POLİTİK MÜCADELE VE KÖR BAKIŞ - IV

Yazan: Turgut Koçak 8 Temmuz 2014

Türkiye’nin 90 yıllık burjuva demokrasisi bağlamında aldığı yol bu. Türkiye kapitalizmi kendi iç dinamiği ile gelişmediği, dış güçlerin etkisiyle geliştiği için Türkiye kapitalizmi rekabetçi bir dönem yaşamamış, daha işin başında işbirlikçi tekelci bir burjuvazinin oluşmasına zemin hazırlayarak alabildiğince gericileşmiş, baskıcı ve zulümcü olmuştur. İşte bu yüzdendir ki 90 yıllık sürenin büyük bir bölümü sıkıyönetim, olağanüstü hal ve fiili olarak faşist diktatörlüğün uygulandığı yönetimlerle geçmiştir. Cumhuriyetin başlangıcından günümüze kadar tasfiye edilmesi gereken ağalık, şeyhlik, şıhlık gibi feodal kalıntılara ise dokunulmamış, bu kesimlerle süreç içerisinde kopmaz bağlar geliştiren işbirlikçi sermaye iktidarları ülkeyi 90 yıldır halka ve geniş emekçi yığınlara günyüzü göstermeksizin yönetmişlerdir.

İşte bugünkü Recep Tayyip Erdoğan iktidarı işbirlikçi tekelci sermayenin ülkemizin başına bela ettiği kesimlerdir ki, hem işbirlikçi sermaye vefeodal unsurlar açısından hem de emperyalist güçlerce aranılıp da bulunamayacak olan bir iktidar olmuştur. Bu yüzdendir ki, 10 bin kilometre uzağımızdaki Amerika, daha dün Erbakan’ın dizi dibinde oturan Recep Tayyip Erdoğan ve arkadaşlarını bulup çıkarmış ve iktidar koltuğuna oturtmuştur. İşte bu iktidar tamı tamına 12 yıldır Türkiye’yi keyfi olarak yönetmekte, baskı, zulüm, sömürü, vurgun, talan, yolsuzluk, rüşvet, nüfuz ticareti ve görülmemiş hukuksuzluk en üst düzeyde seyretmektedir.

Ancak Amerika açısından ne kadar yararlı iş yaparlarsa yapsınlar bütün ölümlüler gibi işbirlikçi siyasi iktidarların da bir ömrü vardır. Recep Tayyip Erdoğan iktidarı artık Amerika açısından ömrünü tamamlamış ve deliğe süpürülmesi zamanı gelmiştir. Ancak; Amerika’nın nasıl amacı varsa Recep Tayyip Erdoğan’ın da amacı vardır. Bugün, Recep Tayyip Erdoğan ve taifesi bu amaç doğrultusunda direnir gözükmektedir. Bu yüzden de zaman zaman ABD ve AB’ye kafa tutar gözükmektedir. Bunu yaparken hoşnutsuz yandaşlarının; “bakın, ben Amerika’ya da, AB’ye de karşıyım” diyerek onların yandaşlığını kemikleştirmeye çalışmaktadır. Ne varki, Erdoğan’ın bu efelenmesi uzun sürmemekte, pabucun pahalı olduğunu görür görmez çarkedip çıktığı hızaya yeniden girip kendisinin nasıl vazgeçilmezliğini göstermeye çalışmaktadır.

Bütün bunlar yaşanırken halkımız da bu emperyalizm uşaklığının bedelini çok ağır bir şekilde ödemekte, geniş halk yığınlarının yaşamı cehenneme dönüşmektedir. Giderek hoşnutsuzluğun yükseldiği ülkemizde geniş halk yığınlarının en olağan tepkisi bile şiddetli bir şekilde bastırılmaya çalışılmakta polis yurttaşlarımızı olmayacak suçlamalarla gözaltına alıp mahkemelere sevkedebilmektedir. Örneğin Adana’da polis, “Recep Tayyip Erdoğan’ın düşüncelerini çürütmek” gibi zırva bir suç icadıyla kimi yurttaşlarımızı savcılığa sevkedebilmektedir.

