SOSYALİSTLERE AKIL VERENLERE DEĞİL AKIL ALANLARA BAKMAK GEREK!

Yazan: Turgut Koçak 8 Nisan 2014

12 Eylül sonrası yurt dışına sosyalist gidenler giderken sosyalistlerdi, dönerken çoğu liberal olarak gerisin geri döndüler. Artık bunları tutana aşk olsun. Ne menem şeyler yumurtladılar ne menem şeyler. İçlerinde sosyalizmi adi bir diktatörlük olarak nitileyenler mi dersiniz, 1917 Büyük Ekim Devrimi için pramatüre doğum diyenler mi dersiniz, Lenin’in öğretisine özellikle de parti anlayışına karşı çıkanlar mı dersiniz ortalığa bir doluştular ki, bunların salyalı köpüklü saldırılarını defetmek için az uğraşmadık. Ancak yaşanılanlar yaşandı, bu insanlar layık oldukları yerde yerlerini alarak yıkım görevlerini sürdürdüler. Bunların en göze batar sevdaları demokrasi konusuydu. Herbiri birer demokrasi havarısi olarak her yere dağılmış demokrasi övgüsü yapan konuşmaları ve yazılarıyla dikkatleri üstlerine topluyorlardı. Bunların ellerinin altında 12 Eylül faşizminin iyice yıldırdığı epey döküntü vardı. Bu döküntüleri de fişekleyerek sosyalizmi sorgulamayı devam ettirdiler. Bunların en çok yüklendiği şeyin başında da sosyalist parti modeli geliyordu. Onlara göre sosyalist parti modeli (Leninist parti modeli demek daha doğru olur) yanlıştı, bu yüzden de sol bir türlü örgütlenip bir güç olamıyordu. Bu yüzden Sosyalist parti modelini tersine çevirdiler. Sırayısıyla sayarsak bunların önerdikleri parti modelinin ideolojik birliği, örgütsel birliği olmayacaktı. Canı isteyen neyi savunursa savunsun gelip parti içinde yer alabilecek, parti içinde ayrı ayrı öbekler oluşturabileceklerdi. Üstelik yukarıdan aşağı örgütlenmek de parti içinde despotik bir yapılanma yarattığı için bu örgütlenmenin yerini tabandan örgütlenme yani aşağıdan yukarıya örgütlenme biçimi almalıydı. Lenin’in bugüne kadar özenle savunduğu Demokratik Merkeziyetçi işleyiş ise hemen terkedilmeli parti içinde efil efil bir demokrasi rüzgarı esmeliydi. Bunlara göre politika artık sınıflar gerçeği üstünden değil, içinde değişik sınıf ve tabakaları barındıran halkçılık üzerinden yürütülmeliydi. Her inançtan, her etnik kökenden ya da sınıftan kimseler kendi gerçekleri çerçevesinde parti içinde yer alabilirlerdi. Parti içinde sınıf çıkarlarını savunanlar yer almalıydılar ancak bunların görüşleri asla parti içinde dayatmaya yönelmemeliydi. Hem sınıf çıkarlarını savunmak söz konusu olursa onlarda sorunlarını hangi etnik kökenden geliyorlarsa o grup içinde sınıf çıkarlarını savunabilirlerdi. Yani anlayacağınız burada kurban edilen şey sadece ve sadece sosyalizmdi. Yukarıda söyledik, demokrasi denilen sihirli sözcük artık herkesin dilindeydi. Bu sözcüğün açmayacağı kapı da yoktu. Kiminle konuşsanız demokrasinin her derda deva olduğunu duyuyordunuz. Bunlara göre demokrasi saf bir şeydi ve de herkesi kucaklardı. Bugüne kadar öğrendiğimiz burjuva demokrasisi ve sosyalist demokrasiyi konuşmak ise gereksizdi. Bunlar konuşula konuşula demokrasinin özünde bir diktatörlük olduğu unutturulmaya çalışıldı. Demokrasiyi 24 saat konuşursak; burjuva demokrasisinin bir diktatörlük olduğunu hem de ezici bir çoğunluğun üzerinde diktatörlük olduğunu da unutur giderdik. Hem şimdi moda demokrasi olduğuna göre sosyalist demokrasiyi savunanların da diktatör olduklarını söylemek ve ağızlarının payını vermek gerekirdi. Evet, sosyalist demokrasi bir diktatörlüktü ama büyük bir çoğunluğun küçük bir azınlık üzerinde diktatörlüğüydü. Üstelik bu diktatörlük sosyalist sistemin kuruluş dönemi için gerekliydi. Sınıfsız, sınırsız, sömürüsüz bir topluma yani komünist topluma geçildiğinde ise artık diktatörlüğe de gerek kalmayacak, devlet aygıtı da sönümlenip gidecekti.

Gerçekler doğru okunmadı. Birtakım soldan çark etmişler artık burjuvazinin beşinci kol görevini yapmalarının da ötesine geçerek doğrudan burjuvazinin silahşörlerine dönüşmüşlerdi. Başlangıçta solun içinden çıkanlar bu görevleri yüklenirlerken, daha sonra bu görevi Kürt ulusal hareketinin yüklendiğini gördük. Kürt ulusal hareketi, ulusal amaçları doğrultusunda politikalar yürüttükleri için sınıf gerçeğinden uzak etnik ve inanç boyutu ağır basan politikaları her fırsatta başat olarak solun ve sosyalist solun önüne koydular. Öyle ki bugün HDP projesinin içinde yer alan yapılara ve savunduklarına baktığımız zaman bu gerçeği bütün çıplaklığı ile görüyoruz. Örneğin SDP parti simini bile Sosyalist Demokrasi Partisi koymuş ama “parti zihniyetinde de devrim yapılmalıdır” diyen Kürt ulusal hareketinin yukarıda belirttiğimiz görüşleri bir bir dayatması karşısında gıkını bile çıkarmadan sessizliğini korumuştur. HDP’nin diğer bileşenlerinin durumu da SDP’den çok farklı değildir. Tabandan örgütlenme, tabanın sesinin partinin sesi olması gerektiği konusu her fırsatta söylenmiş, bununla birlikte Abdullah Öcalan’ın ziyaretine giden kimselerin yolu gözlenerek politika tek irade denilen Öcalan’ın ağzından çıkanlar üzerinden kurulmuştur.

Sonuç olarak; çürümüş ve çöplüğe atılmış bütün görüşler, bugün Kürt ulusal hareketi ağzından sosyalistlere yeni söylenmiş şeyler gibi yazılıp çilzilerek propaganda edilmektedir. Kaldıki 200 yıldır bu yaklaşımları bilmemize karşın bazılarının yeni duyuyorlarmış gibi yapmaları yok mu, işte bu çok önemlidir.

Politikalarını sosyalizm karşıtlığı ve düşmanlığı üzerinden kuranların hesapları bilinmeli ki boşa çıkarılacak, sahneye sürülen her modelin modası bir sonraki gün geçecek, geriye sadece ve sadece enkazlar kalacak, sosyalizm ise her fırsatta insanlığın önüne bir kurtuluş seçeneği olarak çıkacak hem de parti anlayışı ile birlikte.