Yazan: Turgut Koçak 12 Nisan 2013
Hani bu solculara saf desek içimiz almıyor, demesek olup bitenleri bir yere koymamızın olanağı yok. Konuya niye böyle girdiğimizi mi soruyorsanız söyleyelim. Bildiğiniz gibi AKP iktidarının göstermelik yasa değişiklikleriyle 12 Eylül faşist darbesinden zarar görenlerin ya da işkenceye uğrayanların savcılıklara başvuracağı söylendi ya; bir kısım solcular, “tam sırası” diyerek şikayet dilekçeleri verdiler. Sonra ne oldu? Şikayetler birer ikişer kanıt yetersizliğinden takipsizlik kararı ile sonuçlandı. Üstelik o dönemin ünlü işkencecileri de; “solcular, gösteri yapıp slogan atıyorlardı, bizde onları yola getirmek için uygulamalarda bulunuyorduk” kabilinden şeyler söylediler. Sonuç mu? Yeterli kanıt olmadığından takipsizlik kararları arka arkaya gelmeye başladı. Ne diyelim AKP iktidarının 12 Eylülcüleri yargılayacağı saflığına düşen solculara gözünüz aydın desek uygun düşer mi bilemeyiz ama başkaca bir sözde bulamadık.
Unuttunuz mu bilmem ama anımsatalım. AKP iktidarı işbaşına geldiğinde ne demişti; “vurguncuların hortumunu keseceğiz.” Gerçekten de kestiler. Vurgunu değil önlemek, vurgun AKP iktidarı ile birlikte tavan yaptı. 3 Kasım 2002 tarihinden bu yana vurgunları tek tek saysak binlerce sayfa edeceği kesin. Herhangi bir mahkeme bu konuya eğilse okuyup karar vermeye bile zamanları olmayacak. Çünkü okumaları bile yıllarca sürecek. Hani vurgun dedik de aklımıza geldi. Roche firmasından alınan ilaçlar nedeniyle devleti milyonlarca zarara uğratan 11 bürokratın davası nihayet zaman aşımına uğratılarak düştü. İşte AKP iktidarının hortumları keseceğiz derken kastettiği şey hortumların böyle kesileceğidir sanırız. Sürdür davayı zamana bırak sonra da bir şey olmamış gibi kapanıp gitsin. Bakın göreceksiniz Deniz Feneri davası da benzer bir şekilde sonuçlanacak ve zaman aşımı ile bitirilecek. Çünkü kanıtlar o kadar ortada ki, mahkemeler ne kadar yandaş olursa olsun aklama kararı vermekte zorlanacak. Gelelim şu “akil insanlar"ın maceralarına. Recep Tayyip Erdoğan’dan aldılar emri, dağıldılar ülkenin dört bir yanına. Daha başından söyledik. Bunların işi zor. Daha illere gider gitmez “akil insanlar” protestolarla karşılaşmaya başladılar. Malatya’da, İzmir’de ve Rize’de Recep Tayyip Erdoğan’ın Heyet-i Nasihacıları haltan tepkiler gördüler. Sonrası mı bekleyin göreceksiniz neler olacağını…
Şimdi dünkü kaldığımız yerden devam edelim. Sol ve sosyalist örgütler bugüne kadar niye başarılı olamadılar acaba? Bu soruya pek çok şey söyleyerek yanıt verebiliriz. Ancak bu sorunun en önemli karşılığı bizce parti sorunudur. Türkiye orta gelişmişlikte kapitalist bir ülkedir. Dolayısı ile toplum kapitalizmin doğası gereği kendi içinde sınıflara ayrılmıştır. Madem içinde yaşadığımız toplum sınıflıdır o halde sınıf ve katmanların haklarını savunacak çeşitli partiler de olacaktır. Başta işçi sınıfı olmak üzere geniş emekçi yığınlarının baskıdan, sömürüden kurtulması özgür ve eşit olabilmesinin yolu kapitalizmin yıkılarak sosyalizmin kurulması ile olasıdır. Kapitalizmi yıkacak ve iktidarı ele geçirerek sosyalizmi kuracak olan yegane araç ise sosyalist öğreti ile donatılmış ileri unsurları içinde barındıran ve yüksek düzeyde örgütlenmiş bir parti ile olasıdır. İşte bu yüzdendir ki, Türkiye tarihinde adı sosyalist ya da komünist partiler kurulmuştur. Bu partiler daha kurulduğu andan itibaren egemen güçlerin akıl almaz baskı ve yıldırma girişimleriyle karşılaşmışlardır. Üye ve yöneticileri tutuklanmış, kurulan parti ise kapatılmış ve yeraltına itilmiştir.
