SENİN DE BİR GÜN ÇARKIN KIRILIR

Yazan: Turgut Koçak 22 Kasım 2013

Mit Müsteşarı Hakan Fidan’ın Başbakanlık’a gönderdiği 7 Mayıs 2013 tarihli bir yazı ile Türkiye’de yeni dinleme yöntemini, dayanağı olan gizle yönetmeliği, Başbakan’ın buradaki işlevini ve istihbaratçılarla yargıçlar arasındaki ilişkileri tüm çıplaklığı ile ortaya koydu. Belgeye göre bazı gazeteci ve yazarların kod isimlerle dinlenmesini MİT, Başbakan onaylı yönetmenliğe dayandırdı.

Demokratik bir ülkede yönetimler, kendileriyle aynı düşünceyi paylaşmayanları dinleme hakkı yoktur. Eğer dinleniyorsa da özellikle belirtmek isteriz ki, o ülkede kapitalist sistemin savunucularının ağızlarını doldura doldura söyledikleri burjuva demokrasisi de yoktur. Bugün ülkemizde yaşananlara baktığımız zaman bu gerçekleri bütün çıplaklığı ile görüyorsak yaşadığımız rejime yeni bir isim bulmak ve ona göre politika yapmak gerekiyor. Bilindiği gibi ülkemizde bugüne kadar burjuva demokrasisi kurum ve kuruluşlarıyla tam anlamıyla bir türlü işletilmiş değildir. Türkiye’deki rejim çoğu zaman kısıtlı burjuva demokratik uygulamalar ya da faşist diktatörlüklerle geçmiştir. Bu yüzden de Türkiye Cumhuriyeti tarihinde sıkıyönetimler büyük bir zaman dilimine denk düşer. Geriye kalan kısıtlı burjuva demokrasilerinde ise sosyalizmi savunan kişiler, partiler ve dernekler sürekli olarak kovuşturmaya uğramış, savundukları düşünce nedeniyle hem kapatılmışlar hem de ağır bedeller ödemişlerdir.

Bugün 11 yıldır yaşadığımız AKP iktidarı altında geçen süreyi de öncekilerden farklı değerlendiremeyiz. Hatta önceki kısıtlı demokratik ortamı fersah fersah geçerek faşizan ve otokratik bir sisteme doğru hızla yol almışlardır. Bu olgunun iki önemli nedeni söz konusudur. AKP iktidarı tıpkı önceki yönetimler gibi işbirlikçi tekelci sermaye güçlerinin adına iktidar koltuğunda oturmaktadırlar. Dahası daha önceki işbirlikçi yönetimlere taş çıkartacak denli emperyalist/kapitalist dünyaya bağımlıdır. Bu yüzden de bu iktidar sonuna kadar emperyalist dünyanın çıkarlarını yerine getirmeye memur edilmiş olup kendilerine de pastadan düşen payı kolaylıkla sahiplenip zenginliklerine zenginlik katmaktadırlar. Bu çifte sömürü nedeniyle geniş emekçi yığınları ekonomik, demokratik ve sosyal haklarından mahrum bırakılmakta, geniş emekçi yığınlarının hak arayışları ise polisiye tedbirlerle bastırılmaktadır. Emekçi yığınların tepkisinden korkan iktidarın bu tepkileri önlemek için başvuracağı yöntem faşizan yöntemlerden başka bir yöntem olmayacaktır.

İkincisi; bu iktidar dinsel temellere uygun bir rejimin hasletiyle yanıp tutuşmakta olup iktidara geldikleri günden bu yana da, bu yönde adımlar atmaktan çekinmemiştir. Toplumu dinsel anlayışa göre hazırlamak için başta eğitim olmak üzere toplumun yaşam biçimine müdahale eden uygulamalarına her gün tanık olmaktayız.

Ancak AKP’nin dinsel anlayışa göre toplumu tasarlamaya kalkması bu iktidar tarafından hiç de kolay değildir. Çünkü bugüne kadar ülkemizde çağdaş yaşamı içselleştirmiş nüfus, AKP iktidarının düşündüğünden de çok daha fazladır. İşte bu yüzden AKP’nin attığı her adım tepki görmekte ve hatta AKP iktidarını sallar bir noktaya doğru hızla bir yükseliş göstermektedir.

AKP iktidarı; toplumun ekonomik, demokratik, sosyal, siyasal hiçbir isteğine yanıt vermek şöyle dursun tersine bu hakları bir bir ortadan kaldırmaktadır.

Sonuç olarak herkesi dinleyen, özel yaşamı hiç mi hiç önemsemeyen, AKP iktidarının geldiği yeri nasıl anlatabiliriz? Uzatmayalım böylesi uygulamalar polis devletinde bir başka deyişle faşist yönetimlerde uygulama şansı bulur. Ve zaten bütün faşist yönetimler de bu yüzden alabildiğine dindardır, toplumu dinsel hasletlere göre tasarlamak ister.

Ne diyelim?

Senin de bir gün çarkın kırılır diyelim kırılacak da…