POLİTİK MÜCADELE VE KÖR BAKIŞ - V

Yazan: Turgut Koçak 9 Temmuz 2014

Recep Tayyip Erdoğan, partisinin meclis grubunda konuşuyor. Konu yine aynı. Neymiş efendim; zatı muhterem havaalanı yapımına da karışacakmış; yola, köprüye de. Ya da ne bileyim herhangi bir memurun atanmasına ve sürülmesine de. Peki, sizce böyle bir isteğin altında yatan gerçek ne olabilir? Sizi bilmiyorum ama bizim için böyle bir istek salt hırslarla açıklanacak bir şey değildir. Onu böyle bir isteğe yönelten gerçekler var. Bu gerçekleri kısaca anlatırsak:

Birincisi; Recep Tayyip Erdoğan’ın rejimle sorunun olmasıdır diyebiliriz. Rejim derken kapitalist sistemle sorunu vardır demiyoruz. Erdoğan, kapitalist sistemi öylesine benimsemiştir ki, onun nimetlerinden yararlandıkça da kendisi açısından yararlandıkları şeyler az gelmekte, sürekli olarak sınır tanımaz bir noktaya doğru yol almaktadır. Onun istediği kapitalist sistem olağan burjuva demokrasisinin işlediği bir sistem değildir. O daha çok sömürmek ve kendisine karşı çıkan geniş halk yığınlarını susturmak için faşist bir rejimi benimsemiş bulunmaktadır. Hoş, zaten onun istediği dinsel bir devlet anlayışı zaten olağan bir burjuva sisteminde yaşama geçirilemez. Bu yüzden de bu yönde sürekli olarak Başbakan olduktan sonra yetki gaspı yapmış, başkalarının yapması gereken görevleri de kendisi yerine getirir olmuştur. Hatta hakkında yolsuzluk nedeniyle soruşturma açılan Çevre ve Şehircilik eski Bakanı Erdoğan Bayraktar bu konuda itirafta bile bulunarak, “ben niye istifa ediyorum, ne yapmışsam Başbakan’ın bilgisi ve isteği doğrultusunda yaptım o da istifa etsin” demiştir. Süreç içerisinde yargıya karışmalardan, bürokratların görevlerini yapmasına kadar her şeye, evet her şeye karışır ve üstüne vazife olmayan görevlerini yerine getirir olmuştur.

İkincisi; ise devlet erkini elinde bulundurmasına karşın görevlerin hemen tümünü hiç kimse duymadan, öğrenmeden yerine getirmesinin olanağı yoktur. Bu yüzden de sık sık evdeki hesap çarşıya uymamakta, bu yolda önemli yol kazaları meydana gelmektedir. Bir örnek verelim. Yurtdışından havalanına 1,5 ton altın nitelikli taş denilerek getirilmekte, gümrükçülerin kontrollerinde altın olduğu ortaya çıktığı için adı geçen uçak mühürlenip gerekli tedbirler alınıyor. Oysa bu getirilen altının adres teslimi bile üzerinde yazıyorken, allem edilip gallem edilip işler düzene konuyor, uçak bir başka ülkeye bu altınları götürmek üzere kalkışına izin verilerek gönderiliyor. Yalnız bir şey var, uçaktaki altın 1,5 topdan 297 kilo eksilerek 1203 kiloya düşüyor. Peki bu işle ilgilenen memura ne oluyor? Sözü geçen memur göz yummadığı için görevinden alınıp Gaziantep(e sürülüyor.

Bu olayı anlatmamın nedeni şudur. Recep Tayyip Erdoğan Çankaya’ya seçilirse, Anayasal çerçeve içerisinde yetkilerini kullanmanın çok ötesinde olağanüstü yetkiler kullanmak istiyor. Çünkü bu altın işine benzeyen sayısız suç işlenmiştir, bu suçların ortaya çıkışını engellemek de ancak olağanüstü yetkilerle donatılmış bir yetki ile mümkün olabilir. İşte bu yüzden Recep Tayyip Erdoğan, kanun, yasa tanımaz bir anlayışla yetki kullanmak istiyor ki, görevi sırasında bir yol kazasına uğrayıp başına iş almasın. Dahası; yarım kalan işlerine seçilirse Çankaya’da da devam ederek tam anlamıyla Ali kıran baş kesen olabilme şanına erişebilsin.

