Yazan: Turgut Koçak 24 Ağustos 2011
12 Eylül 1980 sonrası karşılarında onları durduracak bir muhalefet kalmadığı için 12 Eylül faşist baskı rejiminden de yararlanıp bugüne dek kurulmuş olan yönetimler ülkeyi parselleyip küresel sermayeye peşkeş çektiler. İlk iş 12 Eylül 1980’le birlikte 24 Ocak kararlarını uygulamak oldu. Bu kararla birlikte ülke ekonomisinin kilidi de ardına kadar açılarak yabancıların hizmetine sunuldu. O dönemde ve daha sonra ANAP iktidarı ile birlikte bu işin mimarlığını küresel sermayenin katıksız işbirlikçisi Turgut Özal yürüttü. Turgut Özal, sanki matah bir şeymiş gibi daha sonra kurulan hükümetler de onun izinden yürüyerek ülke varlıklarının tümünü pazarlık masasında satıp savurdular.
Kasım 2002’de iktidara gelen AKP ise bilindiği gibi emperyalist Amerika’nın iktidara hazırladığı bir partiydi ve daha ilk seçimlerde parlamentoda seçim sisteminden kaynaklı nedenlere dayalı olarak ezici bir üstünlük elde etti. Artık küresel sermayenin bahtı açılmıştı. Ülkemiz varlıkları üzerinden hem küresel sermaye vurgun vuruyordu hem de onlarla işbirliği içinde olan iktidar ve çevreleri. AKP’nin kendisine idol olarak seçtikleri kişilerin başında ise Menderes ve Turgut Özal geliyordu. Her ikisinin kimliği ise özetle işbirlikçi oluşları ve kapitalist sisteme ölümüne bağlı olmalarıydı. İdam edilen Menderes ‘e gönderme yapan Bay Tayyip ise çıktığı miting meydanlarında bu yola çıkarken beyaz gömleği giyerek çıktığını söylüyor, sözümona Menderes’i sevenlerin oyuna ve yandaşlığına talip oluyordu. Aynı şey Turgut Özal için de geçerliydi. Yalnız Turgut Özal göndermelerinde beyaz gömlek eksikti.
Menderes dönemi Türkiye’nin Kore’ye asker göndermesi ve NATO’ya girmesi ile başlar. Dışa bağlılığın kapıları ardına kadar açılarak ülkede barış gönüllüsü adı altında CIA ajanları cirit atarlar. Ülke yağma Hasan’ın Böreği örneğinde olduğu gibi yenilir yutulur. Her Mahallede bir zengin yaratma sevdasıyla talan alır başını gider. Komünizm karşıtlığı son hattına vardırılır. Tutuklama ve gözaltılarla ülke tam bir karanlığın içine sokulur. Sonrası; sonrası malum; 27 Mayıs 1960 İhtilali.
Turgut Özal’a gelince; Turgut Özal, Demirel’in yanında yetişmiş, ayrıca dış sermaye güçleriyle de bağlantısı bir hayli güçlü olan biridir. Demirel’e karşın öne çıkamamıştır ama ekonominin rayına oturması için ona danışmanlık yapmaktan da geri durmamıştır. 12 Eylül faşist darbesiyle yıldızı parlamış, ekonomiden sorumlu bakan olarak görev üstlenerek 24 Ocak kararlarının daniskasını uygulamıştır. Artık anası ağlayanlar sermaye güçleri değil, işçilerin anasıdır. Çok partili dönemle birlikte de iktidara oturmuş, 12 Eylül baskı yasalarının kendisine sağladığı fırsatları da sonuna kadar değerlendirerek bir özleştirme furyası başlatmış ve yabancı sermayeye ülke varlıklarını peşkeş çekmiştir. En uç Amerikancılık ve yabancı sermaye yandaşlığı Turgut Özal döneminde filizlenip boy atmıştır. Daha sonraki iktidarların hemen tümü; zaman zaman yavaş, zaman zaman hızlı da olsa Özal’ın politikalarını uygulamış ve ülke ekonomisinin ve varlıklarının üzerine tüy dikmiştir.
Dedik ya, bu konuda kimsenin AKP’nin hızına yetişmesi mümkün değildir. AKP ile birlikte ne var ne yok satılmaya başlanmış, dönemin Maliye Bakanı Unakıtan “sat sat bitmiyor, babalar gibi satarım” diyerek ününe ün katmıştır. AKP döneminde sanayi alanından, bankacılığa, iletişim sektöründen birçok hizmet sektörüne kadar ne var ne yok satılmış, türedi zenginler ortaya çıkarak AKP’ye para hortumlamaya başlamışlardır. En çok AKP döneminde hortumcularla mücadele edileceği söylenmesine karşın en çok hortumculuk bu iktidar döneminde gerçekleşmiştir. Babalar gibi satanlar, babalar gibi de vurgunlarını vurup dünyalıklarını kazanmışlardır.
Satmanın sonu gelecek değil ya; AKP iktidarının sattıkça satası geliyor. İştahı da kabarık üçe de kapatır beşe de. Kapatın gitsin anasını satayım. İşte bu hız, onları yeni yeni şeyler satmanın öngününe getirdi. Şimdi de köprüleri ve oto yolları satacaklarmış, derken demiryolları, şu, bu derken de öyle görünüyor ki, iş gelip kilime keçeye kadar dayanacak. Yani bu da demektir ki, bir ülkenin devlet olarak iflas etmesi. AKP ve onun başı Bay Tayyip’in her satıp savmalarının sonucunda olanın kime olduğu çok açık. İnsanlar işsiz kalacaklar. İş bulamayanların her türlü sosyal yaşamı bozulacak, yoksulluk, açlık ülkeyi saracak. Ülke varlıkları elden çıkarıldığı için de devlet sosyal fonksiyonlarından hiçbirini yerine getiremeyecek ve küresel sermayenin ayakları altında çiğnenip paçavraya çevrilecek. İşte Bay Tayyiplerin yaptığı şeyin özeti budur.
Dümenin başında olanların her birinin yabancı güçlerle kuvvetli bağlantıları söz konusudur. Bu yüzden de bu kişilerin, yani AKP iktidarının ülke çıkarlarını düşünmesinin olanağı yoktur. Onlar bu yüzden taşeronculuğu seviyorlar. Bu yüzden birileri Eşbaşkan, birileri de Eşbaşkan Yardımcısı. Domuz topu gibi olmuş ve ülkemizin başına emperyalizm adına çöreklenmişler. Dün Afganistan, Irak, Mısır, Tunus; bugün Libya ve Suriye ile bu denli ilgililerse bunun nedeni bu kişilerin küresel sermayenin adamları oluşlarındandır. Yoksa bunca zulmü, bunca katliamı söyler misiniz kim göze alabilir kim?
Ama AKP iktidarı, durmadan satıyor. Sattıkça da bu tür eylemleri daha da çoğaltacaklar. O zaman kendilerine karşı çıkanları susturmak için, zaten yok ya demokrasinin kırıntısı bile kalmayacak.
NE DİYELİM?
SAT GİTSİN, SAT GİTSİN!
TABİ HESABINI VERECEĞİNİZİ DE UNUTMADAN…