Yazan: Turgut Koçak 10 Eylül 2014
Bir söz vardır; “eskiye rağbet olsaydı bitpazarına rahmet yağardı” diye. Bu yüzden de oldum olası şu solcu eskilerinden hoşlanmamışımdır. Geçmişte tartışmalar “en eski tüfekler”, “eski tüfekler” üzerinden yapılır bir sürü tevatür tanımlamalar gündeme taşınıp kafalar da bir güzel bulandırılırdı. İşte bu eski tüfekleri, eski olmaları nedeniyle; deneyimli olarak bilinir ve onlara bu nedenle sık sık akıl danışılırdı. Akıl danışanlarsa bir türlü “kelin merhemi olsaydı kendi başına çalardı” sözünü akıllarına getirmez; bodoslama söylenenin arkasına takılıp giderlerdi.
İşte bu en eski ve eski tüfeklerin bir kısmı oklarını Türkiye İşçi Partisi’ne yöneltip partinin saflarından özellikle de gençlerin ayrılmasına neden oldular. Doğal olarak iş bu kadarla da kalamazdı, gençlere yol ve yordam gösterilmesi onların da yeni yeni adımlar atması gerekirdi. Ve zaten sol ve sosyalist hareketin sürekli güçlenmesinden de iyice ürken egemen güçlerin bir an önce solu ve sosyalist solu boğmak çabası bir hayli yoğunlaşmıştı. Bu yüzden de gençlerin üzerine Komünizmle Mücadele Dernekleri’nin başını çektiği kesimler, polis desteğinde sürekli olarak gençlerin üzerine salınıyor, yaralamalar, arkasından da öldürme olayları peşpeşe gelmeye başlıyordu. Ateş arasında kalan gençler ise bu saldırılara bir çare bulmak ve devrimci savaşımı devam ettirmek istiyorlar, bir çıkış yolu arıyorlardı. TİP’ten kopan gençliğe TİP’in yapacağı fazla bir şey kalmamıştı, esasen TİP’in de böyle bir gereksinim duyduğu söylenemezdi. Meydan bu yüzden de eski tüfeklere kaldı. Ayrıca o dönemde ülkemizin somut koşulları yerine en çok tartışılan konuların başında da Vietnam’ın ABD emperyalizmine karşı yürüttüğü gerilla savaşı ve Çin’in Mao önderliğinde verdiği ve başarıya ulaştırdığı halk savaşı ve o günlerde Güney Amerika’da sürdürülen gerilla mücadeleleri neredeyse bütün gençliğin dilindeydi. En eski ve eski tüfeklere danışıldığındaysa doğru bir yol göstericilik yapılması yerine tam tersi yapıldı. Gençlik, silahlı mücadelenin içine adeta itildi.
Sonrasını biliyoruz. Gençliğin en kararlı ve en gözükara kesimleri bir bir kırsal alanda ve kentlerde kıstırılıp katledildiler. Geriye kalanlarıysa ağır işkencelerden geçirilerek yıllarca cezaevinde kalacak şekilde içeri atıldılar. Yani yine eskilerin deyimi ile “Kılavuzu karga olanın burnu bilmem neden çıkmazmış” derler ya; işte o hesap bir kırım yaşandı ve devrimci gençlik çok ağır bir bedel ödedi.
Kimse o güne kadar ne nesnel koşulların ne de öznel koşulların var olup olmadığını tartışmadı. Ortada devrimci savaşımı yönetecek bir öncü müfreze görevi görecek parti marti yoktu ama nasıl olsa islimi arkasından gelir hesabı silaha sarılanlar silaha sarıldılar, sarılmayanlar ise pasifize olup bir kıyıya çekilmek zorunda kaldılar. Önemli bir kesimse zaten harekete katılacak fırsatı bile bulamadan cezaevlerini boylayarak yıllarca sürecek olan ağır bedeller ödemek zorunda kaldılar.
Sonra değişen bir şey oldu mu? Sanmıyoruz. Koşullar biraz elverdiğinde bu kez daha da bölünüp parçalanılarak küçük küçük gruplar haline gelmiş solun birbirleriyle 1970’li yıllarda yarışlarına tanık olduk. Devlet ise bu kez daha deneyimli daha provokatif ve kontrgerilla örgütüyle hiçbir fırsatı kaçırmadı ve 1970’li yılların ortalarından itibaren ülkemizde ağır sonuçları olan bir kırım başlatıldı. Sonra bu kırım 12 Eylül 1980 darbesiyle tam bir cadı avına dönüştürülerek devrimcilere, sosyalistlere tam anlamıyla görülmemiş bir cehennem yaşatıldı.
