Yazan: Turgut Koçak 5 Mayıs 2020
Fikri Sönmez 1938 yılında Fatsa’nın Kabakdağ Köyünde doğdu. 1960’lı yılların ortalarında herkes gibi o da TİP’e üye oldu. Daha sonra özellikle gençlik hareketlerinde yaşanan arayışlar Fikri Sönmez’in de TİP’ten kopmasına, Mahir Çayan ve arkadaşları ile birlikte davranmasını getirdi. Bununla birlikte o 68’liler diye anılan devrimcilerden daha büyük olduğu için yaşanan bu bölünme sonrasında pek çok genç devrimcinin gösterdiği tepkici bir konumda asla olmadı.
1969 -1970 yılında Türkiye İşçi Partisi’nin Sinop’ta örgütlenmesini sağlamış, gençliği de parti çevresinde toparlamak amacıyla Sinop Kültür Derneği’ni kurmuştuk. Memur olmam nedeniyle TİP’te görev alamamıştım ama Sinop Kültür Derneği’nin başkanıydım.
Fikri Sönmez’le tanışmamıza geçmeden önce TİP ve Sinop Kültür Derneği’nin kuruluş öncesinden biraz söz etmek isterim.
Hastane’de 5 saatlik mesaim bitmişti ama acil bir hasta olduğu için röntgende bir hastanın akciğer filmini çekiyordum. Kapı vuruldu, bizimle birlikte çalışan Hamit, “Ankara’dan bir misafiriniz var, sizi bekliyor” dedi kapıyı kapattı.
İşimi bitirdim, hemen beni arayan arkadaşı bulmak için dışarı çıktım. Baktım bir bankta Yalçın Cerit oturuyor. Hemen hoş beş edip içeri geçtik. Bir haftadır Sinop’ta olduğunu, benim burada olduğumu bilmediğini, Ankara’dan yeni söylemişler o da dönmeden önce beni görmek için gelmiş. TİP’i Sinop’ta kuracakmış ama kimseyi bulamadığı için başaramamış, üstelik de hemen dönmesi gerekiyormuş. Kendisine dedim ki “tamam ben iki üç gün içerisinde TİP’i burada kurarım, madem gideceksin evrakları bırakıp git, gerisini düşünme” dedim. Çok sevindi. Evrakları aldım, üstümü değiştirdim birlikte hastaneden çıktık. Kendisine yemek yemeyi teklif ettim ama yanıma gelmeden yediğini söyledi. Birlikte sahilde bir çay içtik. Samsun arabasına bindirip gönderdim.
Hiç zaman yitirmeden Dil Tarih’ten arkadaşım Hüseyin’i buldum. Onunla birlikte liseyi yeni bitirmiş genç bir arkadaşımızı da yanımıza aldık. Doğru balıkçı bir tanıdığın yanına gittik. Balıkçı, Hüseyin ve bir birkaç kez ya gördü ya görmedi, bizde öyleyiz. O daha çok Liseyi yeni bitirmiş arkadaşımızı tanıyor. Konuşmaya başlıyoruz. Solculukla ilgili çok şey biliyor fakat bir türlü partinin kuruculuğunu üstlenmek istemiyor. Bize durmadan hoşumuza gidecek şeyler söyleyip duruyor. Bir ara şöyle dedi; “Olma keser gibi hep bana hep bana, ol testere gibi bir sana bir bana.” İyi de biz buraya hikaye dinlemeye gelmedik ki diye rahatsız olmaya başlamıştım, Hüseyin’de tıpkı benim gibiydi.
Tam, “hadi gidelim işimize bakalım diyecektim ki” balıkçı birden kayıkta doğrulup ayağa kalktı. “Gençler bu işi ben yapamam fakat size bir adres vereceğim gidin oraya o size yeri de bulur, partiyi de kurar” dedi. Tamam, buna da razı idik. Hemen adresi aldık doğru Sinop’un girişinde denizin kıyısında o zamanlar oto tamir boya kaporta işleri yapan dükkanlar vardı oraya gittik. Tam aradığımız kişiyi soracaktık ki dükkanın karşısında boş bir yere oturmuş çay içen adamların arasından birisi bize seslendi. “Gençler birisine mi baktınız” diye sordu.
