Yazan: Turgut Koçak 22 Nisan 2013
“Kutlu Doğum Haftası” ile ilgili afişlere her yerde rastlıyorsunuz. Belediye otobüsüne mi bindiniz, afiş karşınızda. Afişte ne yazıyor? “Müslümanın Müslümüna ırzı, onuru, malı canı haramdır. ‘Hadisi-Şerif” Afişin altında imza Diyanet İşleri Başkanlığı. Anlayacağınız bu yıl Dinayet İşleri Başkanlığı gayretli. Bu gayret başında bulunan kişinin özelliklerinden de kaynaklanıyor. Kim bu kişi? Başında Prof. sıfatı bulunan Mehmet Görmez.
Şimdi gelelim bu kişinin bu ‘Hadis-i Şerif"e ne kadar uyduğuna.
Hepiniz biliyorsunuz, Suriye’de dökülen kanların neredeyse Recep Tayyip Erdoğan birinci derecede sorumlularından. ABD’nin isteği ile işin içine en önemli aktör olarak giren Recep Tayyip Erdoğan AKP iktidarının tepesinde oturuyor. Suriye’de yüz binin üzerinde katledilen kişinin de sorumlularından. Bu katliamı kim yapıyor? Sözünü ettiğimiz çevrelerin desteğinde Müslüman Kardeşler, El Kaide gibi Müslüman olduklarını iddia eden kesimler. Kimi katledip kimin ırzına, onuruna, malına, canına kastediyorlar, kendileri gibi düşünmeyen Müslümanların. Ya da şöyle diyelim Alevilerin. Hoş; bu hadiste yine de sakat bir yan var. Çünkü bu hadise göre Müslüman olmayan herkesin o zaman ırzı, onuru, malı, canı helal anlamına geliyor diyebiliriz. Öyleyse bu hadisin nereye varacağı tartılmadan niçin afişlerde yer aldığını sormak da insanlık görevimiz diye ekliyoruz.
Ancak öyle bir yalanın içindeyiz ki, bu yalanlara kandığımız sürece başımıza olmadık şeylerin geleceği de bir gerçek. Bu afişi hazırlayan Diyanet İşleri Başkanlığı. Başkan Mehmet Görmez. Haydi diyelim ki, bunlar bu afişe canı gönülden inanıyorlar. Öyleyse nasıl oluyor da Mehmet Görmez, Suriye ile ilgili açıklamalarında ABD’nin, AB’nin ve bu emperyalist çevrelerle birlikte davranan Recep Tayyip Erdoğan gibi bölgede bulunan kimi işbirlikçi ülke ve liderlerin görüşleriyle görüşü ortaklaşabiliyor? Nasıl oluyor da Mehmet Görmez yaptığı açıklama ile Recep Tayyip Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile aynı görüşü paylaşıyor? Yoksa Suriye’de bulunan yüzde 80’nin üzerindeki bir nüfusu Müslüman saymıyor mu? Haydi diyelim saymıyor o zaman da sözleriyle yukarıdaki hadise de dayanarak Müslüman olmayanların ırzı, onuru, namusu, malı ve canı helal midir demek istiyor?
Ne dersek diyelim bu kesimlerin ele alınacak yanları yok. Saldırgan, talancı, yalancı bir kafaya sahipler velhasılı.
Dün itibari ile ilericilik, devrimcilik, sosyalistlik taslayanların İstanbul gibi işçi sınıfının kalbinin attığı bir kentimizde 1 Mayıs’la ilgili netleşmiş bir kararları yok. Sözün özü “Taksim’de olacağız"ın dışında yığınların ne yapacakları ile ilgili açıklığa kavuşturulmuş bir seçenek de sunulmuş değil. Bu yüzden de en önemli ve yığınsal olarak 1 Mayıs’ın kutlanacağı kentte tam bir kafa karışıklığı söz konusu. Bu yüzden de 1 Mayıs’a katılım bu büyük kentimizde büyük oranda düşecek gibi görünüyor.
1 Mayıs deyince; öteden beri ilericilerin, devrimcilerin bir kabullenmişliğe dönüşmüş tutumları söz konusudur. Kimi zaman bazı yapılardan kaynaklanan sorunlar yaşansa da genel eğilim genellikle bu şekildedir. Bu yüzden de 1 Mayıs kutlamalarında DİSK’in tutumu çok ciddiye alınır ve ona göre bir davranış göstermeye özen gösterilir. Oysa bu yılki 1 Mayıs’ta DİSK’in tutumunda oldukça belirgin bir belirsizlik var. Bu belirsizlik birçok nedenin yanında daha çok da DİSK’te yapılmış olan son genel kurul sonrası ortaya çıkmış irade ile ilgilidir diyebiliriz. Bugün yönetimde bulunan arkadaşlar öyle sanıyoruz ki, seçilmiş de olsalar temsil konusunda bir sorun olduğunu düşünüyor olmalılar ki, net bir tutum sergileyemiyorlar. Seçimi yitirenler ise seçimi kazanmış olan ekibi seçilmiş doğal otorite olarak görmüyor olmalılar ki, ayrı baş çekme tutumlarına devam ediyorlar. Dolayısı ile bilerek ya da bilmeyerek DİSK’te yaşanan anarşi ortamının devam etmesine olanak sağlanmış oluyor.
İstanbul’da yapılamayan 1 Mayıs demek Türkiye’de yapılamamış 1 Mayıs demektir. Bu nedenle de sorumlu davranmak ve kutlamanın önünü açan bir davranış sergilemek DİSK’in görevidir. Yok, eğer DİSK bu tutumunu sürdürecekse sorumluluğunu ve DİSK örgütlülüğünde oluşacak handikapların da suçunu kabullenmiş olacaktır. Bu nedenle sorumluluk taşıyan arkadaşları buradan bir kez daha uyarıyor, sınıfın çıkarlarının öne çıkarıldığı bir davranış sergilenmesi gerektiğini söylüyoruz. Bütün bu gerçeklere karşın, yine de herkes bildiğini okuyacaksa Türkiye Sosyalist İşçi Partisi’ne de bildiğini okuma hakkı doğmuş demektir. Çok yönlü olarak sürdürülen sınıf mücadelesinde amaç başarıya ulaşmaktır. Başarının önünü kesecek davranışlarsa bilinmelidir ki, ortadan kaldırılması gereken davranışlardır. Bizde bundan böyle olumsuzluklarla mücadele edecek ve birilerini karşımıza almaktan çekinmeyeceğiz.
Sosyalist öğreti bu yolda savaşım verenlere salt bir takım kavramları biliyor olmalarından ibaret değildir. Eylemli davranışların da nereye varacağını, işçi sınıfı açısından nasıl bir kazanım getireceğini de gösteren engin bir hazinedir. Bir takım grupların grup çıkarı için yani parçanın çıkarı için bütün gözden çıkarılamaz. Bu yüzden de parçalar bütüne zarar verecek davranışlar sergilemekten özenle kaçınırlar.
Bugün DİSK’in toplantısı sonrasında Türkiye Sosyalist İşçi Partisi olarak bir tutum alacak, geç kalmazsak gün içinde, geç kalırsak yarın yani 23 Nisan günü bu konu ile ilgili TSİP’lilere, TSİP dostlarına ve bütün devrimci ve sosyalistlere yönelik bir açıklamada bulunacağız.