Bugün beşincisini yayınladığımız yazımızda Recep Tayyip Erdoğan’ı eleştiriyor, amaçları ile ilgili bilgiler veriyoruz. Öyle ki bizim verdiğimiz bilgileri her aşamada doğrulayan tutum ve davranışlarına rastlamak olası. Aynı dili geçmişte de söyler, kendisini güya halktanmış gibi göstermek için özellikle CHP’llilere ve kendisinin dış politikasını eleştiren eski konsolos ve büyükelçilere “monşer” diyerek, onları halkın gözünde suçlu göstermeye uğraşırdı. Cumhurbaşkanı adayı olan Ekmeleddin İhsanoğlu için de aynı sözü kullanarak “monşer” suçlamasında bulundu. İhsanoğlu ise bu konuyu polemik konusu yapmayıp “monşer"in Fransızca’da “azizim” demek olduğunu; “Başbakan, bana azizim dedidiği için teşekkür ederim” diyerek konuyu kapattı.

Bizim amacımız elbette İhsanoğlu’nun verdiği yanıtın seviyeliliği üzerinde durmak değil. Bizim amacımız sözümona halkçı görünerek ve halk ağzı ile yığınları kandırmaya yönelik politikaları kimlerin ya da hangi niyetle kullandıklarıdır. Yığınları sık sık bu yöntemle aldatanların hemen tamamı yalanlarını kapatmak ve halkı her aşamada kandırmak isteyen faşistlerin bir yöntemi olduğuna parmak basmaktır. Hitlerin propagandasına baktığınız zaman hitler’de de aynı yaklaşımı görürsünüz. Bu davranış bir anlamda yıllarca ezilmiş, horlanmış, adam yerine konmamış milyonların öfkesini gerçek düşmanlar yerine tam tersi çevrelere yöneltmek için kullanılmıştır. İşte bu yüzdendir ki, Alman faşistler Alman toplumunun alt tabakaları tarafından kolaylıkla desteklenmiş ve Hitler yığınsal bir destekle işbaşına gelmiştir. Recep Tayyip Erdoğan’ın arkasından giden, bu tür sözleri söyledikçe Recep Tayyip Erdoğan’ı çılgınca alkışlayan kimselerin durumu da üç aşağı beş yukarı aynıdır.

Daha önceki yazılarımızda da gençliğin, işçilerin sınıf bilinçli olmayanlarının, sorunlarından bunalmış olan kent küçük burjuvalarının, sözümona aydın geçinenlerin ve hatta köylülerin nasıl faşislerce kolaylıkla kandırılarak faşizmin destekçileri olduklarını yazdık. İşte bu nedenle sol ve sosyalistler olarak toplumsal muhalefetin arkasına dizilecek yığınların faşizan demogojilerle kandırılarak çekilip götürülmesine izin vermemeliyiz. Yığınları kazanmak için bir yandan demokratik kitle örgütleri aracılığı ile yeterli çalışma yapmalı, diğer yandan da faşist nitelikli olmayan partilerle dirsek temasına geçerek faşizme karşı cepheyi olabildiğince genişletmeliyiz. Üzerimize düşen görevleri yerine getirirken, burnumuzdan kıl aldırmayan küçük burjuva kibrinden uzak durmalı, pek çok kesimi mücadele içinde bilgi ve kararlılığımızla ikna ederek onların daha da ileri adımlar atması için yol gösterici olmalıyız.

Dimitrov’dan bir alıntı ile yazımızı sürdürelim.