Ben, “evet” dedim, “kaportacı, Yaşar Usta’yı arıyoruz.”
“Gelin bakalım, tam aradığınız yere geldiniz, nedir benden isteğiniz” diye sordu.
Ben, TİP’i kurmak istediğimizi yer ve kurucu bulmamız gerektiğini söyler söylemez, eliyle bıyıklarını sıvazladı, teker teker yüzümüze baktı, bir yandan da bu işi ben yapamam diyecek diye içimden fırtınalar esiyor. Birden; “o kolay canım” dedi, “ hele siz şu çayımızı için bir.” Üçümüz de derin bir nefes aldık. Sonra Yaşar Usta bir çırağı çağırdı, “oğlum git bak bakalım şu görünen yerin üst katı boştu anahtar kimdeymiş, eğer orada bir esnafa verdiyse al gel anahtarı” dedi. Çocuk koştura koştura gitti biraz sonra da anahtarla çıkıp geldi.
“Şimdi size masa sandalye lazım, canınızı sıkmayın şimdi onu da hallederim” dedi fakat yönetici kim olacak? Bunu konuşmadık daha. Bıyıklarını bir kez daha sıvazladı ve “Ben olamam adli sicilim var, Çerkez Selahattin Başkan olur yanına da kaç kişi gerekliyse ben bulur veririm yarın da dilekçenizi verirsiniz TİP de kurulmuş olur. Ben içerde TİP’lilerden az şey öğrenmedim gençler, onların sayesinden adam oldu adam” dedi.
Gidip Selahattin’i bulduk. Selahattin ikilemedi bile. Ama yer için orası olmaz biraz çarşının dışında ben hemen çözerim bu işi diyerek birlikte vilayetin yakınında tam çarşı’da iki dairenin ikisini de tuttuk. Dairenin birisi TİP olacak diğeri de Sinop Kültür Derneği. Böylece kısa bir süre içinde pek çok genç insan örgütledik. Selahattin 1969 seçimlerinde TİP’in milletvekili adayı oldu ve TİP Sinop’ta çok yüksek bir oy aldı.
Böylece ben, Sinop’tan Ordu’ya kadar her yerde pek çok devrimci tanıdım. İlk tanıdığım arkadaş Samsun Alaçam’dan İsmail Yeşilyurt oldu. Sonra Çarşamba’dan kendisi SSK’da çalışan Baki vardı onu tanıdım. Bu arkadaşların hepsinin de gözü karaydı. Kısacası korkusuz insanlardı. Hele Çarşambalılar silah külah denmeye görsün bir acayiptiler. İsmail aracılığı ile de Terzi Fikri ile tanıştık. Terzi Fikri İsmail arkadaşımızdan da büyüktü. Ama dedim ya Karadeniz insanı korkusuz olur o da öylesine korkusuz yiğit bir Karadeniz çocuğuydu. Mustafa Atasoy’da Orduluydu. Sinop Kız Öğretmen Okulu’nda öğretmendi. Onun sayesinde Ordu’dan Atasoyları tanıdım fakat tanışıklığımız Mustafa Atasoy aracılığı ile olmadı. Samsun’lu İsmet (çördük) ve Baki aracılığı ile oldu.
Biz böylece Sinop’tan Ordu’ya kadar uzanan bir alanda hep dayanışma içinde olduk. Birimize bir şey olsa hepimiz oraya koştuk. Ben ayrışmada diğer arkadaşlar gibi TİP’ten çekip gitmedim. Bir yandan TİP içinde bir yandan da DEV-GENÇ içinde oldum. Nasuh Mitap’la Sinop ilçe ve köylerinde çok dolaşıp propaganda yaptık. Uzatmamak için kısa kesmek istiyorum. 12 Mart 1971 sonrasında Sinop’ta bomba ile yakalandım, memuriyetten de atıldım. Sonrası geldi. İsrail Konsolosu Efraim Elrom’un kaçırılmasından dolayı rehin edilip Ankara’ya getirildik. Bizimle birlikte İsmail Yeşilyurt’u da getirmişlerdi.
