldı. Sözde getirilen bu AKP Anayasasıyla hak ve özgürlükler artacak, burjuva anlamda da olsa demokrasinin sınırları genişleyecekti. Kimilerinin “Yetmez ama evet’i bir yanılgıda olsa, bir iyi niyet de taşısa sonucu Bay Tayyip’in hanesine yazılmıştı. Anayasa halkoylamasına sunuldu ve sonuç anlasana olarak tescillenmiş oldu. Sonrası malum; hak ve özgürlüklerin sınırlarının genişlemesi şöyle dursun, hak ve özgürlüklere AKP iktidarınca doğrudan tecavüzler birbirini izledi. İnsanlar salt kendilerine muhalif diye cezaevlerini boyladı. Kürt hareketine karşı acayip milliyetçileşen Bay Tayyip açılımı maçılımı unuttu. Öğrenciler, eğitim hakları için bir sürü nedene bağlı olarak hareketlendiğindeyse karşılarında Bay Tayyip’in polisini buldu. Dünyanın gözleri önünde coplandılar, gazlandılar, yerlerde sürüklendiler. Yetmedi tutuklanıp içeri gönderildiler. Aylarca süren mahkeme öğrencilerin böylesine bir isteği karşısında bile en sert tutumu takınarak onları tahliye etmedi. Sendikalar sendikal haklarını kullanamaz hale düşürüldüler. Ya ÖDP’ye yönelik operasyonlara ne demeli? ÖDP üye ve yöneticilerinin evleri basılarak gözaltına alınıyorlar. Tıpkı 12 Eylül dönemini aratmayan sahneler yaşanarak evlerde bulunan kitaplar darmadağın ediliyor. Bütün bunların fitilini ateşleyense Hopa’daki Bay Tayyip’in protesto edilmesi. Bütün bunlar yasal sınırlar içinde mi gerçekleştiriliyor dersiniz? Zaten yargı öyle bir tımarlandı ki, hepsi de bir boyda fidanlar haline getirildi neredeyse. En son; dernek ve sendika üyesi ve yöneticisi olan savcıların, yargıçların HSYK tarafından görev yerleri değiştirilerek Ankara dışına atamaları yapıldı. Özetle Bay Tayyip’in hukuk anlayışına ters düşenlerin üstü çizildi de denilebilir. Burada kısaca soluklanarak şunu söyleyebiliriz: bu atamaları gerçekleştirenler kendileri de birer hukuk insanı olduklarına, bizler de gerektiğinde bunlardan hukuk hizmeti alacağımıza göre demek ki, daha çok çekeceğimiz var demektir.

Bilindiği gibi YSK, daha önce de bağımsız adayların bazılarının adaylığını iptal etmiş, ortalık karıştıktan sonra aldığı kararı yine kendisi değiştirmişti. Şimdi ise en çok oyu alan Hatip Dicle’nin milletvekilliği AKP’nin YSK’ya başvurması sonucu düşürüldü. Yerine ise AKP’nin adayının milletvekili olmasına karar verildi. Yani AKP, hak etmediği bir milletvekili daha kazanmış oldu. Sonra; Mustafa Balbay, Mehmet Haberal gibi kimseler milletvekili seçildikleri halde özgür bırakılmalarının önüne engeller konulmaya başlandı. Savcı özgür bırakılmamaları doğrultusunda istemde bulunarak topu mahkemeye attı. Bunda ne var, yargı istediği gibi karar alabilir bağımsızdır diyebilirsiniz, ancak kazın ayağı hiç de öyle değildir. Cezası yargı kararı ile kesinleşmemiş her kim olursa olsun suçsuzdur gerçeğinin o zaman ne önemi kalır ki? Ve zaten son zamanlarda yargının kesinleşmiş kararına da gereksinim duyulmamaktadır. Birilerinin gerçeğinde birçok insan zaten peşin pişin suçlu ilan edilmemiş midir? Edilmiştir. Kimi tutukluların kendilerini savunma hakları bile olmaması karşısında bu peşinciliğin bir anlamı olsa gerektir. Burjuva hukuku da olsa bizim bildiğimiz kadarıyla bir işleyiş ve uygulama silsilesi vardır. Buna uymayanların zihniyeti çürümemiştir de nedir?

Sonra çürümüş sistem ve o sisteme ölümüne bağlı yöneticilerin 12 Haziran 2011 seçimlerinde halka vaat ettikleri şeylerin onda birini bile gerçekleştirme şansları var mıdır? Yoktur. Peki, bu durumda dibine kadar halka yalan söylemiş olmuyorlar mı? Bu yalanların hepsi bir çürümüşlüğün patlayıp dışa vurması değil mi?

Dedik ya, ülkemiz dışa bağımlı kapitalizmi çürümüştür. Dolayısıyla onun bütün kurum ve kuruluşları da çürümüştür. Ülkemizde yaşanan bunca olumsuzluğun ve keyfiliğin de nedeni budur. AKP çürümüştür, CHP, MHP özetle bütün sistem partileri çürümüştür. Bugün AKP’nin elinden iktidarı alsak acaba geriye ucubenin dışında ne kalabilir? AKP’nin başı, kral hükmünde hükümleri ve belirleyiciliği olan Bay Tayyip’in hal ve gidişi nereye oturtulabilir? CHP’nin sürekli olarak kongrelerle gün geçirmesi, kendi içine yönelik bitmeyen kavgalarının nedenini çürümüşlüğün dışında neyle açıklayabiliriz. Kendimi bildiğim günden bu yana milletvekili olarak gördüğüm kişilerin kendilerini hiç sorgulamamış olmaları çürümüşlüğün değil de sağlıklı olmanın bir işareti midir? MHP’ye bu ülkenin hangi nedene dayandırılarak gerekesinim duyması söz konusudur? Milliyetçiliğin ötesinde ufuksuzluğu görülüp duran tık nefes faşizan bir anlayış kime ne verebilir?

Daha sayamayacağımız kadar çoktur Türkiye’nin halleri. Borsa, sıcak para, para ile para vurgunu, kıyıların ve orman arazilerinin yağmalanması, döviz, altın bir gecede köşe, bir gecede dibe vuruş. Seçimler öncesi Bay Tayyip’in tehdit ettiği İnan Kıraç, bütün bunlar yaşanmamış gibi Bay Tayyip’le İnan Kıraç’ın nedeni belli olmayan görüşmesi, Suriye ve Libya’ya karşı Abdullah Gül’ün ve Bay Tayyip’in ileri geri konuşmaları, Obama’nın konu ile ilgili Bay Tayyip’le telefonda görüşmesi, Antalya’da ağırlanan sözde Suriyeli muhalifler. Evet, evet, hepsi, hepsi Türkiye’nin halleridir aslında. Çürümüşlüğün ve can çekişiyor olmanın da adıdır. Sanıyoruz Türkiye’nin komünistleri de bu hallerden kendilerine bir çıkış yolu bulacaklardır. O kadar.