Bu iktidarın ve en tepesindeki kişinin artık yalana sarılmak şanından olmuştur. Daha dün her şeyi birlikte kotarıp uyguladıkları Fethullah Gülen Cemaati ile hesaplaşmaya girmiş, bu yapıya karşı uygulamaya geçerek yaptırımlara yönelmiştir. Öyle ki, Recep Tayyip Erdoğan tarafından kıstırılmaya çalışılan Fethullahçılar silahlı örgüt katogorisine sokulmak için her türlü dalavere çevrilmektedir. Diyelim ki, silahlı bir örgüttür, çok değil, daha düne kadar devlet erkinin yönetimini her anlamda paylaşan Recep Tayyip Erdoğan taifesi nasıl olmaktadır da aynı suçlamadan kendisi ari olacaktır?

Gidiş kötüdür. İlkokullar, ,ormal liseler, öğretmen Liseleri ve sanat meslek liseleri imam hatip okullarına çevrilerek eğitim tam anlamıyla dinsel içerikli hale getirilmek istenmektedir. Bunlar için dağ taş imam hatip okullarına çevrilmiş ama yetmemiştir. Bunlar istemektedirler ki, bütün okullar imam hatip okullarına dönüşsün ve burada yetiştirilmiş körü körüne bu iktidara bağlı militanlarla devlet erki ülkenin geri kalanına cehennem hayatı yaşatabilsin. Görüldüğü gibi AKP iktidarı dinle Müslümanlıkla alakalı değildir ama dini sonuna kadar tepe tepe kullanmayı kendisine şiar edinmiştir.

Yalancılarda oyun çok. Recep Tayyip Erdoğan, “her türlü milliyetçiliği ayaklarımızın altına aldık” demiştir ama her sıkıştığında da vatan, millet, Sakarya demeyi de elden bırakmamıştır. Hani Cumhurbaşkanı olmak için Başbakan sıfatıyla her türlü devlet olanağını kullanarak Ekmeleddin İhsanoğlu ve Selahattin Demirtaş’la yarışıyor ya, meydanlarda konuşuyor, “Tek millet, tek bayrak” diye. Yani anlayacağınız bütün faşistler ve gericiler gibi Recep Tayyip Erdoğan’da halkın duygularına seslenerek onları yalanla bir kez daha kandırmak istiyor. Salt bu kadar mı? Elbette değil, Recep Tayyip Erdoğan’ın bugüne kadar hakaret etmediği kimse kalmamamsına karşın meydandanlarında elini yüreğinin üstüne koyarak sözümona kendisini dinlemeye gelenlere büyük bir engin gönüllülük göstererek onları kalben bağlamaya yönelik hareketler yapmaktadır. Oysa Erdoğan’daki ego öyle ölçüye vurulacak cinsten falan değildir.

Buraya kadar faşistlerin hünerleri ile ilgili görüşler ileri sürmeye çalıştık. İstiyoruz ki, bu tür kimselerin geniş halk yığınlarının çıkarlarını savunmadıkları, bir avuç haramzadenin yani sermaye güçlerinin çıkarlarını savundukları iyi bilinsin. İstiyoruz ki, insanı yücelten özelliklerin hiçbirinin kendisini faşizan görüşlere kaptırmış olanlarda olmayacağı olamayacağı iyi görülsün. Bu nedenle bir kez daha işçi sınıfının yüce evladı Dimitrov’un görüşlerine başvuralım.

“BURJUVA DEMOKRASİSİNE KARŞI TAVIR

Bir yandan kitleleri faşizmin emekçi halklara saldırısını püskürtmek için harekete geçiren Polonya Partisi, diğer yandan “halkta demokratik yanılgılar uyandıracağı korkusu yüzünden olumlu demokratik istekler formüle etmekten kaçınmıştı.” Polonya Partisi, tabii ki, olumlu demokratik istekler uyandırmaktan ya da bu yüzden korkan tek parti değildi.

