SOSYALİST ÖĞRETİ YENİDEN / 7

Yazan: Turgut Koçak 14 Nisan 2013

1988 sonlarında cezaevinden yeni çıkmıştım. Ortalık toz dumandı. Ne kadar dönek tayfası varsa ortalığa dökülmüş, uğrunda onca ezaya cefaya katlandığımız sosyalist görüş ve örgütlülüklerle dalga geçer olmuşlardı. Bunları tanımak zordu. Bunlar gerçekten geçmişte birlikte olduğumuz kimseler miydi? Konuştukça şaşırıyordum, bunlarla yanyana geldikçe içimde olmadık duygular kabarıyordu. Biriyle yolunuzu ayırsanız bir başka köşede diğeri karşınıza çıkıyor, sizi olmadık öfkelere boğuyordu.

Çok tartışıp çok yorulduğumuz bir günün sonunda Fazilet Yiğit bana dedi ki, Oral Çalışlar seninle görüşmek istiyor. Benim o güne kadar Oral Çalışlar’la hiçbir yerde yolum kesişmiş değildi. Onlar Maocu ve TİKP’liydi yani Doğu Perinçek’in partisindendi, bizimse onlarla en ufak bir yakınlığımız yoktu. Fazilet’e olur dedim neden olmasın. Ankara’da Mülkiyeliler Birliğinde buluştuk. Oturup ülkeden, ülkedeki ilericilerin, devrimcilerin durumlarından konuşacaktık elbette. Daha konuşmaya bile başlamadan Oral Çalışlar bana; “sen Stalinist misin” dedi. Tepem attı. Sandım ki, Stalin’e verip veriştirecek benim moralimi bozup sonra da bir güzel aklından geçenleri arka arkaya sıralayacak. Olanca sakinliğimle; “bu sorunuzun karşılığında Stalin’e yönelik sözler edeceğimi sanıyorsan aldanıyorsun, Stalin görüşleriyle, yaşadığı dönemde uygulamalarıyla bizim tarafımızda, bu yüzden de Stalin’i her dönem savundum ben” dedim. O da sakindi. “Yok, yok bende Stalinistim” dedi. Şaşkınlığım doğrusunu isterseniz ikiye katlandı. O devam etti. “Sizin arkadaşlarınız sana Stalinist diyor da” dedi arkasından da. İçimden çok şeyler geçti doğrusunu isterseniz. İçimden geçenlerin bir kısmını söylemedim bir kısmını ise Oral Çalışlar’a bir bir anlattım. Bir şey demedi. Hatta diyebilirim ki, söylediklerimin haklılığını da onayladı. Ancak yine de şaşkındım. Adam kendisinin de Stalinist olduğunu söylüyordu ama en muğlak yazıları yazmaya, bulunduğu toplantılarda ise liberal renkte görüşler aktarmaya devam ediyordu. Üstelik de bu kişi kendisini Stalinist görüyordu. Ne kadar iyi değil mi? Sonra bu kişiyle İstanbul Nazım Hikmet Kültür Vakfı’nda bir kez daha karşılaştım. Konu Mehmet Ali Aybar’dı. Konuşmacılar ise; Oral Çalışlar, ÖDP’nin o zamanki Genel Başkanı Ufuk Uras ve Aybar’ın iyi adamlarından eski Sosyalist Devrim Partisi yöneticilerinden Uğur Cankoçak. konuşma Aybar’ın göklere çıkarılması ile başladı dozundan hiçbir şey kaybetmeden “biz onun ne kadar demokrat, ne kadar engin görüşlü olduğunu anlayamadık"la bitti. Dayanamadım söz aldım ve Aybar’la ilgili görüşlerimi kısaca dile getirdim. Siz Aybar demokrat diye göklere çıkarıyorsunuz değildi, siz Aybar için en iyi sosyalist diyorsunuz ben parlamenterist, milliyetçi sosyalist ve popülist diyorum dedim. Bu çerçevede de görüşlerimi kısaca özetledim. Uğur Cankoçak ve Oral Çalışlar benim eleştirilerimi yanıtsız bırakıp sadece “söyle, söyle” dercesine bıyık altında gülümsemekle yetindi. Ufuk Uras ise tepki gösterip aklınca bel altı vurmaya kalktı yanıtını da aldı, salonda bulunan ÖDP’liler tepki göstermeye kalktı aynı dozda onlarda yanıtını aldı. Şimdi Ufuk Uras nerede, sol ve sosyalist değerlerden uzak nerede politik kulaçlarına devam ediyor? En önemlisi de Oral Çalışlar şu an Recep Tayyip Erdoğan’ın “Akil İnsanlar” listesinde halkımıza nasihat çekenlerin içinde yer alıyor. Nereden nereye demeyin. Hiçbir yerden hiçbir yere değil. Kişi durup dururken buralara kadar gelmez. Öz ne ise biçim de öze tabi olarak dışarıya vurur o kadar.

