TEHDİT ÇETELERİ

Yazan: Turgut Koçak 29 Haziran 2021

Önce geçmişe kısaca da olsa gitmek gerekiyor. Biliyorsunuz 1970’li yılların ortalarından itibaren mevcut sağ iktidarlar tarafından özellikle de MHP tarafından sokak harekete geçirildi. Sokak harekete geçirildi derken tabi ki de işi bu kadar basite almıyoruz. İşin içinde uluslararası bağlantılar var. Her şeyden önce ABD ve saldırı ve savaş örgütü NATO var. NATO’nun gladyosu var. Gladyoya devşirilmiş sağcı ve milliyetçi kesimlerden sürüyle insan var. Adalet Partisi, Milli selamet Partisi özellikle de MHP ve Ülkü Ocakları var. Özellikle MHP diyoruz çünkü bu partinin başındaki kişi Türkeş’in Sokak hareketlerinin başlamasındaki rolünü biliyoruz. Bilmeyenler varsa konuyu MHP hakkında açılan dava dosyalarından öğrenir.

O zaman da tıpkı bugünkü gibi bir yerler işaret edilir ve de bu işaretten vazife çıkaranlar harekete geçerek şehirlerimizin sokaklarını kana bularlardı. Süreç içinde iş bu cinayetleri de aştı kitle katliamlarına dönüştürülerek iç savaş çıkartılmak istendi. Bütün bu gelişmelerin arkasında ise ABD ve NATO vardı çünkü ABD ve NATO anti-komünistliği eylemli bir çıkışa ulaştırmak istiyordu. Ulaştırdı da.

Sonuçta ne mi oldu? Ülkemizde 5000’nin üzerinde gencimiz ve ülkenin değerli insanları katledildi. Onların yaşamları ellerinden alındı. Çocuklarımız genç yaşlarında kara toprağın altına girdi. Gerçi bu kışkırtmalar ülkeyi adım adım 12 Eylül 1980 faşizmine götürdü ve solun ezilmesini sağladı ama bir ölçüde de olsa MHP’liler de olup bitenlerden nasiplerini aldılar sayılır.

Ama görüldüğü gibi değişen hiçbir şey yok. O günlerde de bazı kimselerin gözünü ırkçılık ve kör inanç kör etmişti bugün de aynısı yaşanıyor. O günlerde kimler nasıl hizaya getirilecek Türkeş ve Ülkü Ocakları Başkanı konuşup mesajını veriyordu bugün de aynısını Devlet Bahçeli ve Ülkü Ocakları Başkanı yapıyor. Yani dün Milliyetçi Cephe ile kitleler karşı karşıya getiriliyordu bugün de cumhur ittifakı olarak aynı şey yapılıyor.

O günlerde aynı işi Pol-Bir’li polisler gerçekleştiriyor yığınları susturmak için her yola başvuruyordu bugün de daha beteri yaşanıyor. Öyle ki olağan bir basın açıklaması bile yapılamıyor. Kimi gösterilerde tepki veren halk bile evlerinden polis zoruyla gözaltına alınıp zorbalığa uğruyor. Görevini yapan gazetecilerin kameraları kırılıp kendileri ters kelepçeye vurularak ölümle burun buruna getiriliyor.

Sözünü ettiğimiz çevrelerin mesajları yüzünden sokakta kaç gazeteci öldüresiye dövüldü? Kimi siyasetçiler nasıl ölümden döndüler iyi biliyoruz.

Son olarak Ülkü Ocakları Başkanı Yıldırım TELE1’i tehdit etti. Birileri de TELE1’e sanırım saldırı yapmak için gidip keşifte bulundu, binanın giriş yerlerinin resmini çektiler. Arkasından tespit edilen bu kişiler kaçmak zorunda kaldılar ama sonuçta kaçtılar. TELE1 yöneticileri ise saldırı amaçlı bu resim çekmiş ini kanıtlarıyla birlikte savcılığa suç duyurusunda bulundular.

Şimdi bütün bu olup bitenleri olağan olarak görebilir miyiz? Onca gencini ve değerli insanını kara toprağa veren bu ülkenin halkı olarak atılan adımlardan kaygılanmayız da kulağımızın üstüne mi yatarız yoksa saldırıyı demokratik güçler olarak hep birlikte püskürtmek için dayanışma içinde mi oluruz?

Elbette dayanışma içinde olmamız gerekir. Bu kışkırtmaların sonucu doğabilecek bütün tehditleri de savuşturmamız daha kolay olacaktır.

Diyorum ya daha dün Deniz Poyraz kızımızın katledilmesi yukarıda dile getirdiğim yönlendirmelerle gerçekleşmiştir. Bu yüzden de bize vurdumduymazlık yakışmaz. Ki yanlışlara düşersek hiç ama hiç unutmayalım 12 Eylül önce katledilen 5000 genç ve değerli insanımızı aklımızdan hiç ama hiç çıkarmamalıyız.

Ancak o zaman oluşmuş ve oluşturulacak olan tehdit çetelerine izin vermeyiz.

Bilinsin istedim de…