Yazan: Turgut Koçak 16 Nisan 2013
Bildiğiniz gibi dünyaca ünlü piyanistimiz Fazıl Say’a “Halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama” suçundan İstanbul 19. Sulh Ceza Mahkemesi 10 ay ceza verdi. Cezaya konu olan şiir ise Ömer Hayyam’a ait. Böylece verilen ceza bir anlamda Ömer Hayyam’a da verilmiş oldu. Bizler, AKP iktidara gelmeden önce de bu zihniyeti tanımıyor değiliz. Bu zihniyet gelmiş geçmiş tüm zamanlarda sanata ve insanlığa düşman olarak bugünlere kadar politik varlıklarını sürdürebildilerse nedeni soygun düzenini sürdüren sistemin halk düşmanı olduğundandır. Çünkü gerçek sanat ne safsata tanır ne de halkı kandırarak köleleştirilmesini sağlayan düzen savunuculuğu. Fazıl Say’a verilen ceza kimilerine göre önemli değildir. Sonunda verilmiş olan ceza 10 aydır, zaten ertelenmiştir de. Ancak kazın ayağı hiç de öyle değildir. Bu ceza aslında kendi iktidarları için tehlike görülen sanatçılara yönelik apaçık bir gözdağıdır. Onun da ötesinde AKP iktidarının ne denli demokrasi karşıtı bir iktidar olduğunu da bütün çıplaklığı ile göstermektedir. Gerçi AKP iktidarının “ileri” demokrasisini savunmak için göbek çatlatanlar az değildir değil olmasına ya bu saatten sonra bunların içinde düşünce özgürlüğünü savunanların mumu da ancak yatsıya kadar yanmış ve sönmüştür.
Verilen bu cezayı önemsememezlik edemeyiz. Bu davanın sonuçları bakımından ne kadar önemli olduğunu bilmek zorundayız. Bu yüzden de bir yandan bu zihniyete karşı çıkarken diğer yandan da Fazıl Say’ın yalnız olmadığını açıkça dile getirmeli bu gerici, halk ve sanat düşmanı zihniyete karşı direnç içinde olmalıyız.
Fazıl Say’a verilen ceza önemlidir dedik. Önemli olduğunu saptayanların zaten tepkilerine tanık oluyoruz. Oysa Türkiye’nin çeşitli bölgelerine yayılan “akiller"in içinde sanatçı olduğu söylenen kimseler de olmasına karşın konu ile ilgili bugüne kadar tek bir söz söylenmiş değildir. Bütün bunlar da gösteriyor ki, sanatçı olmak salt bir konuyu zanaatçı çabasıyla yerine getirmek değildir. Sanatçı olmak böylesi günlerde anlam kazanır. Hülya Koçyiğit, Lale Mansur, Kadir İnanır ve Orhan Gencebay’a sanatçı deniliyor değil mi? İşte bunlar bu kategoriye girmiyorlar. Girmemiş olmalarının nedeni salt Fazıl Say’ın aldığı cezalara tepki koymamaları değildir. Özellikleri de sanatçı olmanın dışındadır.
“Akil İnsanlar"ın İç Anadolu Bölgesi grubu çeşitli yerleri ziyaret ediyor. Ziyaret edilenlerse genellikle şehit aileleri oluyor. Bana göre bu zatı muhteremler bir an önce bu tür ziyaretlerine ara vermelidirler. Çünkü bu tür ziyaretler insanların yaralarının üstüne asit dökmenin ötesinde bir değeri yoktur. Öyle bir şey yapılıyor ki, şehit aileleri aşağı tükürse sakal, yukarı tükürse bıyık seçeneği ile karşı karşıya getiriliyor. Bu köylü kurnazları şehit ailelerini özellikle seçiyorlar ve “kan dökülmesin”, “analar ağlamasın” dedirtmeye özen gösteriyorlar ki, toplum şehit aileleri bile böyle düşünüyorsa ben niye düşünmeyeyim noktasına getirilmek isteniyor. Daha da önemlisi Şehit ailelerinin söyledikleri yandaş basın tarafından çarpıtılarak servis ediliyor. Şimdi İç Anadolu Bölgesi “Akil İnsanlar” grubuna başkanlık eden kişiyi tanıtalım.
Ahmet Taşgetiren 1948 yılında Kahramanmaraş’ta dünyaya gelen Ahmet Taşgetiren 1965 senesinde Kahramanmaraş İmam Hatip Okulunu, 1970 yılında da İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü’nü bitirdi.
Yeniden Milli Mücadele, Pınar, Türk Edebiyatı dergilerinde yazılar yazdı, yöneticilik yaptı. Günlük Bayrak gazetesinde, daha sonra da Tercüman gazetesinin yazıişleri kadrosunda çalışan Ahmet Taşgetiren uzunca bir süre de Zaman gazetesinde haftada bir yayınlanan makaleleri ile yer aldı. Yeni Şafak gazetesinde 10 yıl boyunca başyazar olarak çalışan Taşgetiren, 1986 yılından bu yana Altınoluk dergisinin Yazıişleri Müdürlüğü görevini yürütüyor.
