Yazan: Turgut Koçak 1 Ekim 2020
Genç, yaşlı, çocuk herkesin sesini duyuyoruz.
Kahroluyoruz desek az bile. Çünkü yüreğimizin yükü kahrolmaktan da öte bir ağırlıkta. Bir çocuğumuz, “sen gitme abi” diyor bir diğeri, “elimi bırakma.” Bir kızımız yerini belli etmek için “kedi sesi çıkarırım” diye sesleniyor bakan beye.
Seslerini duyamadığımız fakat neler yaşadıklarını çok iyi bildiğimiz insanlarımızı da düşündükçe kime ne diyeceğimizi bilememenin kızgınlığı ile sanki toz bulutunun içinde kendimiz kalmış gibi öfke doluyoruz.
Bu binalar nasıl binalarmış? Kim nasıl olmuş da vicdanını karartarak daha çok kâr için binanın demirini, betonunu, işçiliğini çalarken hiç içi acımamış? Bu bölgenin imara açılmasına göz yumanları da unutmamak gerekir elbette. Şu inşaat işi var ya şu inşaat işi öyle önemsenmemiş ki yüz binlerce mezar dikmişler de farkına bile varamamışız. Devlet uyumuş ya da birileri para kazansın diye ağzına kadar kapıları aralayıp kulağının üstüne yatmış. Belediyelerin bu işlerle ilgilenen birimleri ve bir bütün olarak hepsi niye olacakları hiç hesap etmeyip de buralara ruhsat verilmesini engellememiş?
Hani mükün olsa da bu yapıların yapılmasında sorumluluk sahibi herkesi bir salonda toplayıp İzmir’de yaşanan deprem sonrası çöküntüyü onlara saniye saniye izletsek bir işe yarar mı acaba?
Onların da bizim gibi içi kabarır gözlerinden pıtır pıtır yaşlar dökülür mü ki ne dersiniz? Eğer elimde olanak olsa her sesi sorumlulara dinletmek isterdim. Ama bütün bunların ne yararı var ki? Bunu yapsak bile yitirdiğimiz canları geri getirebilir miyiz? Çekilen acıları karanlık toz bulutu altında saatlerce kalan insanımıza unutturabilir miyiz? Ne kadar kötü değil mi?
Binanın üstü duruyor ilk iki kat çökmüş. Bina yıkılmasın diye vinçler getirip duvarları tutsun diye dayanmış. Ama alt iki kat yok. Çünkü söylenenlere bakılırsa altındaki bir market binanın kolanlarını kestiği için burada çökme yaşanmış. Düşünebiliyor musunuz, açık açık onlarca insanımıza mezar kazan birileri kolonları kesebiliyor da böyle bir deprem yaşanacağını akıl bile edemiyor. Depreme bile gerek yok normalde de çökeceğini düşünmüyor bile niçin?
Çünkü bunların gözünü para kazanma hırsı kör etmiş. Kör oldukları için süreç içinde vicdanları da kalmamış kararıp küflenmiş yani.
İyi de koskoca devlet neden söyleye söyleye dillerinde tüy biten bilimcilerimize hiç mi hiç kulak vermemişler? Kentsel dönüşüm diye diye işi ranta çevirenleri görmeden edebilir miyiz? Hani merkez üssü İzmir olan ya da ne bileyim İstanbul olan bir depremde kaç bina yıkılacak bilimciler söyledikleri halde acaba ilgililer biliyorlar mıdır bu rakamları? Şunun şurasında İzmir Bayraklı ve Bornova’da çöken 20 apartmana bile yardım ve kurtarma için ekipleri zamanında sevk edemiyorsak daha büyük ölçekli bir yıkımda kurtarma çalışmalarını organize edebilecek miyiz?
Edemeyiz! Niye derseniz 1999 depremi üzerinden 21 yıl geçmiş. 21 yıldır yurttaşlarımızda deprem bilinci bile oluşturamadığımıza göre daha zor işleri başarabilir miyiz, var mı bu konuda bir yanıtınız? Örneğin geniş ölçekli bir İzmir depreminde belki de kurtarma çalışmaları içinde yer alacak 250 bin insana gereksinimimiz olacaktı fakat bu ekipler hazır olsa bile olay yerine nasıl gidebileceklerdi ya da gidebilirler miydi? Trafik keşmekeşinden sıyırılıp da görevliler görevlerini yapabilirler miydi?
Evet, yurttaşlar panikle arabalarını alıp yollara düşmüşler. Bu yüzden de trafik öyle yoğunlaşmış ki var güçleriyle bir şeyler yapmak isteyen eğitimsiz yurttaşlar var olay yerinde. Bir düşünün İzmir’de çıkışları ve girişleri yasaklayan vali sizce yolları açmış mı yoksa verdiği emirle daha bir mi zorlaştırmış? Bir kişi vali olabilir ama tarfiğin nasıl kördüğüm olacağını bilemeyebilir. Üstelik de her şeyi bilecek diye de bir şey yoktur bu durumda yasak koyacağına işi işinin ehline havale etseydi olmaz mıydı?
Bizler gerçekten de demagog siyasetçilerden gına geldik. Bu insanlar 1999’dan bu yana dişe dokunur bir şeye imza atmış değiller ama iş demagojiye gelince maşallahları var. Kimseye pabuç bıraktıkları yok. “Deprem öldürmez çürük yapı öldürür” desek ne olur demesek ne? Kalkıp da yapıları niye yapılması gereken yerlere yapmıyoruz? Örneğin İstanbul’da tehlikenin kucağında olan Avcılar’da içimizi soğutacak ne yapıldı merkezi iktidar tarafından? Yanıtımız koskoca bir hiçse bu durumda bile hâlâ Kanal İstanbul’u konuşmak gibi bir gaflet içindeysek bizi ne akıllandırabilir ki?
Biz biliyoruz aslında. Düşüncelerimizi de her fırsatta dile getiriyoruz ama bir daha söyleyelim insan hayatını hiçe sayıp sadece ve sadece kâr hısıyla işleyen sistemin adı nedir?
KAPİTALİZMDİR…
KAPİTALİZM!
Çürük yapı da, binanın yapıldığı yer seçimi de daha fazla para kazanmak için işliyorsa eğer katil olan da kapitalizmdir.
Hani Türkiye’de 900 bin civarında müteahhit varmış ya işte o müteahhitlerin hepsini suçlu ilan etsek, hatta aralarından bazılarını da içeri atıp işte katiller bunlardır desek ne olur demesek ne? 1999 depremi sonrası sadece suçlu olan Veli Göçer miydi? Veli Göçer kolundan tutulup içeri atıldı da ne oldu? Sorunu çözmüş mü olduk? Bilemem, belki de İzmir depreminde de benzer şeyler olabilir birilerini yaka paça edip içeri atabiliriz ama bu anlayış asıl sorumluları görmezden gelmek olur aslında.
Çünkü bu saydığımız acıların nedeni kapitalizmdir, kapitalizmin sürgit devam etmesi için ellerinden geleni yapan yöneticilerdir.
Her şey de olduğu gibi deprem konusunda da son noktayı koyacak olan tek kurtuluş seçeneğimiz sosyalizmdir ki ancak sorunları kökten böyle çözebiliriz aksi halde ağlar ağlar susar sonra yine ağlar yine susarız…