Yazan: Turgut Koçak 18 Nisan 2013
Recep Tayyip Erdoğan’a gazeteciler Fazıl Say’a verilen ceza ile ilgili soruyorlar. Ceza konusunda ne diyorsunuz diye.
Zatı muhterem yanıt veriyor? “Onlarla bizi meşgul etmeyin”.
Recep Tayyip Erdoğan o kadar meşgul o kadar meşgul ki, ağzını açıp da iki söz söylemiyor. Oysa; kendisinin Siirt’te; “Minareler süngümüz” diye, okuduğu şiir sonucu aldığı ceza ile ilgili demokrasi diye diye ortalığı yıkmışlar, düşünce özgürlüğü şampiyonu kesilmişlerdi. Recep Tayyip Erdoğan’ın okuduğu şiir gerçekten de kendileri gibi düşünmeyenlere karşı şiddet içeren bir şiir olmasına karşın, bizler; katılmasak da, düşünce özgürlüğü kapsamında olağan karşılamıştık. Oysa; kendilerinin zihniyetinden olanlar, Fazıl Say’ın Ömer Hayyam’dan alıntı olarak koyduğu şu dizeleri suç sayıp cezalandırılmasından yana tutum sergiliyorlar.
Dizeler şöyle:
Irmaklarından şaraplar akacak’ diyorsun Cennet-i alâ meyhane midir? ‘Her mümin’e iki huri’ diyorsun Cennet-i alâ kerhane midir?
Gelelim meşguliyetten söz ederek konuyu geçiştirmek isteyen Recep Tayyip Erdoğan’a. Erdoğan dikkate değer değmez bir açılış mı söz konusu orada propaganda yaparak herkese yan mı bakacak meşguliyet falan tanımıyor, hemen orada bitiyor. Ta Moğolistan’a kadar giderek orada Moğol süvarilerini izleyecek zamanı buluyor, o ülke senin, bu ülke benim nedenli nedensiz dolaşmak için de zaman buluyor, dış güçlerin katillerini karşılamak için de zamanı çok. İş, Fazıl Say’ın aldığı ceza ile ilgili konuşmaya gelince zatı muhterem meşgul mü meşgul. Eh ne diyelim biz düşünce özgürlüğü nedir tanımıyoruz, burada şeriat hükümleri geçer diyecek değil ya en iyisi geçiştirmek. O da onu yapıyor. Hüseyin Çelik, çiçeği burnunda Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik de aynı sözleri birlikte hatmetmişler gibi sıralayıveriyorlar. Neyse uzatmayalım bu konu anlaşılmıştır. Eşyanın doğası gereği ne oluyorsa işte o oluyor.
Gelelim Recep Tayyip Erdoğan’ın “akil insanlar"ına.
“Akiller” gerçekten de beceriksizler. Neyi söyleyeceklerinden, halkın bilmek istediği ne olup olmadığından haberleri bile yok. Çünkü ortada “barış süreci” bağlamında ortaklaştırılmış bir şey de yok zaten. bu yüzden de bu muhteremler önceki düşüncelerini yineleyip duruyorlar. Doğal olarak da Kayseri’de olduğu gibi toplantı yapamadan çekip gitmek zorunda kalıyorlar. İş böyle olunca garip şeylerle de karşılaşıyoruz. Tepki gösterenler söyleyeceklerini söyleyip arkasından da İstiklal Marşı söylemeye başlayınca Recep Tayyip Erdoğan’ın “akil insanlar"ı da kıpırdamadan yerlerinde oturuyorlar. İşte böyledir. Eğer bir işi hakkıyla yapmaz ve birilerinin memuru gibi davranırsanız, isteseniz de istemeseniz de olabilecek provokasyonun bir parçası haline gelirsiniz. Bizim için yerli yersiz İstiklal Marşı okumaya kalkmak ne kadar anlamsızsa İstiklal Marşı okunurken ayağa kalkmak ya da prim vermemek için kalmamak iki cami arasında binamaz olarak kalmak gibi bir şey işte. Tarhan Erdem, “Akil İnsanlar"ın Ege Bölgesi Başkanı. Geçmişten bugüne kimlik ve kişilik özeti de aşağıdaki gibi.