Halen Bugün gazetesinde okuyucularıyla beraber olan Ahmet Taşgetiren, haftalık Aksiyon dergisinde yazıyor, ayrıca hafta içi her gün Burç FM’de gündemdeki meseleleri değerlendiriyor. Taşgetiren evli ve beş erkek evlat babasıdır.
Ahmet Taşgetiren’in Yayınmış Eserleri Şunlardır:
Sonsuz Bîat, Sistem Sancısı, Rahmet Toplumu, Yeni Bir İslâm Dünyası, Altın Öğütler, Kur’an Ölçülerine Göre Mü’min-Kafir-Münafık, Mü’minde Ruhi Disiplin, İnsan Krizi, Hüvel Baki, Müslüman ve Sistem Tartışmaları, İslam’ı Aşkla Yaşamak, Din Dili Kalp Dili, Bizansa Çağrı Yöneltmek, Resullullah’a Kardeş Olmak, Müslüman Kalabilme Davası, Bu Toprağın İmanı, Yüreğini Yokla Ey Dost.
Yukarıda kısaca Ahmet Taşgetire’ni Taşgetiren yapan özelliklerini, nerede yazdığını, neler “eser” ürettiğini alıntıyla koyduk. Şimdi bu özellikteki bir kişi kalkacak ülke insanına akıl satacak biz de inanacağız. Bir ayağı, Yeni Şafak’ta, bir ayağı Zaman gazetesinde, bir ayağı Bugün’de, Burç FM’de, Aksiyon ve Altınoluk Dergisi’nde olan ve İmam Hatip çıkışlı olan bir kişinin kimin adına ve nasıl bir akillik yapacağı anlaşılmıyor mu? Hele bir yazdıklarına bakın “Sonsuz Biat” eseri ile nasıl da biat kültürü ile yoğrulmuş olduğunu göstermiyor mu? Sizler kimi kandırıyorsunuz baylar, bayanlar! Demek sizin sayenizde ülkeye barış gelecek öyle mi? Ya Beril Dedeoğlu’na ne diyorsunuz? Radikal’e kapılanmış, solcumsu görünüp de liberal kılıklıların gazetesinde yazılar yazar Dedeoğlu. Uzun uzadıya kendisinden söz etmeye gerek yok yazısından bir bölümle o kendisini anlatsın.
“Kürt sorununa nasıl baktıkları başka bir soru, PKK’nın silah bırakma süreci başka bir sorun. Çünkü Kürt sorununu nasıl gördüğünüz diye sorduğunuzda, araya PKK’ya giden tartışmalar girecektir. Ama “kan dökülmesini durduracak her türlü girişime razı mısınız” sorusunu yönelttiğimizde bunun cevabı başka bir şey olabilir. Tabi ki oğlunu şehit vermiş annelerde var orada, köyleri boşaltıldığı için Orta Anadolu’ya göç etmiş insanlar da var. Bunlar arasında yapılan kamuoyu yoklamaları İç Anadolu’da halkın %59’nun barış sürecini desteklediğini söylüyor. Ama bu genel bir rakam. Acaba her ilde benzer bir reaksiyon mu var, yoksa bu bazı yerlerde yüksek bazı yerlerde düşük mü ondan emin olmak çok kolay değil. Bizim görevimiz tüm bunları, hükümetten bağımsız gelişen tepkileri anlamak. İnsanlara barışı istiyor musun diye sorulduğunda evet ya da hayır der ama mesela hayır diyorsa nedeni nedir onu anlamak lazım. Ya da soruyu şöyle soruyorlar, peki barış bana ne getirecek? Ya da ne kazanacağım diye soruyor. İnsanların kafasında netleşmemiş olabilir. İnsanların birçoğuna bu saçma gelebilir ama bunu gerçekten soranlar var.”
Kürt sorununa nasıl bakılacağı başka bir sorunmuş, PKK’nın silah bırakması başka bir sorunmuş. Yani demek istiyor ki sayın akademisyen bayan; biz PKK’ya silah bıraktırmak için görev yapıyoruz. Kürt sorunu ile yaşananların bağlantısını bile kurmaktan yoksun bir değerlendirime ne denilebilir ki? Üstelik İç Anadolu Bölgesi’nden %59 destek varmış. Yıllardır insanlar sahte ve yığınları yönlendirmeye ve baskılamaya dönük anketlerle iğdiş edildi. Sizin bu rakamınız da bu planın sadece bir parçası olabilir. Gerçeklerle şunla bunla da ilişkisi yoktur. Şimdi anlaşılıyor ki, üstlendiğiniz bu görevin içinde iyi niyet bile bulmak olası değil. Size bir önerimiz var. Başınızda bulunan Ahmet Taşgetiren bundan sonraki toplantılarınızı vaazla açarsa siz de, katılanlar da, huşu içinde dinler ve söyleyeceklerinize daha iyi yoğunlaşır ve de yığınları uluslararası sermaye adına kandırmaya devam eder ve ektiğinizi de biçersiniz kimbilir?
