SOSYALİST ÖĞRETİ YENİDEN / 10

Yazan: Turgut Koçak 17 Nisan 2013

İşin buraya varacağı ta başından belliydi. AKP iktidarı öyle bir duruma gelmişti ki, yapmak istediklerini yapacak ne iradesi, ne de kendisine güveni vardı. Bugüne dek olup bitenler yüzünden toplumda memnuniyetsizlik alabildiğine artmış kitleler Recep Tayyip Erdoğan başta olmak üzere tüm AKP ileri gelenlerinden büyük ölçüde umudunu kesmişti. Ne var ki, AKP görevini yapamamaktan kaynaklı nedenlerle halkın kendilerine oy vermemesi sonucu iktidardan ayrılmaya hiç de niyetli değildi. Bu yüzden de Kürt sorununun çözümünde iktidar olarak taşın altına bizzat elini sokmuyor, görevi “akil insanlar” diye sırtlarını sıvazladığı kimselerin omuzlarına yıkmanın en iyi olacağını düşünüyordu. AKP iktidarına göre bu yöntemle hem Kürt sorununu çözmüş olacak hem de olası tepkileri kendi üstünden uzak tutacaktı. Böylece “akilleri” sahaya saldı. “akil insanlar” sahaya indiler inmesine ya, ne yazık ki, kendilerini dinleyecek kimseleri bulmakta oldukça zorluk çekiyorlar. İç Anadolu grubu 5 kişi kendilerini dinleyenlerin sayısı 8 kişi. Konuştukları ise ipe sapa gelmez şeyler. Yalaka basın bu konuşmaları verse bir türlü vermese bir türlü. İşin özeti Recep Tayyip Erdoğan’ı sevindirecek bir şey yok. Urla’da konuşanlar ise bir başka alem. Kendilerini Kürtçe dinleyecek kimse yok, yok olmasına ya, olsun mademki diyalog kurulacak Kürtçe de konuşulmalı. Zonguldak’a giden “akil insanlar” böyle bir tepkiyi bekliyorlar mıydı bilmiyoruz ama kendileri gösterilerle karşılandı ve bayrak sallayan göstericilerin arasından zor geçip gittiler. TESK Genel Başkanı Bendevi Palandöken geçerken bayrağı öpmek zorunda kaldı.

Bu durum için “adam ne olacak” der gelip geçersiniz, ancak kazın ayağı hiç de öyle değildir. Bu yöntem göstermiştir ki, toplum barış yerine çok daha ağır yarılmaları ve karşı karşıya gelişleri yaşayabilir. Zaten bu “akil insanlar"a bakıldığı zaman olacakları görmemek için ayakta uyuyor olmak gerek. Çünkü girişimlerinin hepsinin içi boş ve barış için hiçbir donanımları yok. Barış değil ama AKP’yi iktidarda tutmanın ötesinde bir özellikleri olmayan bu kimliksiz memurların yaratacağı yıkımla karşılaşılması büyük olasılık. Şimdi Bendevi Palandöken’i tanıtalım:

1949 yılında Malatya’da dünyaya gelen Bendevi PALANDÖKEN, 1962 yılında Ankara’nın Cebeci semtinde bakkal olarak başladığı meslek hayatını, halen aynı dükkânda devam ettirmektedir.

1965 yılında Denetim Kurulu üyeliğine seçildiği Ankara Bakkallar ve Bayiler Derneği’nde 1978-1984 yılları arasında Başkanvekilliği görevini yapan, 1984 yılında Dernek Başkanlığına seçilen PALANDÖKEN, bu tarihten günümüze kadar düzenlenen tüm genel kurullarda, genel kurul üyelerinin güvenoyunu alarak Ankara Bakkallar ve Bayiler Odası Başkanlığı görevini halen sürdürmektedir.

PALANDÖKEN, 1978 yılında kurduğu Ankara Bakkallar Bayiler Esnaf Kredi ve Kefalet Kooperatifi’nin Başkanlığını da halen yapmaktadır.

Bendevi PALANDÖKEN, 1984 yılında Türkiye Bakkallar ve Bayiler Federasyonu Yönetim Kurulu üyeliğine seçilmesinin ardından Başkanvekilliği görevinde bulunmuş, 1990 yılında yapılan genel kurulda Federasyon Başkanlığına seçilmiş ve bu görevini de halen devam ettirmektedir.

1996 yılında Türkiye Esnaf ve Sanatkârları Konfederasyonu (TESK) yönetim kurulu üyeliğine seçilen PALANDÖKEN 1999 yılında seçildiği Başkanvekilliği görevinin ardından, 2007 yılında Konfederasyon Genel Başkanlığına seçilmiştir.