1920’de kurulan Türkiye Komünist Partisi’nin tarihte karşılaştığı tutuklamalar, işkenceler, ağır mahpusluklar sayılamayacak kadar çoktur. 1940’lı yılların ortalarında açık siyaset yapmak isteyen partiler de kurulmuş ancak altı ay gibi kısa bir sürede kapatılarak yöneticileri içeri alınmıştır. 1954 yılında kurulan Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın partisi Vatan Partisi de böyle bir partidir. Partinin çalışmaları engellenmiş ama parti kapatılmamıştır. Sosyalistler açık politika yapan partilerine 13 Şubat 1961’de kurulan Türkiye İşçi Partisi ile kavuşmuşlardır. 1965 yılında yapılan seçimlerde bu parti 15 milletvekili ile meclise girmiştir. 12 Mart 1971 Faşist darbesinden sonra kapatılmış, yöneticileri 15’er yıl ceza ile cezalandırılmıştır. Daha sonra 15-16 Haziran 1974 tarihinde ilk kurulan açık parti Türkiye Sosyalist İşçi Partisidir. belki de ilk kez TSİP’le birlikte işçi sınıfı partisi ve parti nasıl olmalıdır başlığı ile konu en ince noktalarına kadar tartışılmış ve yukarda belirttiğim özgün görüşle parti tanımlanmıştır.
Hiç kuşku yok ki, ülkemizde değişik isimler altında solcu ve sosyalist olduklarını söyleyenler 1970’li yılların ortalarından itibaren açık ve gizli olarak yeniden örgütlenmişler ve mücadele etmişlerdir. Ne var ki, bu örgütlerin hemen tamamı 12 Eylül 1980 faşist darbesiyle dağılıp gitmişlerdir. Bu konuda yetersiz de olsa en kalıcı çalışmayı parti sürekliliğini devam ettirerek TSİP gerçekleştirmiştir.
Şimdi parti ile ilgili daha can alıcı bir konuya geçelim. Parti ya da örgüt olduklarını söyleyen yapılar nasıl olmuştur da 12 Eylül faşist darbesi ile birlikte dağılıp gitmişlerdir? Evet dağılmışlardır çünkü örgütlerin öğretisel (ideolojik) sorunları vardı. Dağılmışlardır çünkü örgütsel sorunları vardı. Nitekim bu sorunlar yüzündendir ki, 12 Eylül öncesi örgütlerin artık çoğunun yerinde yeller esiyor çoğu ise sosyalizm yerine sadece solculuk yapar duruma düşmüşlerdir. Sosyalist Birlik Partisi, Birleşik Sosyalist Parti ve Özgürlük ve Dayanışma Partisi bir anlayışın ürünü olarak politikada yerini aldı. Daha sonra kurulan birçok parti de açık gizli yeniden ortaya çıktılar. TSİP’in varlığı hiç kesintiye uğramamıştı uğramasına ya parti içinde bir kısım yönetici partiyi kapatmak istiyordu. Onların karşısında yer alanlar son MYK toplantısında partiyi sürdüreceklerini ve yeniden aynı isimle kuracaklarını söyleyerek yollarını ayırdılar. 3 Ocak 1993 yılında da TSİP’i bir genel kurulla yeniden açık siyaset alanına taşıdılar.
Evet bugün parti sorununu hâlâ tartışıyoruz. Kimi gruplar gerçek bir komünist partisi olmak yerine arkasına kitle toplamayı yeğlediği için hem öğretisel olarak hem de örgütsel olarak ilkelerinden uzaklaşıyor, burjuva ideolojilerinden her koşulda partiyi uzak tutmaları gerekirken öğretisel anlamda burjuva görüşlerle iç içe geçiyorlar. Bu durumda örgütsel bütünlük de sağlanamadığı için kurulu partilerin birçoğu burjuva örgütlenmelerinden örgütsel olarak da bağımsız olamıyorlar. Dolayısı ile parti diye ortaya çıkan yapıların örgütsel birliği de olmadığı için ortaya içeriksiz ve etkisiz genel anlamda sol denilecek bir parti çıkıyor ki, böyle bir partinin de iktidarı amaçlamasının olanağı kalmıyor.
Sonuç; işçi sınıfı partisi yani sosyalist parti, sınıfın en ileri unsurlarını içinde barındıran ve yüksek düzeyde örgütlenmiş bir örgüttür. Öğretisel ve örgütsel birlik sosyalist bir parti için olmazsa olmaz bir ilkedir. Sosyalist parti, aynı zamanda burjuva öğretilerinden ve örgütlerinden bağımsız bir örgütlenmedir ve her koşulda parti sürekliliğini sürdürebilecek bir anlayışla örgütlenir.
Demek ki, bugün AKP iktidarının her türlü saldırılarını püskürtüp işlevsiz kılamıyorsak sözünü ettiğimiz partiden yoksun olduğumuzu görmek zorundayız.
Evet, TSİP olarak biz bunların ayırdındayız ve bu bilinç ve kararlılıkla bir kez daha ilan ediyoruz ki, böyle bir iktidar aracını mutlaka yaratacak ve geniş emekçi yığınların iktidar aracı olarak bir seçenek olarak ortaya çıkmayı ya başaracak ya başaracağız…