SOSYALİST ÖĞRETİ YENİDEN / 16

Yazan: Turgut Koçak 25 Nisan 2013

Ülkemizde sol ve sosyalist solun yaşamsal sayabileceğimiz sorunları var. Öyle olmasaydı en basit sorunlarda bile bu kadar tökezlenmez, uluslararası sermaye güçlerinin işbirlikçisi olan AKP iktidarına karşı hayırhak bir politika izlenmezdi. Özellikle Kürt siyasi örgütlenmelerinde kendisini açıkça belli eden bu durum; bu denli solun ilkelerini dıştalıyarak Recep Tayyip Erdoğan’ın politikaları ile örtüşen bir yol izlemez, izleyemezdi. Kimi sol yapıların bu konuda kendisini hiç mi hiç sorgulamıyor olması da başka bir çıkışsızlık olarak görülmelidir. PKK’nın Avrupa kanadından “sosyalistler bizi anlamıyor” bağlamında yapılan açıklama sonrasında da bir gerçeği gördük ki, bazı sol yapılar olup bitenleri sol ve sosyalist süzgeçlerden geçirmek yerine doğrudan kabul etmeyi sistematik bir tutum haline getirmiş bulunuyorlar. Kürt sorunu ile ilgili çözüm süreci konusunun kast edilen açıklamaya hemen yanıtlar gelmekte gecikmedi. SDP Genel Başkanı’na göre verilen demeç doğru değilmiş. Çünkü ta başından beri Kürtleri çok iyi anlamışlar ve desteklemişlermiş. Üç aşağı beş yukarı Emek Partisi de benzer bir demeçle konuya yaklaştı. Bu konu ile ilgili olarak demeç verenler içinde ÖDP Eşbaşkanı Alper Taş dışında aynı şeyi söylediler. “Bizi öteki sosyalistlerle karıştırmayın” biçimindeki açıklamalarıyla dikkati çektiler.

Ne diyelim; gerçekten de doğru söylüyorlar. Bizim de onlarla karıştırılmamamız gerekiyor. Çünkü soruna bir bütünlük içinde yaklaşıldığında, ne zamandan beri dünya halklarına zulüm eden Amerika başta olmak üzere öteki emperyalist ülkelerin yaklaşımlarıyla örtüşen bir yol izlemek bizlerin yolu olarak görülebiliyor? Yok, eğer elden sınıf terazisi bırakıldıysa bizim politikalarımızın hiç ama hiç sözü edilen kesimlerle çakışmasının olanağı yoktur.

12 Eylül 1980 faşist darbesinden sonra Türkiye solunda farklı bir dil kullanılmaya başlanıldı. Hangi konu ele alınırsa alınsın etnisite ve inanç ayrılıkları başat olarak ele alınıp ezilmenin kuramı bu iki konu üzerinden derinleştirildi. Doğal olarak bu yönde politikaların arkasından da ülkemiz tarihinde yaşanan acı olaylar doğru/yanlış ayırt edilmeksizin sürekli olarak işlendi ve halklararası düşmanlığa ebelik edecek çalışmalar yapıldı. Bugün çıkarılan dergilere bakıldığı zaman sürekli olarak bu konu üzerinde fotoğraflar yayınlanıp hedef düşman gösterilmeye devam ediliyor. Yukarıda da belirttiğimiz gibi halklara yaşatılan acılar bizim de acımızdır. Ancak bu konular üzerinde yoğunlaşanların her nedense uluslararası sermaye güçlerinin işbirlikçisi tekelci burjuvaziden söz ettikleri bile yok. Derler ya; “bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu”. İşte durum tam da budur.

BDP listelerinden seçilmiş olan milletvekillerininse hiç mi hiç Türkiye işçi sınıfına sermaye güçlerinin saldırılarını görmüyor olmaları düşündürücüdür. Kimse AKP iktidarı boyunca iş kazasından yaşamını yitiren 12 bin işçiyi aklına getirmiyor. Taşeronun vicdanına bırakılmış, asgari ücretle çalıştırılan, her an kapı önüne konulabilen işçilerden de söz eden yok. Açlık ve yoksullukla boğuşan milyonlar ise hiç kimsenin aklına gelmiyor. Kışın ortasında işçi çadırında yanarak ölen işçilerinse hayatlarının niçin bu kadar ucuz olduğunu bir kez düşünüp tepki koymayı da düşünmüyorlar. Böylesi acı bir gerçek bile; topluma etnik köken üzerinden açıklanmaya çalışılıyor. Zengin değil de, işçi oldukları için böylesi bir yaşama mahkum edilmiş olmanın gerçeği ise görülmek bile istenmiyor.

Söyledik söylüyoruz. Devrimciyiz, hem de sonuna kadar. Ama düşünüyoruz ki, devrimi halklar değil sınıflar yapar.

Bizim bu düşüncemize karşı çıkanlar eğer istiyorlarsa Marks’la Bakunin’in tartışmalarına gözatabilirler. Bu yüzden de sınıfın öğretisini yani sosyalizmi ve sınıfın sendikal ve siyasal olarak örgütlülüğünü sonuna kadar savunmayı görev sayıyoruz.

Görev saydığımız için de 1 MAYIS’ta dostlarımızla birlikte Kadıköy’de olacak ve sosyalizmin belgilerini haykıracağız.