Biraz da SOSYALİZM YENİDEN konumuza dönelim. Eğer sol ve sosyalist yapılar gerektiği kadar yığınları sosyalist öğretiyle donatmış olsaydı hiç kuşkunuz olmasın ki ne uluslararası sermayenin ayak izlerinde politika yapan işbirlikçi iktidarlar olurdu ne de sizin gibi iktidarın memuru “akil insanlar”. Bu yüzden etkimiz ne kadar az olursa olsun asla moralsizliğe düşmeden sizlerle mücadeleye devam edeceğiz.
İşçilerin ekonomik haklarını savunmaları için sendikal örgütlülükte birleşmeleri hiç de kolay olmadı. Özellikle kapitalizmin ilk tarih sahnesine çıktığı ülkeler olmak üzere dünya ölçeğinde işçiler amansız mücadeleler vererek sendikal örgütlenme haklarını kazandılar. İşçiler bir örgüt içinde ve birlikte davranarak işçileri ister istemez istekleri doğrultusunda işverenlere adım attırdılar. Aşırı çalışma belli bir süreye bağlandı. Fazla çalıştırılma ücrete tabi hale getirildi. İşverenlerle masaya oturularak toplusözleşmeler yapılarak istenilen haklar alındı. İşverenler isteklerine hayır dediklerinde ise grev yoluna gidilerek işveren masaya oturmaya mecbur bırakıldı. Hiç kuşku yok ki, işçilerin sendikaları aracılığı ile yürüttükleri mücadele sanıldığı kadar kolay olmadı. İşçilerin arasından çıkan sendika yöneticileri işverenler tarafından satın alınarak işçilere ihanet etmeleri sağlandı. Böylelikle sendika yöneticileri arasında işveren yanlısı sendika ağaları çıktı. Bunlar her türlü oyunu kullanarak işçileri her fırsatta işverene sattılar.
İşte bu yüzden işçilerden kopuk sendika yöneticileri ve işçileri temsil etmekten yoksun sarı sendikalar ortaya çıktı. Bütün bunlar yetmedi. siyasal iktidarı ellerinde bulunduran sermaye güçleri mecliste kendi çıkarlarını koruyan kanunlar çıkardılar. İşçilerin direniş ve grev girişimlerinin önünü ise böylelikle kesip mücadeleyi sürdürmek isteyenlere mahpushane yollarını gösterdiler. Bütün bunlar yetmediyse faşist yönetimler işbaşına gelerek geniş halk yığınlarının her türlü ekonomik, sosyal ve siyasal hakları bir bir ortadan kaldırıldı. Ülkemizde gerçekleştirilen 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 faşist darbeleri işte bu yüzden NATO ve Amerika’nın da desteği ile gerçekleştirildi.
Bugün işveren yanlısı sendikalar dünyanın her yerinde olduğu gibi ülkemizde de iktidarın koruması ve kollamasıyla görev başındadır. Ülkemizde İşverenlerin çıkarları doğrultusunda hareket eden TÜRK-İŞ ve HAK-İŞ en can alıcı örneğimizdir. Ortada kendi üyelerinin haklarını bile savunmayan iki sarı işçi sendikaları konfederasyonu vardır. Bugün Hava-İş sendikası TÜRK-İş tarafından savunulmamaktadır. Dün TEK GIDA-İŞ Tekel işçilerinin hakkını savunduğu için desteklenmemiştir. HAK-İŞ ise Allah yolunda iktidarla birlikte sarı sendikacılığın doruğunda olmakla kalmamakta MÜSİAD’lı işverenlerin işyerlerinde örgütlenmenin önünü de kapatmaktadırlar.
Ortada işçilerin gözbebekleri gibi koruyacakları bir tek DİSK vardır. DİSK’e karşı kurulan tuzaklar ise ortadadır. İktidar özel olarak DİSK’i genel olarak bütün sendikaları işlevsiz kılmak için yasalarla baraj sistemini getirmiştir. Salt bu yüzden DİSK’e bağlı sendikalar yok olmakla karşı karşıyadır. Bu saldırıya bir de solun solaklığı eklenince DİSK’in geleceği daha da kötüye gitmektedir. DİSK’in son genel kurulu ve ortaya çıkan sonuç en canalıcı örnektir.
Evet, Türkiye işçi sınıfı sarı sendikaları işyerlerinden kovmak ve yerine sınıf ve kitle sendikacılığı yapacak olan DİSK’e bağlı sendikaları örgütlemek zorundadır. Türkiye işçi sınıfının sendikal birliğini sağlamak sarı sendikalarda gerçekleştirilemeyeceğine göre herkese evet herkese işçilerin DİSK’te birleştirilmesi için görev düşmektedir. Bu amacı şu ya da bu nedenle işlevsiz kılmaya kalkanlar bilinmelidir ki, işçi düşmanıdır.
Bizler işçi sınıfının sınıf ve kitle sendikacılığı çatısı altında bütünleşmesini başarır ve baraj dahil yıkıp geçersek ortada ne AKP ne de bugün karşımıza çıkan Akiller kalmaz. Dolayısıyla bütün karanlıkları ancak bu şekilde yıkar geçer gündüzlerinde sömürülmeyen gecelerinde aç yatılmayan bir düzen olan sosyalizmi kurabiliriz.