Yazan: Turgut Koçak 12 Nisan 2013
Dün “Akil insanlar” ilk toplantılarını Malatya ve Diyarbakır’da gerçekleştirdi. Malatya’daki toplantıda bilinçli olarak İzzettin Doğan’ın yıldızı parlatılıp öne sürüldü. Amaç Alevileri etkilemekti. Aleviler ne kadar etkilendiler bilemeyiz ama içeriye giremeyen ve “Akil İnsanları” protesto eden 1500 civarında insan vardı. Diyarbakır’da yapılan toplantıda ise bazı kuruluşların yöneticilerinin dışında kimse katılmadı. Toplantıya üstelik otelde olmalarına karşın Mükremin Erdoğan ve Murat Belge katılmadı. Karadeniz kafilesini ise Orhan Gencebay kaçırdı. Her neyse bunlar önemli değil, önemli olan bu kişilerin işlevi. Her nasılsa ülkemizde her şey kolay unutuluyor. Bir başbakan düşünün ki, gazetecilere “tasmalı köpekler” diyecek kadar ileri gidebiliyor, bütün bu sözlere karşın yine de birileri, Recep Tayyip Erdoğan’ın ayak izlerine basa basa yürümeyi kendilerine yedirebiliyorlar.
Recep Tayyip Erdoğan’ın şişe cinleri şişelerinden çıkmış ve ülkenin dört bir yanına dağılmışlardır. Herkesin bir hesabı var. Sözüm ona İzzettin Doğan zatı muhterem şişe cini ile aleviler kafeslenecekler. Abdurrahman Dilipak şişe ciniyle de imanı bütünler kafese alınacaklar. Artık, Orhan Gencebay şişe ciniyle de Karadeniz insanının önüne çıkılıp fatiha mı okunur bilemeyiz ama bildiğimiz bir şey varsa o da bu ülkenin yönetiminin ve yazgısının ne mollalara (Melle), ne şeyhlere, ne şıhlara, ne de dedelere bırakılamayacağıdır. Orda burda “Kanaat Önderleri” olarak ortaya çıkanları ise dikkate almamız bile gerekmez.
Bildiğiniz gibi Recep Tayyip Erdoğan, gelmiş geçmiş başbakanların içinde en fazla yurt dışı gezileri yapmış birisidir. Bu gezilerden bugüne kadar ne yarar elde edilmiştir rakam rakam bilmiyoruz ama dikkate değer bir yarar elde edilmediği de bütün çıplaklığı ile ortadadır. Hani bir söz vardır “huylu huyunu bırakmaz” diye, Recep Tayyip Erdoğan da alışkanlıklarını bırakmamış yaban ellerde bile kendisi gibi düşünmeyenlere vermiş veriştirmiştir. Öyle ya ülkemizde kim daha konturlu küfür ederse en tepede o oturuyor olmalı ki, Erdoğan bu özelliğini kimseye kaptırmıyor. Birçok konuda küfür yönelttiği kimselere daha küfürü varmadan kendisine geri döndü dönmesine ya dedik ya alışkanlıkları bırakmak öyle kolay değil. Kendisine BOP Eşbaşkanısınız dedildi. O, “kim diyorsa kanıtlamazsa müfteridir, alçaktır, şerefsizdir” dedi. Sonra kendi sesinden Eşbaşkan olduğunu 37 ayrı konuşmasında dinledik. PKK yöneticileriyle ve Abdullah Öcalan’la görüştükleri söylendi. Yine aynı dozda ağır saldırılarla verdi veriştirdi. Sonra görüldü ki, görüşmelerin de ötesine geçilmiş.
Her neyse; Recep Tayyip Erdoğan dış geziye çıkıyor ya; hiç değil biraz kulaklarımız dinlenecek dedik, ne gezer. Başbakan burası elin ülkesi burada biraz usulüne uygun konuşayım der diye düşündüysek de düşüncemiz boşa çıktı.
Üniversiteler yine karışmaya başladı. Dicle Üniversitesi’nde Hizbullahçılarla, PKK yanlıları arasında çatışmalar kaç gündür devam ediyor. İstanbul Üniversitesinde de benzer olaylar yaşanıyor. Dicle Üniversitesinden bir öğretim görevlisi ise ‘Çözüm süreci’ne yönelik provokatif girişimler olarak niteliyor olup bitenleri. Hani tam bir fetret devri desek abartmış olmayız. İş getirilip getirilip uluslararası sermayenin AKP ve PKK’lılara dayattığı çözüm süreci ile ilişkilendiriliyor. Ortada ne başka dinamikler var ne de çıkış yolu. Geniş emekçi yığınlarının yaşadıkları ise sürecin öylesine dışına itilmiş ki, esamisi bile okunmuyor?
Bütün bunlar yaşanırken kendilerine sol ya da sosyalist sol diyenlerin niye aklı başında bir çözüm ileri sürdüklerine tanık olmuyoruz? Nasıl oluyor da hep lokomotifin arkasına bağlanmış katar olmakla yetinilebiliyor?
Önceki yazılarımızda da söyledik. Sosyalist öğretinin olmazsa olmazları var. Olmazsa olmazlarına sıkı sıkıya bağlı örgütlenmeler başarılamadığı sürece yaşanılacak olanlar da, yaşananların ötesine geçemeyecektir. Dün cepheden, faşizmden, birlikten söz ettik. Sözünü ettiğimiz konuların ruhuna uygun davranılmadığı sürece bir adım bile öteye gidilemez. Emperyalist/kapitalist sistemin süreçleri vardır. Bizlerin de süreçleri olmalı ve bu süreçler çevresinde arkamıza öyle bir güç yığmalıyız ki, iktidarın bizlere dayattıkları şeyler birer birer yaşama geçirilmemelidir.
Bugün, Anayasa ile ilgili tartışmalarda sözünü ettiğimiz süreçlerin bir parçasıdır. Daha ileri anayasaların yapılması geniş emekçi yığınlarının örgütlü ve kararlı mücadeleleriyle olasıdır. Yoksa adam; torba anayasasını getirecek, geçirebildiğini mecliste, geçiremediğini de halkoylaması ile geçirip keyfi yönetimine devam edecektir. Bugün anayasada kuvvetler ayrılığının olmasının ne hikmeti vardır? Mühür kimdeyse sultan odur hesabı; AKP yargıda dahil bütün kurumları kontrol etmektedir. Yarın bu mekanizmasını anayasadan aldığı güçle daha da pekiştirmiş olacaktır. Bu yüzden de tıpkı 12 Eylül 2010 tarihinde yapılan anayasa halk oylaması benzeri bir halk oylaması ile karşı karşıya kalabiliriz.
Uluslararası sermaye güçlerinin püskürtülmesinden söz ediyoruz. Bunun için madem toplumsal hareketlilik uluslararası sermayenin isteği doğrultusunda anayasa hazırlanması çeperinde oluşuyor bizim de söyleyeceğimiz bir şey olsun kabilinden gelişigüzel karşıtlıklar üzerinden bir yere varılamaz.
Toplumu harekete geçirecek ve kendi isteklerini yığınların önünde tartıştıracak ve dayatacak bir güç olmak çok daha yakıcı hale gelmiştir. Bu güç partiden başka bir şey değildir.
Önümüzdeki yazımızda parti konusunu ele alarak açımlamalarımızı sürdüreceğiz.