Gelelim TÜRK-İŞ Başkanı Mustafa Kumlu’ya. Ülkemizde AKP iktidara geldiği günden bu yana iş kazalarında yaşamını yitiren işçi sayısı 10 bini çoktan geçmiş durumda. Bu konu ile ilgili olarak koskoca bir işçi sendikasının tepesindeki adamın gıkının çıkmadığına tanık olduk. Aynı adam şimdi sözüm ona analar ağlamasın, kan dursun diye “akil İnsanlar” listesinde yerini kapmış. Onlarca yıl işçiler iş kazasında canlarından olurken, işçiler iliklerine kadar sömürülüp canlarına okunurken İşçilerin verdikleri ödentilerle debdebe içinde yaşamış biri kalkmış Recep Tayyip’in “Akil İnsanlar"ı listesinde boy gösteriyor. İş kazalarında canlarını yitirenlerin ne anaları var ağlayacak ne de onların damarlarında kan dolaşmıyor olmalı ki, Kumlu’nun kılı bile kıpırdamamış. Kışın soğuğunda Tekel işçileri Ankara Abdi İpekçi Parkı’nda gaza ve basınçlı suya boğulup oradaki su havuzuna dökülürken niye işçilere sahip çıkmadı acaba? Anlaşıldı, anlaşıldı zatı muhterem ta o zamanlardan akilmiş.

Akil İnsanlar listesinde yer alan Prof. Baskın Oran kimdir acaba? Bir sürü şeyi karıştırmaya gerek yok. Onun sadece emperyalizmle ilgili sözlerini dile getirsek o bile Baskın Oran’ın gerçek yüzünü ortaya koymaya yeter de artar bile. 12 Mart öncesi DEV-GENÇ’i kast ederek biz o zamanlar emperyalizmle ilgili bağırır çağırırdık. Oysa emperyalizm hiç de bizim kastettiğimiz gibi değildi kabilinden sözleri var. Ayrıca azınlıklar üzerinden soruna yaklaşıyor olması da cabası. Bu kişinin bugün Recep Tayyip Erdoğan’ın yanında ve emperyalizmin hizmetinde olmasından doğal ne olabilir ki? Unuttuk, hani bir dini bütün Adana’dan kalkıp Gümüşhane Barosu Başkanı’nı öldürmüştü ya, işte o kişiye övgüler yazıp cinayet teşvikçiliği yapan kişi de “Akil İnsanlar” listesinde. Ya da ne bileyim Prof. Doğu Ergil. Bilirsiniz her televizyon programında görüşlerine başvurulan engin deney ve bilgi sahibi kişi. Bir zamanlar Ali Haydar Veziroğlu’nun Barış Partisi için Prof. Zafer Üskül’le birlikte akıl hocalığı yapmıştı. Bu iki kişinin Ali Haydar Vezioğlu ile yaşadığı bir olaya tanık oldum. Veziroğlu; “hocalar” diye bağırdı. Odaya Zafer Üskül’le Doğu Ergil geldi. Onları öyle bir payladı ki, hani bir laf vardır dirhemini yiyen it kudurur. Ama her ikisinin de çıtı çıkmadı. Üç kuruş için sadece hazırolda beklediler. Bunlardan birisi daha sonra AKP’den milletvekili oldu. Doğu Ergil ise şimdi Recep Tayyip Erdoğan’ın akili.

