Yazan: Turgut Koçak 14 Temmuz 2014
Bu yazı dizisi bugün sona eriyor. Ancak konunun konuşulup tartışılması biliyorum ki, bitmeyecek. Birçokları kendi bakışlarının doğruluğu üzerinde kör bakışını devam ettirip savunduklarının doğruluğunda ayak direyecek. Olsun biz yine de görevimizi yapalım da kim neyi yazar ya da neyi konuşursa konuşsun.
Her hastalığın kendine özgü belirtileri vardır. Siz de kalkar bu belirtilere göre bir ön tanı koyar, arkasından da gerekli tetkikleri yaptıktan sonra bir kanıya varırsınız. İşte biz on gündür sürdürdüğümüz yazımızda önce belirtilerden sonra belirtilerin toplum üzerindeki etkisinden, ekonominin ve sosyal yaşamın nasıl raptı zapt altına alındığından ve bu işin öznelerinin tutum ve davranışlarından söz ederek bir kanıya vardık. Vardığımız kanı özet olarak şudur:
12 yıllık AKP iktidarı; iktidara geldiği ilk günden başlayarak; bugüne kadar tüm politikalarını dinsel içeriği ağır basan bir anlayışa dayandırdırdı. Dayandırmakla da kalmadı, elinden geldiğince eğitimden sosyal yaşamın düzenlenmesine kadar birçok konuda dinsel ağırlığı olan uygulamalara geçti. Hemen her konu dini referanslarla açıklanmaya başlanılarak toplumun neredeyse yarıdan fazlası üzerinde dini baskılar kuruldu. Recep Tayyip Erdoğan başta olmak üzere tüm AKP ileri gelenleri “Müslüman mahallesinde salyangoz satılmaz” diyerek politik karşıt olarak düşündükleri her kesim, yıldırılıp teslim alınmaya çalışıldı. Gerçekten bu konuda diyebiliriz ki başarılı da olundu. Bu kısa zaman diliminde öyle şeyler gördük ki, ne kadar haramzade varsa, ne kadar yalanı dolanı kendileri için bir yöntem olarak benimsemişmler varsa, ne kadar sosyal yaşamı aşırıya kaçan zavallı kılıklılar varsa birden bire dönüp AKP kervanının arkasına diziliverdiler.
Fıtratları halkı soymak olan, çalışan yığınların haklarını aramaları için sendikal örgütlenmelerine izin vermeyen önlerine patron sendikası koyan iş çevreleri; bir de baktık ki, AKP adaletine meftun olup bu halkada yerlerini alıvermişlir. İhale vurguncuları, biri beşe çıkaran hırsız takımı, kentlerimizi yağmalamak için pusuya yatmış rantçılar, insanların vicdanını hükümleri altına almak isteyen dinci cemaatlerin oluşturdukları vakıflar, hınk deyici üst düzey devlet görevlileri, Recep Tayyip Erdoğan’ın hıncından korkan iş çevreleri hepsi hepsi Erdoğancı olup bilmem neyinde boncuk arar olmuşlar.
Her şeye fesat karıştırılmış. Öğrenci sınavları, memur sınavları, TUS’lar, polis sınavları, savcı ve hakim sınavları yani anlayacağınız bütün sınavlar bu iktidar döneminde hilesiz hurdasız yapılamamış. Bu yüzden de 12 yıldır devlet katında görev alanların önemli bir bölümü hak etmedikleri mevkilere gelip oturmuşlar. Adalet rayından çıkarılmış, olağan işleyişinin yerini iktidardan gelen emir ve talimatlara bırakmıştır. Keyfi tutuklamalar, düzmece yargılama yöntemleri ve nihayet aklı baştan alan cezalar gırla gitmiştir. Bakıyorsunuz ki, yargıda da, yürütmenin başı Recep Tayyip Erdoğan’ın eli içerde, ya savcı olarak ya da yargıç olarak cübbesini giymiş kararlar kesiyor.
Yolsuzluk öyle bir noktaya gelmiş ki, aksine bir tek örneğe rastlasak şaşıracağız. Recep Tayyip Erdoğan’dan başlayan, bakanları, diğer devletlüleri, AKP ileri gelenlerini, onların çocukları; yolsuzluk dışında bir sözcükle anmanın bile olanağı kalmamış. Belgeler, bilgiler, telefon konuşmaları ortaya dökülmüş, tutuklanmalar yaşanmış. Suç kanıtları ile birlikte operasyon çekilip içeri alınanlar allem edilip kallem edilip özgür bırakılmışlar. Bu yönde adalet işletecek ne kadar babayiğit savcı ve de yargıç varsa ya susturulmuş, ya görev yerleri değiştirilmiş ya da karşı komplolara gidilerek gözdağı verilmiştir. İşte bugün bu operasyanlar sonrası yarım yamalak fezlekeleri TBMM’ye gelen bakanlar bile rahatlayarak; “yargı bizi suçsuz buldu, adımızı fezlekeden çıkarın” demeye başlamışlardır.
