SANDIK ÖYKÜSÜ

Yazan: Turgut Koçak 2 Ağustos 2014

Ülkemizde sandıkla ilgili öyküden bol bir şey yoktur. Türkiye’de demokrasi ile gırgır geçilirken bile sandık demokrasi demekten kendimizi alamayız. Egemen güçlerin bu sandık tutkusu yüzünden soldan gelen eleştirilerde yurttaşın ne yerine konulduğuna değinilir ve egemen güçlerin yurttaşı oy davarı yerine koyduğu yazılır çizilir. Bununla birlikte kurulan sol ve sosyalist partiler seçimlere girmemeyi değil girmeyi önlerine koymuşlardır. Çünkü düşünürler ki, seçim dönemleri kitlelerin en politikleştiği dönemdir ve böyle bir dönemde meydanlar sistem partilerine bırakılmamalı, parti hem kendisini yığınlara tanıtmalı hem de sosyalizmin propagandasını yaparak gerçek kurtuluşun sosyalizmde olduğuna dair döne döne çalışma yapmalıdır.

Biliniyor sosyalistler ilk 1965 seçimlerinde başarı göstermişler ve 250 binin üzerinde oy alarak meclise 15 milletvekili sokmayı başarmışlardır. Çünkü o dönemde seçim nisbi temsil sistemi olduğu için oylar boşa gitmemiştir. Süreç içinde görülmüştür ki, sosyalist partiler sistem partileri için büyük bir tehlikedir, bu yüzden de meclis dışında kalmalıdır. O zamanın iktidar partisi oturup düşündü ve seçim sisteminde küçük bir oynama yaptı. 1969 seçimlerinde TİP 1965 seçimlerinde aldığı oyu almasına karşın bu kez meclise 1 senatör 2 milletvekili ancak sokabildi. Daha sonra yani 1974 tarihinden sonra girilen seçimlere de sosyalist partiler girdiler ancak bir başarı gösteremediler. Kimi sol çevreler ise sosyalist partilerin seçimlere girmesini parlamentarizm olarak değerlendirdiler ve kendileri de seçimleri boykot ettiler. Bir başka deyişle o dönemde kimi sol çevreleri seçimler ilgilendirmedi.

Arkasından 12 Eylül 1980 faşizmi gündeme geldi. Bütün sosyalist partiler, sol örgütler, sendika ve demokratik kitle örgütleri bir bir kapatıldı. Sol ve sosyalist sol ancak seçimlere 1990’lardan sonra tekrar girebildiler. Gerekçe yine aynıydı. Parti olarak %10 seçim barajı söz konusu olduğuna göre seçimleri kazanamayız ama hiç değil partimizi tanıtır ve sosyalizmin propagandasını yaparız. Bu tespitte bir anormallik yok. Sosyalist partiler elbette ki meydanı sistem partilerine bırakmamalı gereken çalışmayı yapmalıdırlar. Ne var ki, seçim sisteminden ve olanaksızlıktan kaynaklanan nedenlerle sol ve sosyalist partiler de bilirler ki, çabalar meclise temsilci göndermeye yetmeyecektir. Kısaca sandık öyküsü propaganda yapmanın ötesinde bir kazanç getirmeyecektir.

Aynı durum ilk kez yapılan Cumhurbaşkanı seçimlerinde de söz konusudur. Sol ve sosyalist partiler propaganda yapabilirler ama aday bile göstermek hakkından yoksundurlar. İlk bakışta düşünülebilir ki, madem kendi seçeneğimiz söz konusu değildir, bizim sandıkta ne işimiz vardır? Öz itibari ile sol ve sosyalist partiler aday göstererek seçimlere giriyor olsalar bile seçilme şansı hiç olmadığı için yapılan her iş ve emek propagandanın dışında bir aldatmacadan öte bir şey değildir. Milletvekili seçimlerine girerek sandıkları boş bırakın demeyen bir sosyalist parti öz itibari ile aynı sonuçları taşıyan cumhurbaşkanlığı seçimlerinde; “Sandıkları boş bırakın” diyebilmektedir. Bunu söylemek o kadar kolay olmadığı için öyle bir yazı yazılmalı ve yazılan yazı analışlması zor kılınmalı ki, insanlar sandığı boş bırakalımın dışında bir şey anlamayarak yazının sonuna gelmelidir. Anlayacağınız komünist derinlik denilen şey böyle bir şey olmalıdır ki, insanlar söylenenin nereye oturduğunu kavramasalar da, yazının sonunda sandığa gidilmemesi gerektiğinin sonucunu çıkarmalıdır. Oysa durum çok nettir. Görelim:

Ortada üç aday vardır. Aday’ın birisi Recep Tayyip Erdoğan’dır ve bu adayın kim ve neci olduğu bütün sol ve sosyalistlerce net olarak bilinmektedir. Adam hem gerici, hem de faşisttir. Diğer özellikleri ise herkesin malumudur. Mardin’de elinde Kürtçe Kur’an’ın meali din istismarı ile Kürtlerden oy almak için dini kullanmaktadır. Eğer bu zatı muhterem Çankaya’ya seçilirse neler yapacağı da iyi bilinmektedir. Dolayısı ile bütün sol ve sosyalistler bu insanın seçilmemesi için düşün birliği içindedirler. Bizler düşünmesek bile solcuların bir kısmı ve Kürt Hareketi Selahattin Demirtaş’a verilmesi gerektiğini düşünmekte ve bu doğrultuda çalışma yapmaktadırlar. Üçüncü sıradaki adaysa Ekmeleddin İhsanoğlu’dur ne kimilerinin dediği gibi laiklik düşmanıdır ne de dinci yönetim hasletleri olan birisi ne de faşisttir. Kendisi için ille de bir tanımlama yapılacaksa diyebiliriz ki, burjuva demokratıdır ve de dürüstlüğünün yanında kırıcı, dökücü, birilerini aşağılayıcı birisi de değildir.

Bu durumda bugüne kadar Demirtaş’ı parti olarak niçin desteklemediğimizin nedenlerini çok yazdık. Selahattin Demirtaş’ın bu durumda bile desteklenmesi bizce anlamlı olmasına karşın boykot ve sandığı boş bırakmak gibi bir seçim anlamsızdır. Çünkü hem faşizm tehlikesinden söz edilecektir hem de Recep Tayyip Erdoğan faşizmine kapı aralayan bir duruş devrimci bir duruşmuş gibi savunulacaktır, işte bu olmadı. Hele ki, boykottan kasıt devrimci bir durum tespiti ise devrimci olmanın ruhuna uygun davranmayarak yangelip yatıp konservatörlük (turşuculuk) yapmak pasifizmin ta kendisidir ki, bu arkadaşlarımız oturup bir daha düşünmeliler ve Recep Tayyip Erdoğan’a kapı aralayan her seçimin önünü kapatarak sandığa gitmeliler ve Ekmeleddin İhsanoğlu’a oylarını vermelidirler.

Not: TSİP için sözde eski TSİP’lerden bazıları vah vah vah… tüh, tüh, tüh gibi sesler çıkartmakta ve de güzel ülkemizin güzel kıyılarında keyf çatmaktadırlar.

Kim nerede olursa olsun bu bizi ilgilendirmez.

Ancak eğer ortada bir had bilmezlik varsa ki var, o zaman da biz, insanın kökünü kömçeğini ortaya çıkarır buyurun deriz…