SEÇİM BİTTİ RAMAZAN VERELİM

Yazan: Turgut Koçak 28 Haziran 2015

Şurası bir gerçek ki, ne AKP iktidarı ne de Recep Tayyip Erdoğan hükümranlığına asla katlanılamaz. Ülkenin insanlarının gözünün içine baka baka har vurup harman savurmaya alışmış olanların tantana ve şaşalarına ne yazık ki tanık olmak zorunda kalıyoruz. Seçimlerde milletin sırtından meydan meydan dolanan ve AKP’ye oy verilmesi için propaganda yapan Erdoğan’da fazladan değişen bir şey olmadı. Yenilgi anıyla birlikte sarsıntı geçirdiyse de hemen toparlanıp yenilgiyi en hasarsız nasıl atlatırımın tedarikine başladı. İlk girişimi Deniz Baykal oldu. Sonra oraya buraya tehditler savurup o bildik toplantılarını sürdürmeye başladı. Gerçi seçimler bitti ama onun için neden mi yok, o da Ramazan-ı Şerifin tutmuş eteğinden her gün bir iftarda akıl kesiyor. Masrafmış, oymuş, buymuş nasıl olsa kendi kesesinden çıktığı yok ya ödesin Kızılay, ödesin bilmem ne kurumu.

Bir de beni deli eden başka bir şey var. Her yönleriyle çok iyi bildiğimiz bu çevreler gösterişe öyle bir meraklıdırlar ki, sanırsınız bunların yolu her gün bir yoksul sofrasına düşmektedir. Bir yoksulun sofrasına gösterişli bir şekilde konuk olmayı da iyi becerirler. Hani bu görüntüye bakınca biz değil ama çok sayıda insan bunları alçak gönüllü, kadir kıymet bilen kimseler sanır ve de o kandırılmışlıklarıyla peşlerinden giderek aslında kendi cehennemlerini hazırlarlar.

Bu kısır döngü hep sürüyor. Sanki sanırsınız ki bunların yaşamı da tıpkı yoksul evindeki gibi mütevazıdır. Öyle olmadığını cümle alem bilir ama yine de tiyatro o bildik kareleriyle hep gözümüzün önüne gelir durur. Ne bileyim; ne demişler herkese ömrünce gerekli olacak bir öykü gereklidir ye, bizim yoksulumuz da böylece dostlarına, yakınlarına ömrünce anlatacağı bir öykü sahibi olmuş olur. Eh kimileri için böyle bir öykü de az bir şey değildir. Yani sizin anlayacağınız kaç kişinin evine ocağına pat diye Cumhurbaşkanı gelip de sofrasına kurulur ki? Korumalar eşliğinde, gelinen yoksul sofrasının çok sayıda da seyircisi vardır. Seyircilerin kimisi sokak başından, kimisi kapı eşiğinden, kimisi balkondan, kimisi de pencereden sarkıp görmeye çalışırlar bu yüksek yüksek adam kimdir merakıyla. Korumaların da elleri tetiktedir, maazallah kötü bir şey olursa nasıl hesap verilecektir ki? Önceden yerleşilen yerlerde korumalar birer atmaca gibi her yeri her deliği görürler.

Bu arada niye bu büyük adamlar yoksul sofralarına giderler diye de çocukluğumdan beri sorar dururum. Aslına bakarsanız bir yanıtım da yok değildir. Ben bu yanıtı ta çocukluğumda buldum ve inandım ki kesin böyledir.

Büyüklerimiz çocukluğumuzda konuk karşılamanın ne denli büyük bir sevap işlemek olduğunu anlatırlardı. Anlattıkları aklımızda kalsın diye de anlattıklarını masal eyleyip öyle aktarırlardı bizlere. Neymiş efendim konuğu bol olanın evinde bolluk bereket de eksilmezmiş. Öyle konuklar gelirmiş ki, bizler onların neci olduğunu bilemezmişiz. Normal bir garibanda olabilirmiş, bizlerin nasıl bir insan olduğumuzu sınamak için gelen Hızır da. Bu tür masallarda hep zenginler konuk sevmez ağırlamazlar, yoksullar ise ekmeğinin yarısını paylaşmaktan büyük bir mutluluk duyarlarmış. Hızır bu ya işi ne? Yollara düşecek, bizleri sınayıp iyi insansak bizlere yardımcı olacak. Hızır’da ben Hızır’ım diye gelecek değil ya. Kimi zaman üstü başı perişan yok yoksul olarak kimi zaman da bir başka görüntüyle. Onu iyi karşılamış, gönlünü hoş tutmuşsak giderken gani gani evimize bereket yağdırır gidermiş.

Konuk ağırlamanın iyi bir şey olduğuna bizlerin inandırılması elbette kötü bir şey değildir. Ancak masalımsı öyküyü bile halden anlamaz, insanlara hayrı dokunmaz krallar, padişahlar, başkanlar, başbakanlar, cumhurbaşkanları lehlerine çevirmek için kullanmakta gecikmemişler. Onlar da tıpkı Hızır gibi yoksul evlerine dalıp nasıl alçak gönüllü ve halkının içinde onlardan biriymiş gibi görünmek için aynı numarayı çeker olmuşlar.

Masal bu ya oluş o oluş, o günden beri de bunlar bizlerin sofrasında kalkmak ne söz bizde ne kan bırakmışlar emmedik ne de ilik. Yanmışız ki ne yanmışız. Bu yönetim erkini ellerinde bulunduranların hükümranlıkları başlayalı beri ne betimiz ne bereketimiz kalmış.

Hızır’sa yitip gitmiş ortalıktan.

Sonra kendisini Hızır yerine koyan bu türedi yöneticiler tam bir kandırıkçı olarak gelip gitmişler yoksul evlerine.

Ancak bir daha da yoksulun iki yakası bir araya gelmemiş.

Ne yapsak ki acaba?

Kovsak kovulmaz Tanrı misafiri.

Üstelik Hızır da olmadıklarını anlayalı çok oldu.

Ne diyorsunuz kovalım mı kovmayalım mı?