Gezi gösterilerinde tahtının sallandığını gören Recep Tayyip Erdoğan’ın bütün diktatörlerde olduğu gibi onun ayarı da bozulmuştur. Demokratik bir ülkede elbetteki insanlar düşüncelerini yazı, söz ya da bir çeşit protesto ile anlatacaklardır. Bu yurttaşlara hak olarak verilmiştir. Ne var ki, kazın ayağı öyle değildir. Her konuda iyice çamura batmış olan Recep Tayyip Erdoğan, kendisine ve iktidarına yönelik bir tek eleştiri ya da karşı çıkış istememektedir. Bu yüzden de Gezi gösterilerine bizzat muhteremin emriyle kan bulaşmış, 7 gencimiz katledilmiş, 8000 yurttaşımız yaralanmış, 12 yurttaşımız gözünü yitirmiş, tutuklananlar, hakkında bilmem kaç yıla varan ceza istenenlerse saymakla bitmez.
Başbakan koltuğunda oturan kişinin dili çıngırak yılan zehirinden farksızdır. Hemen herkese, her inanca, farklı bütün politik düşüncelere karşı ağzına aldığı sözler yenilir yutulur cinsten değildir. Küfür sözcükleri bir yana yurttaşlarımız bizzat Başbakan’ın sözlü tehdidi altındadır. Mersinli çiftçiye “Ananı da al git”, yaşamlarını yitiren askerlerimize “kelle”, Soma maden ocağında yakınını yitirenlerin protestosu ile karşılaşınca protesto eden gençlerden birine, “Başbakana yuh çekersen tokadı da yersin”, Başka bir gence, “İsrail dölü” diyeyecek kadar he türlü denetimin dışında davranışların olağan hale getirilmesi, politik yaşamımızda Recep Tayyip Erdoğan’la birlikte yadırganmaz olmuştur.
Erdoğan, iktidara geldiği günden beri ülke halkının önüne kimdir, necidir belirsiz düşman ya da düşmanlar koymaya özen göstermiştir. Sonra bir de gördük ki, çevremizde düşmandan çok bir şey yok. Dost görülenlerse El Nusra, El Kaide, IŞİD ve Müslüman Kardeşler gibi terör örgütlerinden ibaret. Bölgemizde savaşın kışkırtılması ve Türkiye’nin de bu savaşın içine eylemli olarak katılmasının sağlanması için AKP iktidarı her şeyi ama her şeyi yapmış yapmaya da devam etmektedir. Osmanlı düşleri görüp, gerçekleri bir kenara atan bu iktidarın politikaları yüzünden gerçekten de Türkiye zor ve bedeli ağır ödenen ve de ödenecek olan günler yaşıyor, yaşayacak.
Bu koşullar altında iktidar yine bizzat Recep Tayyip Erdoğan’ın isteği ile tek kişinin iradesi altında toplanmak isteniyor. İşte bu yüzden Recep Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanı olmak için sözümona diğer adaylarla yarışıyor. Devletin bütün olanaklarını arkasına almış, YSK adaletli seçim nedir, nasıl yapılır dışında kararlar vermeye devam ediyor. Erdoğan muhteremi kalkmış bize Anayasa dersi vermeye kalkıyor. Yani işin özeti padişah olma isteğini sözümona bir yerlere dayandırmaya çalışıyor.
Son söz; yalan, dolan, yolsuzluk, hırsızlık, vurgun, talan, baskı, zulüm, sömürünün kaldırılamaz hale gelmesi, emek örgütlerine saldırı, AKP dışında bütün politik oluşumlara karşı düşmanlık, yerine göre ceddimiz, yerine göre ise dinci anlayışların belirleyiciliği, say say bitmeyecek kadar çok şey bir tek şeye işaret ediyor. Kerpeten kapanacak ve Recep Tayyip Erdoğan’ın faşizmi ile karşı karşıya geleceğiz. Bu durumu; ya çay akar biz bakarız hesabı seyredeceğiz ya da Recep Tayyip Erdoğan’ı Çankaya yolunda çekip alacağız. Bunun için daha önceki yazdığım yazılardaki dayanaklara dayandırarak Ekmeleddin İhsanoğlu desteklenmeli, Recep Tayyip Erdoğan ve taifesi yenilgiye uğratılmalıdır. Arada fark vardır, yoktur tartışması yapmak tıpkı Fatih’in İstanbul’u zaptettiği saatlerde Bizans papazlarının meleklerin erkek mi dişi mi olduğunun tartışılmasından hiç mi hiç farkı yoktur.
Faşizme karşı cephe mi ya da ne bileyim toplumsal muhalefet mi böyle örgütlenir ve de bir sınıf partisi mücadele içinde kararlılık kazanarak çelikleşir.
Gerisi havaya boşu boşuna yumruk sallamaktır o kadar.