Bu korku nereden geliyor yoldaşlar? Bizim burjuva demokrasisine karşı tavrımızın yanlış ve diyalektik olmayan biçimde kavranmasından geliyor. Biz, Komünistler, Sovyet demokrasisinin değişmez savunucularıyız. Sovyetlerin 7. Kongre kararlarıyla kapitalist ülkelerdeki burjuva demokrasisinin son izleri de yok edilerek eşit oy, tek dereceli ve gizli oy hakkı tanındı. Bu Sovyet demokrasisi proletarya devriminin zaferini ön şart olarak ileri sürer ve sosyalizm yolunda halkın ezici çoğunluğu tarafından benimsenerek üretim araçlarının bireysel mülkiyetinden halkın mülkiyetine geçmesini ister. Bu demokrasi nihai bir biçimi temsil etmez; sınıfsız bir toplumun yaratılmasında ve halkın zihnindeki ve ekonomik hayatındaki kapitalizmin tehlikelerini yenmede sosyalizmin inşasının ilerlemesiyle gelişir ve genişler.

Bugün kapitalist düzen içinde yaşayan milyonlarca emekçi çeşitli ülkelerdeki burjuva yönetiminin aldığı biçimlere karşı takınacakları tavır üzerinde karar vermek durumundadırlar. Biz anarşist değiliz. Ama bu ülkelerin politik rejimlerine, örneğin demokratik hakların ve özgürlüklerin büyük ölçüde kısıtlandığı burjuva demokrasisi ya da kesin faşizm biçimlerindeki burjuva diktatörlüğüne ilgisiz kalamayız. Bizler, işçi sınıfının yıllarca inatla mücadele ederek söke söke aldığı demokratik kazançların en küçük parçasını bile koruyacağız ve bu kazançları yaşatmak için azimle savaşacağız.

İngiliz işçi sınıfı grev ve toplanma hakkını, sendikalarının meşruluğunu, basın özgürlüğünü, diğer hak ve imtiyazlarını sağlayıncaya kadar bir sürü kurban verdi. Ondokuzuncu asırda Fransa’da temel hak-lann elde edilmesi ve sömürücülerle mücadele yolunda örgütlenmenin meşrulaştırılması için verilen savaşta onbinlerce işçi can verdi. Dünya proletaryası burjuva demokrasisi haklarını alabilmek için kan akıtmışlardır. Bu hakları elinde tutabilmek için de, tabii ki, bütün gücüyle savaşacaktır.

Burjuva demokrasisine karşı tutumumuz şartlara göre değişmelidir. Rus Bolşevikleri Ekim Devrimi sırasında, burjuva demokrasisini korumak sloganı altında proletarya iktidarını önlemeye çalışan bütün partilere karşı bir ölüm kalım kavgasına girişmişlerdi. Komünistler bu partilerle savaştılar, çünkü proletaryanın zaferine karşı harekete geçirilen bütün karşı-devrimci güçler burjuva demokrasisinin bayrağı çevresinde toplanıyorlardı. Günümüzün kapitalist ülkelerinde ise durum oldukça değişiktir. Faşist karşı-devrimi emekçi kitlelerini ezmek ve sömürmek için en barbar rejimi kurmaya çalışmakta, bunun için de artık burjuva demokrasisine saldırmaktadır. Kapitalist ülkelerin emekçi kitleleri şimdi çabuk ve kesin bir seçme yapmak zorundadırlar ve bu seçme proletarya iktidarı ile burjuva demokrasisi arasında değil, burjuva demokrasisi ile faşizm arasında olacaktır.

Bunun yanısıra, bugünkü durum kapitalist istikrar devresindekinden çok farklıdır. Faşizm tehlikesi o zamanlar şimdiki kadar belirlenmiş değildi. Devrimci işçilerin karşısında burjuva demokrasisi biçimindeki burjuva diktatörlüğü vardı ve kavgalarını burjuva demokrasisine karşı sürdürüyorlardı. Almanya’da Weimar Cumhuriyetine(75) karşı bir Cumhuriyet olduğu için değil, özellikle 1918-20 arasında ve 1923’te proletaryanın devrimci hareketini yok etmeye çalışan bir burjuva cumhuriyeti olduğu için savaştılar. (75) Weimar Cumhuriyeti, Anayasayı hazırlamak için Welmar’da toplanan Anayasa Kurulu tarafından 1919’da ilan edildi. 1933’te Hitler iktidara gelir gelmez Weimar Anayasası yürürlükten kaldırıldı.