Sinop’ta bombadan gözaltına alınınca bizi savcılığa çıkardılar. Savcı Berrin Taş’tı. Ben kendisine yayın da verirdim, çeşitli konularda arada sırada da konuşur, düşün alış verişinde bulunurduk. Hüseyin’le bizi içeri aldı. Polislere ise “siz dışarda bekleyin” diyerek dışarı çıkardı. Uzun uzun sohbet edip çay içtik. Sonra da polisleri çağırıp; “Soyunun ulan üstünüzdeki elbiseleri, sizi işkence yapmaktan görevden alıyorum” dedi. Polisler yalvar yakar oldular. Emir kulu olduklarını, kendilerine verilen emri yerine getirdiklerini söylediler. Hüseyin isimli 27 Mayıs öncesi öğrenci gösterilerinde attan düştüğü için ayağı kırılan bu yüzden de hafif topallayan polise savcı dedi ki” Ulan sen daha akıllanmadın mı, ben senin ağababalarını duman etmişim seni mi etmeyeceğim” diye iyi bir korku verdikten sonra “ulan bir daha bunların kılına dokunursanız sizi görevinizin başında koymam bilesiniz, şimdi takipsizlik veriyorum anladınız mı” deyip dışarı kovdu.
Bize de ”biraz daha oturun gidersiniz” diyerek bekletti. Anladım ki polislerin gitmesi için bizi bekletmişti. Dışarı çıktık bir de ne görelim, Terzi Fikri Sönmez, İsmail Yeşilyurt, İsmet daha isimlerini bilemediğim başka arkadaşların hepsi koridorda bizi bekliyorlar. Sarmaş dolaş, kucaklaşmalardan sonra sahile inip birlikte çay içip sohbet ettik onlar da Samsun’a döndü.
Daha sonra da pek çok görüşmelerimiz oldu. Görüşmelerimiz Kızıldere olayından dolayı uzun süre kesildi. Bölgenin en etkili kişilerinden olan Fikri Sönmez Dev-Yol çizgisini benimsedi. Ben, 1972 yılının sonlarına doğru TSİP’in kuruluş çalışmalarını sürdüren çevre ile birlikte hareket ederken İsmail Yeşilyurt ise 1970’lerin ortalarında siyasal olarak şekillenen Kurtuluş içinde yer aldı.
Evet, Terzi Fikri ile farklı çizgideydik fakat onu ben her zaman farklı bir yere koydum. Çünkü iyi bir ağabeydi, kusursuz bir devrimci ve inanılmayacak denli halkla kolay ilişki kuran tam bir halk adamıydı.
Belediye Başkanı olmadan önce birkaç kez daha görüşmemiz oldu daha sonra ise ilişkilerimiz kesildi. 4 Mayıs 1985 yılında yaşamını yitirdiği gün ben Van’da idim. Van ve diğer bölge kentlerinde partinin kapalı çalışmasını yürütüyordum. 5 Mayıs’ta Diyarbakır, Urfa üstünden Ankara’ya gelinceye kadar içim korkunç acıdı. Çünkü yürekli bir yoldaşımızı yitirmiştik o Dev-Yolcu’ydu fakat hepimizin Terzi Fikri’siydi.
Öyle düşünmeyenler varsa da demek ki o bizden değildir. Çünkü Fikri Sönmez hepimiz adına bir mevzi kazanmıştı. Sönmez, mevziyi denizden ve karadan askeri birliklerle Fatsa’nın sarılıp düşürüldüğü güne kadar da korudu.
Bu yüzden Terzi Fikriler bizim moral kaynağımızdır…