“Çok iyi bilinmelidir ki faşizm yerel ya da geçici bir olgu değildir. Faşizm, emperyalizm ve toplumsal devrim döneminde, kapitalist burjuvazi ve diktatörlüğünün sınıf hakimiyeti sistemidir. Burjuvazi, emperyalist savaştan, muzaffer Rus Devrimi’nden ve Sovyetler Birliği’nin on yıllık varlığından ve bu faktörlerin proletarya, köylü, baskı altındaki uluslar ve sömürge halkları üzerinde yaptığı büyük devrimci etkiden sonra eski parlamenter demokrasi biçimi ve yöntemleri ile halk kitlelerini sınıf egemenliği altında tutamayacak ve kapitalist istikrar ve rasyo-nalizasyon görevlerini yerine getiremeyecektir. Burjuvazinin tek çıkar yolu kitleleri faşizm ile zaptetmektir. Faşizm burjuvazinin sınıf egemenliğinin son aşamasıdır. Bütün burjuva devletleri eninde sonunda ya bir hükümet darbesi ile ya da “barışçı” bir yolla, ya da gaddarca ya da tatlı sert bir biçimde faşizme geçer; geçiş yöntemleri önemli değildir ve belirli bir ülkenin özel şartlarına, toplumsal yapısına, politik güçler ve sınıflar arasındaki dengeye bağlıdır.”

Yukarıdaki alıntıdan anlaşıldığı üzere, faşizm burjuvazinin sınıf egemenliğinin son aşamasıdır. Egemenler şu ya da bu nedene bağlı olarak çarklarını istedikleri gibi döndüremediklerinde faşist diktatörlüğe başvuracaklardır. Bunun nasıl olacağı somut koşullara, toplumsal yapıya, politik güçler ve sınıflar arasındaki denge durumuna göre değişecektir. İşte Recep Tayyip Erdoğan’ın hesabı da kendi diktatörlüğünü nasıl sürdüreceğinin hesabıdır. Bugün Recep Tayyip Erdoğan iktidarı döneminde polis iyice güçlendirilmiş ve olağanüstü yetkilerle donatılarak iktidarın emrine verilmiştir. Öte yandan Erdoğan’ın dinsel hasletlerle arkasından gidecek önemli ölçüde bir oy desteği vardır. Bu oy desteğini kemikleşmiş desteğe çevirmek için Erdoğan sürekli olarak gerilim politikası izlemektedir. Gerçekten de Recep Tayyip Erdoğan için ölmeye hazır insanların varlığına miting meydanlarında tanık olduğumuz gibi onun her yaptığına ve söylediğine tartışmasız bir şekilde inanan hatırı sayılır bir kitlesi de vardır. Bütün bunlar analiz edildiğinde Recep Tayyip Erdoğan’ın yol haritasının ne olduğu açıkça belli olmaktadır. İşte bu yüzden politik güçler ve sınıflar arasındaki dengeyi kendi lehimize çevirmeli, Recep Tayyip Erdoğan’ın oyununu kesinlikle bozmalıyız. Bunun için geniş yığınlarla bağlar kurulmalı, sendikalar, meslek örgütleri, gençlik örgütleri, kadın örgütleri ve faşizme karşı olan tüm çevrelerle bağlarımızı sıkılaştırarak harekete geçmeliyiz. Recep Tayyip Erdoğan’ın yaptığı demogojilere yığınların kanmasını engellemek ve onu yığınlar içinde etkisiz kılmak için yoğun bir çalışma sürdürmeliyiz.

Yazımızı Dimitrov’dan alıntı ile bitirelim.

“Bugünkü aşamada Birleşik Cephenin temel kapsamı nedir ve ne olmalıdır? İşçi sınıfının en önde gelen ekonomik ve siyasi çıkarlarının korunması, işçi sınıfının faşizme karşı korunması, bütün kapitalist ülkelerde Birleşik Cephenin başlangıç noktası ve temel kapsamı olmalıdır.