Uzattık, bu akillerin kimliği ile ilgili yaz yaz bitmez. Şimdi onlar Kürt sorununu çözecek, barışı sağlayacaklar. Kan dökülmeyecek, analar ağlamayacak…

Solun ve sosyalist solun belgilerinden birisi YAŞASIN BAĞMSIZLIK, DEMOKRASİ VE SOSYALİZM! Bu üçlü bütünlüğü biraz bilincimize çıkaralım. Önce demokrasiden başlayalım. Burjuvazinin egemen olduğu bir toplumda yaşıyoruz. Türkiye kapitalizmi kendi dinamiği ile gelişmediği, dış güçlerin etkisiyle geliştiği için işin ta başında tekelcileşmiştir. Yani ülkemizde egemen olan güç işbirlikçi tekelci burjuvazidir. Hem geçmişi hem de geldiği nokta itibari ile de burjuva demokrasisine bile katlanamayacak kadar gerici ve baskıcıdır. Dolayısıyla Türkiye tarihinin uzun bir dönemi sıkıyönetimlerle ve faşist uygulamalarla geçmiştir. Bu yüzden de demokrasi mücadelesi önemlidir. Aynı zamanda da demokrasi mücadelesi devrimciler için bir okul sayılır. İşçilerin sendikal örgütlenmelerinden, politik örgütlenmelerine oradan her türlü ekonomik ve sosyal hak mücadelelerini sürdürüp hak almalarına kadar kazanımlar elde etmesi önemlidir. Bu mücadele demokrasi mücadelesidir. Ancak demokrasi mücadelesine takılıp kalmak da doğru değildir. Mücadeleyi burjuva sınırları içine kilitleyebilir. Demokrasi mücadelesi bu yüzden asıl amacımız olan sosyalizm amacına bağlı olarak yürütülür.

Bağımsızlık mücadelesine gelince; TSİP’in programında da dile getirildiği gibi Bütün dünya halklarının kurutuluşu emperyalist/kapitalist sistemin sonuncu yenilgiye uğratılmasıyla olasıdır. Emperyalizme karşı verilecek mücadelenin içinde salt sosyalistler yer almaz. Bu yüzden de emperyalizmi yenilgiye uğratmak için Halk Cephesi oluşturulmalıdır. Mücadele içinde yer alanlar süreç içinde salt bağımsızlık mücadelesiyle yetinilemeyeceğini bu mücadelenin kapitalizme karşı yürütülüp başarıya ulaştırılarak sosyalizmle taçlandırılması gerektiğini görürler ve sosyalizme giden yolda kavgalarına devam ederler. Bütün bu süreç boyunca ise mücadelenin başını sosyalistler çeker.

Sosyalizm mücadelesine gelince; bütün öteki mücadelelerimiz sosyalizm amacına bağlı olarak yürütülür. Bir yandan öğretisel mücadele öte yandan politik mücadele yani iktidar mücadelesi verilerek burjuvazi iktidardan indirilip iktidar alınır ve sosyalizmin kuruluş evresi başlar.

Bu üçlü mücadele birbirinden kopuk olarak değil, üçlü bir bütünlük içinde sürdürülür ve burjuvaziden iktidarın alınmasının yolu açılmış olur. Bu mücadelede demokrasi ve bağımsızlık mücadelesinin yadsınması hiç kuşku yoktur ki, sol sapma için nasıl bir ortam hazırlarsa, mücadeleyi salt demokrasi ve bağımsızlık mücadelesi olarak görmek de sağ sapmanın en önemli nedenidir.

Bugün her iki sapmayı da, sol ya da sosyalistim diyen yapılarda ne yazık ki, görüyor ve yaşıyoruz.