SULAR BULANMADAN DURULMAZ

Yazan: Turgut Koçak 16 Aralık 2014

Sen gazetende yıllarca besle, doyur, adamı gazeteci mevkisine yükselt, o da bulunduğu yerden ilericilere, devrimcilere, sosyalistlere veryansın etsin, sonra da işler tersine döndüğünde bu kez de bir kez daha güçlünün yanında yer alarak Recep Tayyip Erdoğan ve taifesinin yanında yer alsın. Kimden söz ettiğimizi merak ettiniz değil mi? Hüseyin Gülerce’den. Bu gibi insanlar her zaman bir yolunu bulurlar ve bir yerlerde kendilerine verilen görevi yerine getirdikten sonra koşullar değişince de tam tersi saflarda yerlerini tereyağından kıl çeker gibi alırlar. Bunların toplum katında bir inandırıcılığı var mıdır diye sorarsanız; elbette yoktur ama kurulan kumpasların kurulmasına ve tanıklığına aday da oldukları için bu gibiler her zaman sağlığa zararlı mikrop gibidirler.

Görüldüğü gibi öteki bütün operasyonlarda olduğu gibi cemaate karşı yapılan operasyonda da Kaç/ak Saray’da oturan Recep Tayyip Erdoğan Bey yine işin en tepe noktasındadır. Bir savcı titizliği ile kim tutuklanacak, kimin inine girilecek o karar verir, kimileri de verilen kararı uygular. Oysa düşünüldüğünde oturduğu koltuk böylesi girişimleri asla kaldıracak bir mevki de değildir, yer de.

Ne varki, adı geçen kişinin olup bitenleri sağlıklı bir şekilde gözden geçirip öyle davranacak ne bilgi birikimi vardır ne de savunduğu dünya görüşü farklı davranmasına elverir. Bu yüzden de kendisine yönelik bütün eleştirileri hadlerini bildirerek yanıtlamak gayretindedir.

Daha düne kadar Avrupa Birliği’ne girmek için ortalığı velveleye veren Recep Tayyip Erdoğan ve AKP takımı şimdilerde bir numaralı AB karşıtı olmuş çıkmışlardır. Öyle ki, olağan uyarılarda bulunulduğunda bile “aklınızı kendinize saklayın” diyerek AB ile tüm bağları koparan davranışlar sergileyebilmektedir. Oysa daha düne kadar AB ile birlikte Türkiye’de birtakım çevreleri hizaya getirmek için neler yapmamıştır neler. Ana Muhalefet partisi CHP’ye yönelik birtakım girişimlerin bile planlanması birlikte yapılabilmiş, AB yöneticilerinin CHP’ye yönelik eleştirilerine birlikte ortam hazırlanmıştır. Şu cemaate çekilen operasyon sonrası AB’den gelen eleştiriler üzerine Recep Tayyip Erdoğan sözümona birilerinin “vay be” diyeceği yönünde ucuz sözler sarfederek sanki ülkenin içişlerine kimseyi karıştırmıyormuş havası vererek babayiğit rolü oynamaya kalkmaktadır.

Söyledik, söylüyoruz, daha dün ABD ve AB ne söylerse onu yapan birisi için bu sözlerin bizce hiç ama hiç değeri yoktur. Yarın kalkıp tam tersini söylerse kimsenin de bu durumdan şaşkınlığa düşmemesi gerekir.

Nitekim şu çok konuşulan Kobane sorunu ile ilgili olarak ABD’den farklı düşündüğünü dile getiren Recep Tayyip Erdoğan’ın Obama’dan gelen talimat üzerine nelere izin verdiğini, nasıl bir davranış içine girdiğini de bilmeyenimiz yoktur. Ne demiş muhterem? Cemaate çekilen operasyonun basın özgürlüğü ile alakası yok. Var mı yok mu bilmiyoruz ama Recep Tayyip Erdoğan’ın dünden bugüne yöneticiliği döneminde televizyon ve gazete binalarına girilmesini ve onca gazetecinin tutuklanıp içeri atılmasını bir düşünürsek muhteremin sözlerinin hiçbir değerinin olmadığını da açıkça görürüz.

Özgürlüklerin hiçe sayıldığı alan sadece basın mıdır? Hiç kuşkunuz olmasın ki değildir. Hemen her tarafta özgürlükler büyük saldırı altındadır. Haklarını kullananların haddi polis tarafından derhal bildirilmekte, akıl almaz uygulamalarla insanlar gözaltına alınıp türlü çeşitli yaptırımlarla karşılaşmaktadır. Önceki gün Adana’da taziye çadırı kurmak isteyen HDP’lilere yönelik sahneyi gördük. Polis bir göstericinin ağzına elini sokmuş susturmaya çalışmaktadır. Bu görüntüyü televizyonlarda izleyen bütün dünya Türkiye’de özgürlüklerin bu zihniyet tarafından nasıl yok edildiğini bütün çıplaklığı ile görmektedir.

Bu kadar değil ki, Recep Tayyip Erdoğan’ın Kaç/ak Sarayı’nın lüksü ile ilgili konuşan her söylediği tunne sözüyle özetlenecek Hülya Avşar kalkıp ne dedi? Benim evim saraydan daha lüks. (Onun evinin lüksü tabiki de bu ülkede bir şeyleri anlatıyor) ama bir sanatçı öylesine yılışık ve yaranma sözleriyle kalkıp bir şeyler söylerse sanatçı olup olmadığı ile ilgili de karşı sözleri hak eder. Zaten herkes bilir ki, Hülya Avşar’ın sanatçılığı fiziki görünüşüyle sınırlıdır o kadar. Kılıçdaroğlu için 100 bin TL’ik dava açmış niye? Kılıçdaroğlu kendisini eleştirdiği için.

O ne demiş karşılığında; Kılıçdaroğlu lider değildir, esasen benim gözümde siyasetçi de değildir." Anlaşıldı Hülya Avşar’ın gözünde lider ya da siyasetçi olmak için faşist olmak gerekiyor. İnsan her konuda donanımlı olmayabilir. Bu durumda da en büyük erdem konuşmamaktır. Oysa Hülya Avşar’ı her alanda görüyoruz. Sanatçıyı o seçer, Kürt sorunun çözümü onun alanına girer, kim siyasetçi kim değil o bilir. Kısaca her yere eli de dili de uzanır. Ama kimsenin onun hakkında tazminat davası falan açmak aklına gelmez.

Neyse uzatmayalım, Türkiye’de sular iyice bulanmıştır.

Kimse bu bulanıklığa bakıp da moralsizliğe düşmemelidir.