Tarhan Erdem, Türk siyasetçi, araştırmacı, yazar] 1933 yılında Kurucaşile’de doğdu. 1959 yılında İTÜ İnşaat Mühendisliği Fakültesi’nden mezun oldu. 1959-1995 yılları arasında T. Şeker Fabrikaları, MSB Enfrastrüktür Tesisleri, Cam Elyaf Sanayi, Milliyet Gazetesi ve Doğan Şirketler Grubu’nda proje ve kontrol mühendisliği, genel müdürlük ve genel koordinatörlük görevlerinde bulunduktan sonra 1987 yılında KONDA Araştırma ve Danışmanlık Ltd. Şirketini kurdu. 1953 yılında CHP’ye kaydoldu. Ocak yönetim kurulu üyeliğinden genel sekreterliğe kadar hemen bütün görevlerde çalıştı. 1977 yılında İstanbul Milletvekili seçildi, 1977 Haziranında güvenoyu almayan Ecevit Hükümeti’nde Sanayi ve Teknoloji Bakanıydı. Öğrenci dernekleri ve meslek odalarında yönetim kurulu üyeliği ve Türk Devrim Ocakları genel başkanlığı yapmıştır. Halkevleri, Nisbi Temsil Nedir?, 80’leri Karşılarken, Anayasa ve Seçim Kanunları, İstanbul 1969 İl Kongresi Tutanağı, Üye Kayıtlarının Birleştirilmesi, Tıkanan Siyaset adlı kitapları yayımlamıştır. Tarhan Erdem, KONDA Yönetim Kurulu Başkanlığı ve 2007 itibarı ile Radikal Gazetesi köşe yazarlığı yapmaktadır. 22 Temmuz 2007 seçimlerinde ve 12 Eylül 2010 referandum oylamasında yaptığı seçim tahmini sonuçlara oldukça yakın çıkmıştır. 2009 Yerel seçim için yaptığı ankette sonuçlar tahmininden çok uzak çıkmıştır. ANAP İzmir eski milletvekili ve TBMM Başkanlarından İsmet Kaya Erdem’in kardeşidir.
Bizler; Tarhan Erdem’i Özal’da içinde sağ siyasetlere kan taşıyan ve kitleleri koşullandıran KONDA aracılığı ile yaptırdığı anketlerden ve son 30 yıldır Türkiye’nin yaşadığı sorunlarla ilgili ortaya attığı liberal görüşlerinden tanırız. Dolayısı ile Tarhan Erdem bu hali ile doğrudan uluslararası sermaye güçlerine hizmet eden bir kişidir ki, doğal olarak Recep Tayyip Erdoğan’ın “akil insan"ı olma hakkını da bu nedenle hak etmiştir. Dolayısı ile çözüm sürecinde de kimin ya da kimlerin çıkarına hareket edeceği çok açıktır.
Gelelim Tarhan Erdem’in başkan seçilip kendisinin sekreterliği çok konuşulan Arzuhan Doğan Yalçındağ’a:
Arzuhan Doğan Yalçındağ, TÜSİAD’ın seçilmiş ilk kadın başkanıdır.
1990-1993 yıllarında Milpa A.Ş. bünyesinde, Alman Quelle firması ile birlikte Mail Order şirketini kurmuş ve yöneticiliğini yapmıştır. 1994-1995 yılları arasında Alternatif Bank ’ın kuruluş çalışmalarına katılmış ve bankanın faaliyete geçmesiyle beraber Yönetim Kurulu’nda yer almıştır. 1995-1996 yılları arasında Milliyet Dergi Grubu’nun yönetiminde göreve başlamış ve Finans Bölümünün sorumluluğunu üstlenmiştir.
1996-2005 yılları arasında Kanal D televizyonunun çeşitli birimlerinde çalışmıştır. 1999 yılında CNN International ile Doğan Yayın Holding arasında haber kanalı kurulması yönündeki çalışmaları başlatmış ve proje Amerikalı Time Warner grubu ile ortak olarak 2000 yılında CNN Türk adıyla yayın hayatına başlamıştır.
2005 yılında Doğan TV Holding A.Ş.’yi kuran Arzuhan Doğan Yalçındağ, şirketin İcra Kurulu Başkanlığını üstlenmiştir. Arzuhan Doğan Yalçındağ, 2007-2010 yılları arasında Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği’nin (TÜSİAD) Yönetim Kurulu Başkanlığını yürütmüştür. Yalçındağ, TÜSİAD’ın tarihindeki ilk kadın başkandır.
Arzuhan Doğan Yalçındağ, Dünya Ekonomik Forum’u tarafından Genç Global Lider seçilmiştir. Avrupa Birliği için Kadın İnisiyatifinin kurucu başkanı olarak da Türkiye adına AB ülkelerinde lobi çalışmalarını yürütmüş olan Arzuhan Doğan Yalçındağ, Aydın Doğan Vakfı’nın ve Türkiye Kadın Girişimciler Derneği (KAGİDER) kurucu üyesi olmuştur. Türk Eğitim Gönüllüleri Vakfı, Türk-Amerikan İş Adamları Derneği, Türkiye Üçüncü Sektör Vakfı üyesi olan Yalçındağ, aynı zamanda İstanbul Modern Sanat Müzesi Yönetim Kurulu üyesidir.
Arzuhan Doğan Yalçındağ Doğan TV Holding A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanıdır.