Geldik bugüne. Türkiye toprağında budanan sol ve sosyalist hareketler bu kez daha da ağır sonuçları olacak bir saldırı ile karşılaştılar. Sovyetler yıkılmış, sosyalizmin itibari iyice dibe vurmuştu. Uluslararası sermayeninse saldırıları son hız devam ettiriliyordu. Gerçek sosyalist hareketler itibarsızlaştırılırken, onların yerini içi boşaltılmış, sosyalizm dışı akımlar sol diye yutturularak aldı. Solculuk bir süre “birlik adı altında” Sosyalist Birlik Partisi, Birleşik Sosyalist Partisi ve Özgürlük ve Demokrasi Partisi adı altında devam ettirildi. Sonra herkes aslına döndü dönmesine ya bu kez de binbir kafa karışıklığı ile daha da savrularak yaşandı bütün yaşanılanlar. Bir kısım sol yapılarsa ne uzar ne kısalır hesabı aynı tas aynı hamam dün neye inanıyorlar ve nasıl davranıyorlarsa öyle devam ettirdiler çalışmalarını.
Şimdi bir kez daha sol ve sosyalist hareketler canlanma yani sıçrama noktasına gelmişken bu kez de bugünün eski tüfekleri ortaya çıkıp eskisinden biraz farklı ama yine de aynı kapıya çıkacak şekilde sokağı işaret etmeye başladılar. Ve zaten bazı sol yapılar için sokak; fetişizm haline getirildiği için çağrıları yankı da buldu denilebilir.
Oysa sokak ilericiler, devrimciler ve sosyalistler için iktidarı ele geçirme yolu olabildiği gibi görülmemiş ölçüde bur tuzak işlevi de görür onca çaba ile yetiştirilmiş güçlerin kırılmasına da yol açabilirdi. Burada önemli olan sokağın işaret edilmesinin hangi amacı taşıdığıydı. İşte bu nedenle bu konu bir kez daha ciddiyetle ele alınmalı ve eşyanın tabiatına uygun hareket edilerek gerekli adımlar atılmalı, hiçbir ilkel davranışa ödün verilmemelidir.
Şimdi sokağı işaret edenlere soruyoruz? Sokağı işaret ettiğinize göre bizim göremediğimiz, sizin gördüğünüz ne vardır? Kendisini tartışmasız bir şekilde geniş halk yığınlarına kabul ettirmiş bir parti var da biz mi görememekteyiz? Ülke işçi grevleri ile sarsılıyor, işçiler ekonomik, politik hakları için ayakta da biz mi farkında değiliz? Genel grev çağrısı ile bırakalım bütün ülkeyi kaç metropol kentte yaşam durduruldu da biz bu devrimci yükselişi es mi geçtik? Üniversite ve genel olarak gençlik hak ve özgürlükleri için iktidara meydan okuyor da biz mi şişe dibi gözlük kullandığımız için burnumuzun ucunu göremiyoruz? Önceki gün Halk TV’de tartışmaya katılan DİSK Genel Sekreteri Arzu çerkezoğlu, genel grev çağrısında bulunduklarını ama DİSK üyeleri de içinde katılanların sayısının azlığına işaret ederken bunun niye böyle olduğunu irdelemek hiç mi aklımıza gelmiyor? Dün Soma’da, bugün Torunlar İnşaat’ta işçi katliamları yaşanırken niye Türkiye ayağa kalkıp sokağa dökülmüyor sizce hiç kafa yordunuz mu? İlericileri, devrimcileri, sosyalistleri sokağa çağırırken nerede hareket orada bereket teorisiyle neyi amaçlamaktasınız? Açıkça işaret ediyorum sokak işaret edilerek iktidar amaçlanmadığına göre sizin bizim bilmediğimiz bir amacınız olmalı. Sizleri, bu çağrıları yapanları tanıdığım için ağır sözcükler seçmeyi yerinde bulmuyorum. Ancak kendinize küçük dükkanlar kurmak ve ortaya çıkardığınız küçük küçük örgütçüklerle de oyalanmak istediğinizi yüzünüze söylemeden geçmeyeceğim.
Sonuç olarak sokağa da çıkılır çıkılmalıdır da. Ancak sokak fetişizmine teslim olmanın da devrimcilik olmadığını bilmek gerekir.
Gezi gösterilerinin sokağa nasıl çıkılır ve sokaktan nasıl çekilinmesi gerekir bizlere öğretmiş olması gerekir. Gezi gösterileri sonrasında hemen herkes bu işin arkasının geleceğini düşünüyordu ama nedense bir daha o yığınsallıkta sokağa çıkılamadı sizce niçin?
Çünkü sokak insanları yorduğu gibi daha da atılgan hale getirebilir. Oysa Gezi gösterileri sonrası sokak insanlarımızı atılgan hale getirmek değil, tersine yormuştur. Bu yüzden de zorlama sokak çağrıları yaparak kimse onbaşılık yapmaya kalkmamalıdır.
Eğer sokak düşünülüyorsa bu konu ancak ve ancak kurmay kafası ile düşünülüp hazırlanılır ve sokak kurmay kafası ile yönetilirse bir anlamı vardır.
Yoksa gaz yiyip yiyip dağılmak bir yüreklilik işidir kuşkusuz ama başarıya gider mi onun yanıtı da sanırız taraftarlarını iki de bir de sokağa sürüp ille de sokak diyenlerdedir diyoruz, ne dersiniz?