Faşist hareket kendini belli etmeye başladığı zaman örneğin, faşistler Almanya’da 1932 yılında yüzbinlerce askeri, emekçi kitlelere karşı örgütlerken ve silahlandırırken, komünistler aynı tutumu Sürdürebilirler miydi? Sürdüremezlerdi tabii. Komünistler bazı ülkelerde, özellikle Almanya’da, büyük hatalar yaptılar. Meydana gelen değişiklikleri gözönüne almadıkları gibi, birkaç yıl önce, özellikle proletarya iktidarı mücadelesinin başlıca eylem olduğu ve bütün Alman-karşı devriminin 1918-20 arasında Weimar Cumhuriyeti’nin bayrağı altında canlandığı günlerde, doğru olan sloganları tekrarlamaya ve aynı- taktikleri uygulamaya devam ettiler.

Olumlu demokratik sloganların ortaya atılmasından duyulan korkuyu saflarımızda bugün bile görüyoruz. Bu durum, yoldaşlarımızın, taktiklerimizin bu gibi meselelerine yaklaşımda Markisist-Leninist yöntemleri pek kavrayamadıklarını gösteriyor. Bazıları demokratik haklar için yapılan mücadelenin işçileri proletarya iktidarı mücadelesinden saptıracağını söylüyorlar. Lenin’in bu konudaki sözlerini unutmamak zorundayız:

“Demokrasi mücadelesinin proletaryayı sosyalist devrimden saptıracağını, sosyalist devrimi engelleyeceğini, geriye iteceğini düşünmek büyük bir yanlıştır. Aksine, eksiksiz demokrasi gerçekleştirilmeden sosyalizm kurulamaz. Proletarya çok yönlü, tutarlı ve devrimci bir demokrasi mücadelesi vermeden burjuvaziye karşı kazanılacak bir zafere hazır olamaz.(*)

Bütün yoldaşlarımız bu sözleri kafalarına iyice yerleştirmelidirler. Tarih, işçi sınıfının temel haklarını savunmak için başlatılan küçük hareketlerden büyük devrimler doğduğunu göstermiştir. Diğer yandan, demokratik haklar mücadelesinin işçi sınıfının sosyalizm mücadelesiyle kaynaştırılabilmesi için önce burjuva demokrasisine karşı alınan tavırlarda bütün kalıplardan sıyrılmak gerekmektedir. (*) V.L Lenin. Bütün Eserleri, C. 22, sf. 133

Yukarıdaki alıntıların ışığında diyebiliriz ki, Recep Tayyip Erdoğan’ı Çankaya koltuğuna oturtmayacak ve iktidardan alaşağı edecek tek güç toplumsal muhalefettir. Türkiye Sosyalist İşçi Partisi olarak gerçeklere özenle parmak basarak diyoruz ki, öyle zamanlar olur ki, siz ya o zaman savaşımın öznesi olur karanlıkları yırtar atarsınız, ya da kurbanı olur, hatalarınızın bedellerini çok ağır olarak ödersiniz. Bu yüzden Dimitrov’un örnekleriyle çizdiği mücadele yöntemini ülkemizde de yaşama geçirmek görevimiz olmalıdır. Türkiye Sosyalist İşçi Partisi’nin rüştünü kanıtlaması için amiyane devrimbaz laf kalabalığına gereksinimi yoktur. Bazen öyle olur ki, karşınıza işte hendek işte deve örneği çıkıverir.

Bizler önümüze çıkan Recep Tayyip Erdoğan hendeğini atlayıp geçmek için faşizme karşı geniş bir toplumsal muhalef örgütleyerek ve bu muhalefeti cepheleştirerek aşabiliriz.

Devrim mi diyorsunuz, deyin mahsuru yok bu bizim asli ve tarihi görevimizdir.