Yazan: Turgut Koçak 8 Nisan 2013
Bilindiği gibi “dünyanın sonu geldi” diyenler bir yandan da Huntington’un düşüncelerine sarıldılar. “Dünyanın sonu geldi” derken onlar da biliyorlardı ki, böyle bir şey söz konusu değildi. Yani kapitalist sistem insanlığın bugüne kadar bulduğu en iyi sistem hiç değildi. Sovyetler Birliği ve Sosyalist Sistem’in yıkılmış; olması bu sözleri söyleyenleri iyice küstahlaştırmıştı o kadar. Yalnız; kapitalist/emperyalist sistemin dünyanın öteki ülke halklarını boyunduruk altına alması için yeni şeyler yapılması ve söylenmesi gerekiyordu, onlar da öyle yaptılar. “Uygarlıklar Savaşı” adı altında dinsel inançlar üzerinden halklar karşı karşıya getirilmesi gerekiyordu, getirildi. Etnik ayrılıkların daha da derinleştirilmesi gerekiyordu, derinleştirildi. Bu anlayışlar bilinerek ve istenilerek kışkırtıldı ve örgütlülükler bu anlayışlar üzerinden adeta teşvik edildi. Sorozcu örgütlenmeler bilinen çevrelerce maddi desteklere boğuldu. Turuncu bayrağını alan sokağa fırlayıp “turuncu” devrim yapmaya kalkıştı. Sözde birçok sol ve sosyalist yapılar da bu olup bitenler üzerinden özgürlük arayışına giriştiler. Dış destekli gerçeklikleriyle demokrasi havarisi kesilerek bunlar barikattan barikata koştular. Yeşili, sözde kızılı birbirine karıştırılıp geniş emekçi yığınların bugüne kadar kazanmış oldukları politik bilinç ve uyanıklık yoğun bir propaganda ile yok edildi. Sol ve sosyalizmin ilkelerini savunanlarsa tıpkı Bakunin’in Marks’la yaptığı tartışmada aralarında geçen tartışmalara benzer tartışmalar yaşadılar. Ne demişti Bakunin? “Güney Slavları, Kuzey Slavlara karşı ayaklandırıp devrim yapacağım.” Peki Marks’ın yanıtı ne olmuştu? “Devrimi halklar değil, sınıflar yapar.”
Yukarıda özet olarak sunduğumuz görüşler ışığında Türkiye’de de benzer tartışmalar hep gündemimizi aldı almaya devam ediyor. Emekçi yığınlar arasında kardeşleşmenin önünü kesen inanç ve etnik köken üzerinden hem örgütlenmeler hem de bu yönde çalışmalar önemli boyutlar kazandı. Burada sol ve sosyalist çevrelerin özen ve kararlıca yürütmeleri gereken politika emek eksenli olması gerekirken tıpkı Bakunin’in söylediği gibi etnik boğazlaşma ve Huntington’un “uygarlıklar Savaş"ı tanımlamasına yakın duran inançlar kapışmasının öngünü olan örgütlenmeler şeklinde ortalık toza dumana boğuldu. Bizler sol ve sosyalistlerin emek üzerinden örgütlenmeleri gerekir derken işte ısrarla vurgu yaptığımız şey budur.
Anlaşılıyor ki, ‘sosyalist öğreti yeniden’ derken haksız değiliz. hemen unutulmuş ve görülmek istenmeyen görüş ve anlayışlarımızı hemen her konuda yığınların önüne yeniden sermeli ve yoğun bir öğretisel mücadeleye girişmeliyiz. Tıpkı işçi sınıfının yiğit evladı Lenin’in sözlerini kendimize belgi edinmeli ve bu sözleri terazisinin ayarı bozulmuşlara her fırsatta söylemekten geri durmamalıyız. Ne diyor Lenin? “Kim ki işçileri, emekçileri etnik kökenlerine ve inançlarına göre böler parçalar karşıdevrimcidir. Evet sosyalist öğretiyi yeniden konuşacaksak Lenin’in bu özlü sözleri üzerinden başlayabiliriz. Bizim; Hz. Musa’nın mesajlarına gereksinimimiz yoktur olamaz da. İnsanlığın yolunun tek aydınlatıcı feneri bilimdir. Neyi tartışacaksak bilimin ışığında tartışırız. Hurafe dinleyen ve hurafe üretecek olan sözde 63 Akil insanın aklıyla bir yere varılamaz. Bu yüzden diyoruz ki, sosyalist öğretiyi yeniden tartışıp konuşalım.
Ulusların kendi yazgısı ile tartışmaya başlarsak, bizim özet sözümüz şudur. Her ulus’un kendi yazgısını belirlerken ayrılma hakkını kullanabileceği gibi birlik olmayı seçmesi de sosyalist bağlamda yazgı belirleme yoludur. Ezen ulusun sosyalistleri ayrılma hakkını nasıl savunuyorlarsa ezilen ulusun sosyalistleri de birlik olma hakkını savunmaları gerekir. 1980’lerden sonra bu konu gündeme bile getirilmemektedir. Ayrılıkların derinleştirilmesinin dışında savunulan bir şey yoktur. Hele bugün AKP iktidarının ve Kürt politikasını savunan kesimlerin savundukları ve söyledikleri bizim söylediklerimizle taban tabana zıttır. Ortada Amerika ve emperyalist Batı’nın çözüm yollarının dışında ne tartışılan ne de konuşulan şey vardır. Demek ki, Kürt emekçileri ve Türk emekçileri kendi yazgıları ile ilgili olarak 63 Heyet-i Nasiha’cıyı görevlendirdi öyle mi? Acaba ne olmuştur Türkiye geniş emekçi yığınlarına? Yerin dibine mi geçmişlerdir ki, kendi iradelerini ne oldukları malum zatı muhteremlere bırakmıştır?
Unutmayın ; sosyalist öğreti asla emperyalist sistemin tuzaklarına düşmeyi öğretmez kimseye. Eğer bu tuzakları Kürt ve Türk emekçilerinin çıkarına sayıyorsanız buyurun tartışalım. Eğer Recep Tayyip Erdoğan ve iktidarının Suriye’ye yönelik avcı sinsiliğini ve emperyalist güçlerle işbirliğini çözümün devamı olarak algılıyorsanız buyurun sizinle tartışalım. Eğer “analar ağlamasın”, “kan dökülmesin” diyorsanız; size kanın nasıl durması gerektiğinin de, anaların nasıl ağlamaması gerektiğinin de yollarını gösterelim. Yoksa sayenizde daha çok kan dökülecek ve analar daha çok ağlayacaklar. Bunları söylerken kimse evet kimse köylü kurnazlığına soyunmasın.
Geçmişte sol pınarlardan su içmiş olanlar bizlere “Nasyonal sosyalist” demek gibi bir cüret gösteriyorlar.
Nasyonal sosyalist demek; faşist demektir. Faşistse uluslararası sermaye güçlerinin egemenliğini savunan ve emekçi yığınları baskı ve zor yoluyla susturmaya kalkışan güçlerin yalakalığını edenlerdir ki, bunların devekuşu gibi kafaları kumda olsa da gövdelerini herkes görüyor.
Laf ebeliği ile mumunuz yatsıya kadar yanar.
Yüre bire Hızır Paşa Senin de çarkın kırılır Güvendiğin padişahın O da bir gün devrilir