SİZLERE NEREYE KADAR KATLANACAĞIZ?

Yazan: Turgut Koçak 3 Aralık 2014

AKP iktidarı ile birlikte alışılmış olan ne varsa değişti. Biri sizi eleştirir suç sayılır. Siz birine hem hakaret eder hem de küfredersiniz gayet olağandır. Recep Tayip Erdoğan’ın içinde bulunduğu ruh hali tam da budur işte. Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç ne yapmış? Seçim barajları ile ilgili konuşmuş. Bunun üzerine konuşan Cumhurbaşkanı koltuğunda oturan kişi ne demiş?

“Darbe ürünü kurumlar siyasete yön veremez.”

Recep Tayyip Erdoğan bu sözleriyle tabiki de 27 Mayıs 1960 askeri hareketini kastediyor ve Anayasa Mahkemesi’nin de 1961 Anayasası ile kurumlaşmasına parmak basıyor. Hiç kuşkunuz olmasın ki, 1961 Anayasası ileri bir adımdı ve bu Anayasa ile birlikte Türkiye’ye bir ölçüde de olsa demoratik bir ortam geldi. Sendikaların örgütlenmesinden tutalım da, haklarını savunmaları için grev haklarını kullanmalarına, oradan solda TİP gibi bir partinin kurulmasına kadar birçok gelişmelere kapı aralandı. Yine 1961 Anayasası’yla kurulan Anayasa Mahkemesi ise iktidarların geniş halk yığınları aleyhine birçok yasasını da iptal ederek iyi bir görev yerine getirdi. Süreç içinde bu Anayasa’daki hak ve özgürlüklerin kullanılması ile ilgili işleyişten memnun olmayan Adalet Partisi sözü geçen Anayasayı hep eleştirdi ve budamak için de her fırsatı kolladı. Ne var ki, Adalet Partisi bunu başaramazken 12 Mart faşist darbesini yapanlar anayasada değişiklikler gerçekleştirdiler. Bu değişiklik ufak tefek de olsa hep sürdü. Sonra 12 Eylül 1980 faşist darbesi geldi ve 1961 Anayasası’nı önemli kurumlara dokunmadan hepten ortadan kaldırarak yerine faşist bir anayasa olan 12 Eylül 1982 Anayasası’nı kabul etti.

12 Eylül Anayasası’da günümüze kadar pek çok değişikliklere uğratıldı. Ancak özü olduğu gibi korundu. 12 Eylül 2010 Anayasa referandumu ile de Anayasa’da önemli sayacağımız AKP’nin değişiklikleri geldi ve 12 Eylül 1982 Anayasası’na rahmet okutan bir Anayasa böylece işlerliğe sokulmuş oldu ki, Recep Tayyip Erdoğan konuşurken bu gerçekleri her zaman olduğu gibi bir kez daha gözardı ederek Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç’la ilgili sözlerini Peyami Sefa’ya atfettiği şu ağır sözlerle sürdürdü.

“Bizim kitap yüklü merkeplere değil, kitabın içindekini sindiren insanlara ihtiyacımız var.”

Şimdi; gelin de, bu ağır sözlerin altından kalkın kalkabilirseniz. Sözü geçen muhteremin daha önce de pek çok hakaretlerini biliyoruz, ancak o hakaretlerin çoğu hakkını aramakta zorluk çeken halktan kimselereydi. Bu son hakaretin hedefi ise önemli bir kurum olan Anayasa Mahkemesi’nin başkanına yönelik. Bekleyeceği ve göreceğiz bakalım ne olacak?

Bir de evlere şenlik milli Eğitim Bakanlığı var Türkiye’de. İşte o Milli Eğitim Bakanlığı Antalya’da 19’cusu olan Milli Eğitim Şurası’nı toplamış. Bu şuraya da Eğitim-Bir-Sen adı verilen sendika bir istek sunmuş. Bu istek özetle karma eğitimin kaldırılması ve yerine kız ve erkeklerin ayrı ayrı okullarda eğitim görmelerini istiyormuş. Böylesi çağdışı kafaların eğitim yaşamında yuvalanmış olması ne şanssızlık değil mi? Bu kafalar eğitime yön verecek de Türkiye’de bunların sayesinde ileri adımlar atacak öyle mi? Öyle sanıyoruz ki, bu iktidar iktidar koltuğundan hiç kalkmayacağını düşünüyor olmalı ki, böylesine cüretkar adımlar atıp milyonların gözünün içine baka baka dalga geçiyor sanki.

Şura’da Recep Tayyip Erdoğan konuşmasa yeminle söylüyorum kurbağalar kısır kalır. Bu yüzden de muhterem nafile konuşmalarından birini daha yaptı. Burada da ilginç sözler etti. Neymiş efendim? Öğrenciler Aynştayn’ı biliyorlarmış ama kendi değerimiz olan İbn-i Sina’yı bilmiyorlarmış. Bilmem ne pop şarkıcısını ezbere bilirlermiş de Hoca Efendi’den haberleri bile yokmuş.

Gerçi, Sayın Recep Tayyip Erdoğan herkesi kendisi gibi sandığı için kendi üzerinden başkaları için hüküm yürütüyor. Bu ülkenin çocuklarının Aynştay’nı bildiği kadar İbn-i Sina’yı da bildikleri bir gerçektir. Hoca Efendi’ye gelince herkes müzik otoritesi değildir, ancak bütün müzikten anlayanlar da inanıyorum ki Hoca Efendiyi de bilirler. Amma velakin Recep Tayyip Erdoğan’da maksat başka olunca savurup duruyor işte…

Konuşması bu kadarla sınırlı değil. Muhterem bir de nasıl çocuk yetiştirilmesi gerektiği üzerinde durmuş. Ve demiş ki; “Yeni bir nesil dizayn edeceğiz.” Devam etmiş, iktidarlarından önce eğitimin amacının “insan formatlama aracı” olarak kullanıldığına değindikten sonra da, “Bu sıkıntıları anaokulundan başlayarak bir hayat tarzı sunarak yeneceğiz” demiştir.

Yazıyı uzatmaya gerek yok. Bu konuşmaları iyice dinleyin, bu iktidarın neyi nasıl yapmak istediğine bakın, sonra da, yarınımızın nasıl karanlıklara gebe olacağını bir güzel görün.

Görün ki, ne bu iktidarın uygulamalarına baş eğerek katlanın, ne de Recep Tayyip Erdoğan’ın çizmeyi aşan konuşmalarına oflayıp puflayarak dinleyip sinir krizleri geçirin…