SİYASETE VE SİYASİLERE GÜVENSİZLİK

Yazan: Turgut Koçak 15 Mayıs 2020

Sermaye güçleri işler bozulunca halkın karşısına çıkıp kolayca siyasete ve siyasetçilere güvenemeyeceklerinin propagandasını kolaylıkla yapmaktan çekinmezler. Hani, bunlar bu sözleri söylerken asla toplum katında olumsuzlanmış ne varsa bunların hiçbiri böylece sahiplenilmemiş de olur ki Türkiye’de dünden bugüne yapılanlar üç aşağı beş yukarı böyledir.

Bir düşünün, 12 Eylül 1980 faşist darbesini gerçekleştirenler, faşist sistemin savunucusu siyasetçiler adına konuşup hem siyasetin kirletilen bir tencere, kirletenlerin de siyasetçiler olduğunu söylemekten çekinmeyerek bir anlamda yığınlara gökyüzünü göstererek kuşa bak kuşa derler fakat yapıp ettikleri şey yine de dibine kadar siyaset ve dibine kadar siyasetçiliktir ama yığınlar da bu yemi kolaylıkla yutar bir süre sonra da bu yaklaşım kahve konuşmalarının en çok başvurulan yolu olur.

18 yıldır ülkemizde dibine kadar diktatöryal bir rejim, dibine kadar dinci, gerici ve faşist politikalar olarak uygulanmış, bu uygulamalar sürerken durumdan çok memnun olan ülke burjuvalarının gıkı bile çıkmadığı gibi bu iktidarın arkasına dizilen pek çok tüylenmiş burjuvalarımız ise var olan iktidarı sürekli olarak desteklemiş her fırsatta da arkalarında olduklarını açıklamaktan da vaz geçmemişlerdir. Zaman zaman çatışkılı durumlar ortaya çıkmışsa da olanlar öze değin olmayıp tamamıyla pastadan pay almaktan kaynaklı olmuştur.

Burada üzerinde kafa yormamız gereken şey demokrasidir fakat söz edilen demokrasi de öyle kimilerinin sandığı gibi arı, duru altın ayarında bir şey olmayıp basbayağı devleti elinde bulunduranların diktatörlüğünden ibarettir. Dolayısı ile ülkemizde sermaye güçlerinin iktidarları ortama göre dinci, gerici, faşistte olabilir, biraz ipleri gevşetilmiş olarak da uygulanma şansı da olasıdır. Yani gerçeği anlamak istiyorsak hele bizim gibi ülkelerde gösterilen madenin üstünü kazıdık mı altında neyin gizlendiği kolaylıkla anlaşılabilir bir durum olup kimilerinin sandığı gibi ortada karmaşık bir durum da söz konusu değildir.

Biz sosyalistler, yaşadıklarımızı ve bizlere yaşatılanları düşünüp bir çıkış yolu arayışındayız. Bunları yaparken de işimiz ne hayal dünyasında dolaşmak ne de gerçek kurtuluşu yani sosyalizmi göz ardı etmektir. Dolayısı ile olup bitenlerin analizini yeterince doğru yaparsak başarı yolunda da daha uzun adımlar atmamız olasıdır.

Oysa gördüklerimiz nedir? Bazı çevreler her ne kadar devrimcilere ve sosyalistlere ayrıcalıklı davranmıyor gözükseler de hiç de öyle bir durum olmadığını yaşam her fırsatta bize gösteriyor. Herkesin ve herkesin kendilerine göre popülize edilmesi kolay, popülistliğine uygun çevreleri var. Sol ve sosyalizm adına basın onlara yer verir, televizyonlar ekranlarını onlara açar. O arkadaşlarda sağ olsunlar bizlerin adına da konuşur bizleri de mahrum bırakmazlar fakat bu bir olur, iki olur, bilemedin üç olur arkadaşlar da yeter artık yeter! Çünkü eğer birlikte yol yürüyeceksek ki yürümeliyiz. Bu yürüyüş de bu denli burnu büyüklük ve öznellikle başarılacak iş değildir.

Sözü dolandırmayayım, doğrudan söyleyeyim en iyisi.

Bizlerin haber kaynağı ve izlediğimiz birkaç televizyonun başında Tele 1 gelmektedir fakat niyeyse Tele 1 hep TSİP’e kapalı tutulmuştur.

Şimdi geçiyorum bütün bunları ve yazımı şöyle bitirmek istiyorum.

Bugün her ne kadar sermaye güçlerinin dişe dokunur bir şikayetleri olmasa da AKP ve MHP dinci, gerici ve faşist bir bloğu temsil etmektedir. Yani bu iktidar hem nitelediğimiz, hem de sermaye güçlerinin işine gelen bir iktidardır ama tam olarak bir sermaye bloğu olarak da nitelenemez. İlerde böyle bir durum çıkar mı sorusunun karşılığı ise elbette koşullara bağlı olarak çıkabilir neden çıkmasın ki?

Bu görüntü sisli bir görüntü olmaktan çıktığı zaman da biz devrimcilerin ve sosyalistlerin oluşturacağı blokta kesinlikle kolaylaşacaktır tabi de bu hesapları da doğru yapmak koşulu ile…