RİSK

Yazan: Turgut Koçak 2 Kasım 2015

Bu notu yazımın başına düşmek istiyorum. Biliyorum birçoklarınız yazı uzun der sıkılır, Bu yüzden de genellikle ne söylendiğini biliyorum diye düşünür ve okumazsınız. Ama özellikle sizlerden bir süre arka arkaya devam ettireceğim yazılarımı okumanızı istiyorum.

Bir mücadeleye mi girdiniz gerektiğinde risk almasını bileceksiniz. Eğer risk almayı göze alamazsanız kritik durumlarda başarı kazanmanız da olanaksızlaşır ve zaferi karşıtlarınıza kaptırırsınınız.

1 Kasım 2015 parlamento seçimleri CHP açısından aynen böyle oldu. CHP dişe dokunur hiçbir riski göze almadığı ve 7 Haziran’da dile getirdiği seçim vaatlerini aynen yinelediği için sonuç değişmedi ve az biraz artışla seçimlerden ne şiş yansın ne kebap örneğinde olduğu gibi yerinde sayarak çıktı. Evet, bizler bu seçimlerde faşizm tehlikesine işaret ettik ve CHP’yi destekledik. Partimizin bu tutumunun doğru bir tespit olduğunu bugün de aynen savunuyorum. Tutumumuz doğruydu ama CHP’nin bizim tutumumuzu anlamaktan yoksun olduğunu açıkça görüp yaşadık.

Nasıl mı?

CHP kurmaylarına kim öğrettiyse her seçimde bu ülkenin kurucusu bir parti olduklarını yineleyip duruyorlar. Peki, bu CHP’ye bir şey kazandırıyor mu, CHP’nin donmuşluğunu ortadan kaldırıp bir atılıma geçmesini sağlıyor mu? Ne yazık ki hayır sağlamıyor.

Dönelim bu ülkenin kurucu ve kurtarıcı olunması olayına. Hiç kuşkusuz bu konu gündeme geldiği zaman Mustafa Kemal’i konuşmadan olmaz. Kısa bir değerlendirme yapalım. Biliyorsunuz Mustafa Kemal yaşamında görülmemiş riskler almış ve bu yüreklilik ki, kendisine başarı değil başarılar getirmiştir.

Çanakkale Savaşı’nda; “Ben size ölmeyi emrediyorum” diyen odur ve bu görülmemiş risk sonucu belirlemiştir. Kurtuluş Savaşı’na gelince; Osmanlının 600 paşası bulunmaktaydı. Bu paşalardan hiçbiri ülkenin kurtuluşuna inanmadığı için hemen öne atılıp direnmeyi örgütlememişler. Büyük bir bölümü Kurtuluş Savaşı’na bile katılmayıp emperyalistlerin işgalini İstanbul’da sineye çekmişler ya da bazıları İngilizler tarafından sürgün edilmiş bırakıldıktan sonra da çok azı Kurtuluş Savaşı içine yer almış, yer alanların da dikkate alınacak bir başarıya imza attıkları görülmemiştir.

Mustafa Kemal’e gelince; Yunanlılar Ankara yakınlarına kadar geldiklerinde o Kızılırmağın doğusuna çekilip savaşmaktan söz etmekle kalmamış, kendisine TBMM’de kurulan tuzağı bildiği halde Başkomutanlığı kabul edip kendi koşullarını da koyarak meclis önünde muhalifleri tarafından ipe çekilmeyi bile göze almıştır. Sonrası ise bilinmektedir. Hayatını ortaya koyan ve böylesine büyük riski göze alan Mustafa Kemal 30 Ağustos günü Başkomutanlık Meydan Muharebesini kazanarak ülkenin yazgısını değiştirmiştir.

Sonra Cumhuriyet’in kurulması ve saltanatın kaldırılması da risklerle doludur. Eğer Mustafa Kemal bu riskleri göze almasaydı ne Cumhuriyeti ilan edebilir ne de saltanatı kaldırabilirdi. Devamında gerçekleştirilen bütün değişimlerde de aynı riskleri görmekteyiz. İşte bu yüzden Mustafa Kemal başarılara imza atmış, bu yüzden çağdaş bir ülke kurmak yolunda laiklik de dahil gerçekleştirebilmiştir.

Bugünkü CHP’ye gelince öncekileri bir kenara bıraksak son iki seçimi ele alsak bile, CHP’nin AKP’yi mağlup edecek tek risk aldığını kim söyleyebilir?

Kendi soluna kapıyı kapatmış, kendi solundakileri ismen bile anmaktan korkuya kapılan, acaba sağ bize oy vermez mi korkusuyla hacı bekler gibi sağdan oy bekleme anlayışı gerçekte tam bir donmuşluktur. Bu donmuşluk yüzünden bazı partiler oy yitirdiğinde sonucun böylesine değişebileceğine ve AKP’nin %50’ye yakın oyla iktidar olabileceğine kim şaşırabilir ki?

MHP’nin milliyetçilik yapması ve PKK karşıtlığı dışında sosyal bir olgu olduğunu kim söyleyebilir? Eğer ülkemizde PKK gerçeği olmasa MHP yüz seçime girse yüzünde de baraj altı kalacağını kesin bir partidir. Bu yüzden de MHP’nin de alacağı oylara güvenerek hesap yapmak gerçekte hesabın Bağdat’tan dönmesidir. 7 Haziran sonrası AKP’nin karar verip PKK’ya yönelik operasyonları alabildiğine arttırması MHP’lilerin DNA’sını bozmuş ve MHP’ye oy veren %4 gibi bir sayı sandığa koşarak gitmişler ve AKP’ye o vererek görevlerini yapmışlardır. HDP’deki durumda da benzerlikler vardır. Salt “Büyük İnsanlık” sözü ile yola çıkıp kalıcı olanın sınıflar savaşı olduğunun unutulması bir önceki seçimlerde HDP’ye oy veren Kürtlerin geriye dönüp AKP’ye oy vermesine sebep olmuştur ki, bunun yanına PKK’nın şiddete başvurmasının yarattığı memnuniyetsizliği de koyarsak sonucun bu olacağını öngörmemek olası mıdır acaba?

Ankara’da 102 insanımızın IŞİD tarafından katledilmesi tepkiyi AKP’ye karşı daha da bir arttıracağı yerde Davutoğlu’nun söylediği gibi AKP’nin oylarını arttırdığını söylemesi de sosyal olarak derin anlamlar içermektedir ki bu da hem CHP hem de HDP tarafından açıklıkla anlaşılamamıştır.

Sonuç olarak CHP kendisini daha çok sağdan gelecek oylara bel bağladığı için dondurmuştur. Oysa sosyalist solda kararlılık vardır, dinamizm vardır. CHP ise yüzünü bu tarafa çevirmekten yani sola çevirmekten ne yazık ki yoksundur. İşte bu yüzden CHP %25’lerde çakılıp kalmıştır.

Sayın Kılıçdaroğlu’nun seçim değerlendirmesinde söylediği gibi sonuçlara saygılı olmaktan başkaca da söyleyeceği farklı bir yaklaşımı olamaz, olamayacaktır da.

Not: Yarın konuyu hem CHP, hem de sol ve sosyalist yapılar açısından irdelemeye devam edeceğiz.