Recep Tayyip Erdoğan iktidarının çeşitli nedenler ileri sürerek vergi cezaları kestiği sonuçta da istediği çizgiye getirdiği Doğan Holding’i tanımayanımız yoktur. Köşeye sıkıştırıldığında onurlu bir davranış yerine parayı pulu tercih etmesi sermayenin karakteri gereğidir. Bu yüzden de buralardan gelme Arzuhan Doğan Yalçındağ ile ilgili uzun uzadıya değerlendirimler yapmanın gereği yoktur. Gereği yoktur çünkü işbirlikçi tekelci sermayenin başkanlığına kadar gelmiş birinden söz ediyoruz. Dolayısı ile bu kişiden ülke yararına ve ülke halkının insanca ve barış içinde yaşaması ile ilgili olumlu şeyler üreteceğini beklemek insan aklıyla dalga geçmekle aynı şeydir. Recep Tayyip Erdoğan’ın tercihinin nedeni de politik olarak görüşlerinin uluslararası sermeyenin çıkarları açısından görüşlerinin örtüşmesinden ibarettir. Gerçekler böyle olunca da bu zatı muhteremlerin soyup soğana çevirdikleri halka anlatacak bir şeyleri yoktur. Onlar eğer başarabilirlerse bir kez daha uluslararası sermayenin bölgeyi tımarı ile ilgili olarak halkı hazırlamak için görevleri halk yığınlarının gözlerini kara bir bantla kapatmaktan ibarettir o kadar.
Sosyalist öğreti yeniden konumuza dönersek; dün partilerden ve sosyalist partiden özlü olarak söz ettik. Bu konuya biraz daha açıklık getirelim. Türkiye Sosyalist İşçi Partisi’nin önemli belgilerden birisi ‘KURTULUŞUMUZ SOSYALİZM, SİLAHIMIZ PARTİ’ belgisidir. bir kez TSİP, geniş halk yığınlarının kurtuluşlarının ancak ve ancak sosyalizmle olacağına döne döne işaret ediyor. Bu amaca ulaşmakta da en önemli silahın parti olduğunu söylüyor. Gerçekten de işçiler ve emekçiler sosyalist partileri olmaksızın gerçek kurtuluşları doğrultusunda hiçbir şey yapamazlar. Bu yüzden de iktidarı ele geçirmek ve sosyalizmi kurmak için parti olmazsa olmaz araçlarımızdan birisidir. Diyeceksiniz ki, parti mi yok, bir sürü sosyalizmi savunan parti var niye amacımız doğrultusunda gerekli mesafeyi kat edemedik?
Haklısınız, onca uğraşımıza karşın sosyalist sol bir türlü yığınsallaşıp bir seçenek haline gelmiyor. Bunun önemli nedenleri var. Biz bugünkü yazımızda görüşlerimizin bir bölününe değinip yazımızı bitirelim. Her şeyden önce işçi sınıfı partisi sosyalist öğreti ile donanmış yılmaz, bileği bükülmez kadrolar tarafından kurulmalıdır. Yetmez, böyle bir partinin olmazsa olmaz iç işleyişi söz konusudur. Madem böyle bir partiden söz ediyoruz bu partinin işleyişini açmamız gerekiyor. Bizim sözünü ettiğimiz parti Leninist bir parti anlayışıdır. Dolayısı ile yukarıdan aşağı örgütlenecektir. En bilinçli ve kararlı unsurların bir araya gelmesiyle partinin bir merkezi olacak. Merkeze bağlı il, ilçe, ve gereksinim duyulduğunda örgütlü komiteleri olacak. Bu örgütlenme yukarıdan aşağı yapılacak. Böyle bir partinin işleyişi DEMOKRATİK MERKEZİYETÇİ işleyiş kurallarına göre olacak. Partinin en üst organı parti genel kuruludur. Partinin genel kurulu belli süreler aralığında toplandığı için genel kurul; partinin kararlarını uygulama görevini Merkez Yürütme Kurulu’na vermiştir. Dolayısı ile üst organların kararına alt organlar uymak durumundadır. Elbette parti işleyişinde eleştiriler de olacaktır. Eleştiri alınan kararları yerine getirmeye engel değildir. Eleştiri ise gelişigüzel değil ancak ve ancak organlar içinde yapılacaktır. Dolayısı ile partinin içinde hem demokrasi işletilmiş olacak hem de merkeziyetçi anlayış egemen olacaktır. Dönem dönem işleyişin merkezi yanının çok daha ağır bastığı koşullar olabilir.
Bu dönem genellikle parti hayatiyetinin tehlikeye girdiği dönemlerdir ki, bir zorunluluktan kaynaklı demokratik işleyiş bir ölçüde de olsa askıya alınmış olabilir. Bu demek değildir ki, demokratik işleyiş hepten ortadan kaldırılacaktır.
Parti konusunda görüşlerimize devam edeceğiz.