Kendimizi sadece proletarya diktatörlüğü mücadelesine vermeliyiz. Kitlelerin en önemli ihtiyaçlarına ve gelişmenin şu aşamasında kitlelerin savaşma birikimlerinden doğan sloganlar ve savaş biçimleri bulmalı ve öne sürmeliyiz.

Bugün kitlelere, kapitalist yağmaya ve faşist barbarlığa karşı kendilerini korumak için neler yapmaları gerektiğini göstermeliyiz.

Değişik tutumları olan işçi örgütlerinin ortak eylemlerinin yardımıyla, emekçi kitlelerin en önemli çıkarlarını korumak için en yaygın Birleşik Cepheyi yaratmaya çabalamalıyız. Bunun için de:

Birincisi: Kriz sonuçlarının yükünü yönetici sınıfın, kapitalistlerin ve toprak ağalarının, kısaca zenginlerin omuzlarına aktarmak için birleşik kavga;

İkincisi: Emekçi halkın haklarını ve kazançlarım korumak için, her türlü faşist saldırıya ve burjuva demokratik özgürlüklerin kaldırılmasına karşı birleşik kavga;

Üçüncüsü: Emperyalist savaş tehlikesine karşı, böyle bir savaşın hazırlığını güçleştirecek birleşik kavga gerekmektedir.

Durumda bir değişiklik olunca, savaş biçimlerinde ve yöntemlerinde hızlı değişiklikler yapılabilmesi için yorulmadan hazırlanmalıyız. Hareket genişleyip işçi sınıfının bütünlüğü pekiştikçe, daha ileriye gitmeli, sermayeye karşı korunma durumundan saldırı durumuna geçişi hazırlamalı, politik bir kitle grevini örgütlemeye yönelmeliyiz. Böyle bir grevin en önemli koşulu, söz konusu ülkedeki belli- başlı sendikaları hareketin içine çekmektir.

Komünistler elbette kitlelerin komünist eğitimi, örgütlenmesi ve seferber edilmesi gibi ayrı çalışmalarını bir an olsun bir kenara itemezler, itmemelidirler. Ne var ki işçilerin eylem birliğine ulaşmalarını sağlamak ve aynı zamanda, proletaryanın sınıf düşmanlarına karşı Sosyal Demokrat partiler, reformcu sendikalar ve emekçilerin öteki örgütleriyle birleşik eylemi sağlamak için kısa ve uzun süreli anlaşmalar yapmaya da çabalamalıdırlar. Bütün bu hareketlerde ağırlık, yöresel kitle eylemini geliştirmeye ve yöresel anlaşmalarla, yöresel örgütlerle yürütmeye verilmelidir. Anlaşma koşullarına sadık kalmakla birlikte, Birleşik Cepheye katılıp da ortak eylemleriyle hareketi sabote eden bütün kişi ve örgütleri acımadan teşhir edeceğiz. Anlaşmaları bozacak her çabaya ki bunlar söz konusu olabilir, kitlelere seslenmekle cevap verecek, bu arada bozulan birleşik eylem bağlarını yorulmadan onarmaya çalışacağız.”

Yukarıdaki alıntıların ışığında kendi ülkemize özgü koşulları da dikkate alarak; gerekli çalışmayı ve diriliği göstermeli, Recep Tayyip Erdoğan’ın amacına ulaşmak için faşizme olan gereksinimini kursağında bırakmalıyız. Unutmayalım gerçek bir işçi sınıfı partisi mücadele içinde çelikleşecek ve geniş halk yığınlarına güven vererek faşizme geçit vermemekle kalmayacak, aynı zamanda da sosyalizm yolunda mücadelesini taçlandırmak için varını yoğunu ortaya koyacaktır.

İşte bu yüzden devrimci mücadelede kitlelerin gücüne inanıyor, onu örgütlemek için inat ve ısrarla çağrımızı yineliyoruz.