Yazan: Turgut Koçak 10 Kasım 2014
Bugün gazetelerin çoğunda ‘Ermenek / Güneyyurt kömür ocağında meydana gelen işçi katilamının suçunu patron devlete atmış’ diye yazan haberler var. Bazıları bu suçlamaya şaşırıyor, “nasıl olur hiç devlet suçlu olur mu” diye. Bu kafada olanları yıllardır dinleriz. Onlara göre devlet asla suçlu olamaz. Yani anlayacağınız devlet suçlu olsa da suçlu denilemez, denilmemelidir de. Oysa devletin ünlü tanımı nasıldır bir bakalım.
Devlet egemen güçlerin baskı aracıdır. Egemenler kim? Sermaye güçleri.
Sermaye güçlerinin iktidarını ayakta tutmak için baskı uygulayan kuruma ne deniyor? Devlet.
Madenin sahibi Saffet Uyar’da bu olayın suçlusunun devlet olduğunu söylüyor o kadar.
Madenler devletin elindeyken işçilerin iş güvenliğine sonuna kadar uyuldu mu? Uyulmadı.
Uyulmadığı için de yüzlerce işçimiz maden ocaklarında can verdi. Oysa başka ülkelerde 100-200 yıl önce yaşanan kazalar bugün yaşanıyor mu? Yaşanmıyor.
Çünkü orada devlet kazaların olmaması için alınması gereken tedbirlerin tamamını aldığı için kazalar neredeyse sıfıra indirildi. Peki, bizde gerilere gitmeye gerek yok, 100 yıldır maden ocaklarında çalışma yaşamında yapılan iyileştirmede ne kadar yol almışız. Bir arpa yol aldık desek o bile az. Yani maden ocakları devletin elindeyken de çalışma koşullarının iyileştirilmesi yolunda dişe dokunur adımlar atılmadı.
Vurguncu kapitalist zümre dış işbirlikçileri ile birlikte yeraltı zenginliklerimize göz diktikleri için sürekli olarak madenlerimizin özelleştirilmesini savundular. Sermayenin iktidarı olan iktidarlar da bu isteğe uyarak madenleri işverenlere peşkeş çektiler. Daha önce devletin elinde olan ocaklarda devlet ister istemez daha fazla kâr etmek gibi baskıcı bir çalışma yöntemini uygulamadığı için koşullar kötü de olsa işçilerin durumları hiç kuşku yok ki, bugünkünden daha iyiydi. Özelleştirildikten sonra ise masraf korkusu nedeniyle hem çalışma koşullarında hiçbir iyileştirme yapılmadı hem de işçilere verilen ücretler sürekli olarak düşürüldü.
AKP iktidarı döneminde yaşadığımız kazalar bu vahşetin iç yüzünü gözlerimizin önüne serdi. Çünkü madenler yandaşlara peşkeş çekilmenin yanında maden ocaklarının denetimi de hakkıyla yapılmadı. Çalışma Bakanı Faruk Çelik’in de itiraf ettiği gibi 50, siz deyin 150 hatırlı adam aracılığı ile işler yürütüldü ve gözetilen işadamları olurken, işçilerin de beli kırıldı. Kağıt üzerinde yapılan denetlemeler güllük gülistanlıkken gerçekte ocaklar birer ölüm kuyuları olarak işletilmeye devam edildi.
Her ölümlü olayın sonrasında da yöneticiler işi kadere bağlayarak, ölümün bu işin fıtratında olduğunu söyleyerek işçi yakınlarının kin ve öfkesini üstlerinden uzaklaştırma yoluna gittiler. İşçiler ve yakınları ise Allaha isyan edecek değillerdi ya şükredip acılarını içlerine gömüp oturdular.
Neymiş efendim? Has Şekerler Maden Ocağı’nın sahibi Saffet Uyar savunmasında suçlunun devlet olduğunu söylemiş. Şimdi devleti dokunulmaz bir fetiş haline getirenler Uyar’a veryansın ediyorlardır. “Şuna bak, hem suçlu hem de güçlü. Utanmadan bir de devleti töhmet altında bırakıyor” diye.
Şimdi gelelim Saffet Uyar’ın kendisini savunmak için devleti suçlamasına…
Gerilere gitmeye gerek yok. Şu Torba Yasası denilen yasa çıkarılırken niçin ocaklardaki çalışma koşullarının düzeltilmesi için her şeyin yapılması gerektiği yolunda bir kanun çıkarılmadı da baştan savma bir kanunla iş geçiştirildi acaba? Bu yasa kim adına görev yapan parmakların kalkmasıyla yasalaştı söyler misiniz? Bırakalım köktenci bir iyileştirmeyi maden ocaklarında yaşam odası zorunluluğu bile niye es geçildi? Devlet sıradan yurttaşının tepesinde Demokles’in kılıcı gibi sallanmasını bilirken nasıl olmaktadır da iş zenginlerin arabası dağdan aşması gerektiğinde her türlü yolu düz ediyor da, iş yoksullara gelince onların arabasını düz ovada şaşırtıyor dersiniz?
Son söz olarak, Saffet Uyar’n savunduğu düzeni savunmuyoruz elbette ama Saffet Uyar’ın bile tanısını doğru koyduğu “suçlu devlet” olgusunu biz sosyalistler hiçbir zaman gözümüzden kaçırmış değiliz…
Gerçekler böyle anlaşıla…