2010 yılında yapılan Genel Kurul ile bir kez daha Konfederasyon Genel Başkanlığına seçilen Bendevi PALANDÖKEN, Avrupa Akdeniz Esnaf Sanatkârlar İşletmeleri ve KOBİ Birliğinin (EUROMED) Başkanvekilliği görevinin yanı sıra Avrupa Birliği Türkiye Karma İstişare Komitesi Üyeliği (AB-TR KİK), Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) Yönetim Kurulu Üyeliği, TC Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeleri Geliştirme ve Destekleme İdaresi Başkanlığı (KOSGEB) İcra Komitesi Üyeliği ve Mesleki Eğitim ve Küçük Sanayi Destekleme Vakfı (MEKSA) Başkanlığı görevlerini de sürdürmektedir.

Palandöken’in mesleği gereği nasıl bir tefeci bezirgân kafalı olduğunu açıkça görüyoruz. Sıfatlarına eklediği görevlere baktığımız zaman bu sıfatlar küçük esnafı korumak için değil, onların üzerinden palazlanmak üzere elde edilmiş sıfatlar olduğu çok açık. İçerde elde ettiği sıfatları, kendisini dış sıfatlar edinmesine kadar taşımış. Yani bu tür kişilerin kolaylıkla dış güçlerin hizmetine gireceğine tarihsel süreç içinde çok ama çok tanıklık ettik.

Gelelim Celalettin Can’a:

Celalettin Can, Tunceli’lidir. 1975 yılında eğitim için İstanbul’a gelmiştir. Eğitim için geldiği İstanbul’da kısa sürede devrimci gençliğin önderlerinden biri oldu, Dev-Genç’in başkanlığına seçildi. Devrimci Yol-Devrimci Sol ayrışmasında tercihini Devrimci Sol’dan yana yapmış ve sonrasında da bu hareketi Doğu’da örgütlemek için 1977 yılında İstanbul’dan ayrılmıştı.

1981 yılında Malatya’da yakalandı, bir yıl sonra cezaevinden tünel kazarak firar etti. İstanbul’da tekrar yakalandı.

Celalettin Can, 78 kuşağının Dev-Yol lideri. 12 Eylül’de içeri alındı. 19,5 yıl yattıktan sonra 1999’un sonlarına doğru cezasını tamamlayıp çıktı. Bir zamanlar önderi olduğu kuşağın düştüğü hali gören Celalettin Can, 78’liler Vakfı isimli bir örgütlenmeye girişti.

78’liler Vakfı’nı kurarak kendi kuşağının haklarını geri almaya çalıştı.

2004’te amacına ulaştı. Hak-İŞ Genel Başkanı Salim Uslu ve AKP milletvekili Eyüp Fatsa ile yaptıkları ortak çalışmalar sonucu 78’lilerin kamu yasakları ve vatandaşlık hakları meclis kararıyla iade edildi.

78’liler Vakfı, 1987’ye kadar işlenmiş suçlar nedeniyle kamu hakları kısıtlanmış kişilere, haklarının geri verilmesi için hazırlanan yasa teklifinin, TBMM Adalet Komisyonu’nda kabul edilmesini sağladı.

Celalettin Can, 78’liler Vakfı başkanıdır. Bir yandan da kitaplar yazıyor. Celalettin Can, 3 nisan 2013 tarihinde Ak Parti Hükümeti tarafından açıklanan ve barış sürecini yönetecek olan 63 kişilik Akil insanlar listesine İç Anadolu Bölgesinden girmiştir.

Celalettin Can’ın AKP’nin “akil insanlar” topluluğu içinde yer almış olması şaşırtıcı değildir. Bugün kendi arkadaşlarıyla da ters düştüğü için 78’liler Vakfından ayrılanlar ayrı bir örgütlenmeye gitmişlerdir. Dolayısı ile bölünme öncesi ve sonrası yaşanan olaylara bu örgütlenmenin içinde olanlar tanıktır. Yukarıdaki bilgi sadece sizlerin bir düşünce elde etmeniz içindir. Yoksa bir insan hem devrimci olup hem de AKP iktidarının projeleri içinde yer alıyorsa fazladan söylenecek her söz gereksizdir.

Yazının uzun yazıldığından şikayetçi olan ve okumakta zorlandıklarını söyleyen dostların söylediklerini olabildiğince dikkate almak ve kısa tutmak istiyorum istemesine ya İçinde bulunduğumuz koşullara bakıp da yazıyı noktalamak gerçekten de benim için çok zor oluyor. Hangi konuyu elimize alsak bir başka konu sırada bekliyor. Trakya Üniversitesi’nde Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’dan tedavisi için yardım isteyen öğrenci Dilek Özçelik eline para verilerek gönderilmek istendi. Yaşananlar aşağıdaki gibi…

Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, kanser tedavisi gören ve kendisinden ilaçlarının temini için yardım isteyen üniversite öğrencisi genç kızın cebine para koyup, ilaçları kendisinin almasını istedi ve ‘düşürme’ diye uyardı. Kendisine dilenci muamelesi yapıldığını söyleyerek alınan üniversiteli kız Selimiye Camii’nde namaz kılıp çıkan Bakan Bayraktar’a giderek, “Ben dilenci değilim, tedavim için yardım istedim” dedi ve cebine konulan parayı Bayraktar’ın eline tutuşturup ağlayarak uzaklaştı. Valiliğin temasa geçtiği genç kız hastaneye yatırıldı. Dilek Özçelik, hastaneye yatmadan önce Valiliği ziyaret etti ve yaşadıklarını şöyle anlattı: ‘Ben ‘ilaç’ dedim, Bakan ‘para’ dedi. Ben Bakan Bayraktar’dan yardım istemiyorum. Yanınıza biri yardım için geldiğinde eliniz cebinize değil, vicdanınıza gitsin.

Bu bir zihniyettir. Bu zihniyet yurttaşların hakkı olan sağlıklı yaşam hakkını tanımak yerine onlara dilenci muamelesi yaparak baştan savma yoluna gidiyorlarsa bu bir rastlantı değildir. Toplumdaki insanları umarsız bırakıp kendilerine kul köle etme alışkanlığıdır. Sanırsınız ki bu ülke onların babalarının çiftliği. Sanırsınız ki, bu ülkede yönetici olmak onlara babalarından miras kaldı. Bu yüzden de kendileriyle eşit olması ve ülke olanaklarından eşit yararlanması gereken yurttaşlar teba yerine konuyor.

İşte kapitalizm böyle bir şey. Anayasaya eşitliği, özgürlüğü, sosyal devlet ilkesini yazar yazmasına ya iş uygulamaya gelince herkes parası, malı mülkü kadar eşit, özgür ya da sosyal devlet olgusundan yararlanabilir.

Dün sendikalardan söz ettik. Sarı sendikalardan, sendika ağalığından, sınıf ve kitle sendikacılığından ve DİSK’ten kısa özetler yaptık. Şimdi yazımızı siyasi örgütlenmelerle ilgili olarak sürdürelim ve bitirelim. Kapitalizmi savunan siyasi partiler var. Bunlar doğaları gereği milyonları sömüren ve baskı altında tutan bir avuç haramzadeyi temsil etmektedirler. Bunların dışında da sınıf ve katmanları temsilen partiler kurulmuştur. Bu partilerden solda yer alanlar sol bağlamda sosyal demokrat çizgiden komünist çizgiye kadar uzanan bir yelpazede yerlerini almış bulunmaktadırlar. Burada asıl kavram karışıklığı sol yelpazede yer alan partilerin önemli bir bölümünün kendilerini “en devrimci” ve “en komünist” olarak nitelemelerinden çıkmaktadır. Önceki yazımızda dile getirdik. Gerçek bir sosyalist parti sağlam bir öğretiye ve işçi sınıfı partilerinin örgütlenme ilkelerine sahip olan bir partidir. Oysa açık/gizli ne kadar örgütlenme varsa bunları ele aldığımızda görmekteyiz ki, ne sağlam bir öğretileri ne de örgütlülükleri vardır. İçi doldurulmamış kof sözcükler ise bizim sözünü ettiğimiz örgütle asla örtüşmemektedir.

Bu yapıların bir kısmı öğretiyi (ideoloji) küçümser. Onlar için önemli olan eylemdir. Oysa sağlam bir öğretiye sahip olunmaksızın etkili ve sonuç alıcı eylemler konulmasının da olanağı yoktur. Sosyalist bir parti kendi ülkesinin hem nesnel hem de öznel olarak iyi bir analizini yapmalı, sosyalizm savaşımını da bu analiz üzerinden yürütmelidir. Oysa baktığımızda birçok örgütün Türkiye’deki mevcut durumun dünü bugünü ile ilgili olarak sağlıklı bir analizleri söz konusu değildir. Dolayısı ile de bu yapılar programatik bir duruş yerine günübirlik politikalarla işi götürmeye çalışmakta olup sosyalizm konusunda yanlış eğilimlerinden dolayı sık sık baltayı taşa vurmaktadırlar.

Türkiye Sosyalist İşçi Partisi kurulduğu 15-16 Haziran 1974 tarihinden bu yana öğretiyi ve örgütlenme ilkelerini olmazsa olmaz görmekte bu konudan ödünsüz davranmaktadır. Bu yüzden dünün nasıl kalıcı partisi olmayı başarmışsa yarının da kalıcı ve sonuç alıcı partisi olacaktır.

Savaşım içinde yollarımızın kesişeceği yapılar kuşku yok ki, olacaktır.

Ve hatta bu yapılar mücadele içinde tekleşip işçi sınıfının siyasal birliğinin sağlanması anlamına gelen sosyalist bir partide birlik sağlanmasının yolunu da açacaktır.