ORMAN…ORMAN…ORMAN…

Yazan: Turgut Koçak 8 Eylül 2021

Çocukluğumuzdan bu yana orman türküleri içinde geçti ömrümüz. Hele bizim Sağlık Koleji’nde bir öğretmenimiz vardı Macide Yoğurtçu. Coğrafya derslerimize gelirdi fakat ondan hiç coğrafya öğrenmedik dersek yalan söylemiş olmayız. Coğrafya dersi görmezdik ama sınavda yapılması zorunluydu. Öğretmenimiz de yazılı yapmak istediği zaman hemen harekete geçen Gülşen arkadaşımız bir orman şarkısı ile dersi de kaynatırdı sınavı da. Zil çaldığında yine ne ders yapmış olurduk ne de sınav.

O günlerden aklımda kalan şeylerin başında devletimizin ormanları nasıl canla başla koruduğuydu. Vallahi devlet ormanlarımızı korumak için öyle bir örgütlenmişti ki ormanlarımızda kuş uçurtmaz diye bilirdik. Orman kolcularının “cahil” köylüleri yakalayıp yakalayıp nasıl yargı önüne çıkardıklarını, hele de içlerinde tarla açmak için ormanı kesenleri ve yakanları hiç mi hiç affetmezlerdi. Bunun böyle olduğunu sanırdık ama süreç içinde hiç de öyle olmadığını açıkça gördük.

Ormanlarımızı korumak için devlet mücadele ediyordu etmesine de bu umarsız orman köylülerinin yaşamını da nasıl cehenneme çevirdiğini sonra sonra öğrenmeye başladık. Ormanları köylülere karşı koruduğunu öğrendiğimiz devletten ormanlarımızı nasıl koruyacaktık işte burasını hiç öğrenememiştik. Karadeniz bölgesinde çalıştım. Orman köylülerinin yargılandığı duruşmalara da gittim. Ellerini önden bağlamış, başları önde bekleyen doğru dürüst kendilerini bile savunamayan köylülerin duruşma sırasında üzücü öykülerini de dinledim, azarlandıklarını, ceza yediklerini kimi zaman da insaflı bir yargıcın bağışlayıcı tutumu nedeniyle yakayı kurtardıklarını da.

Dedim ya ormanların devletten korunması gerektiği konusunu daha sonraları öğrendik. Bilgisiz, işinin ehli olmayan kimseler tarafından yapılan kesimler yüzünden az kel kalmadı dağlarımız. Bu işlerin onca okulu açıldı, öğrenciler yetişip alanlara gittiler fakat işin içine politika karıştığı için kimisi görevini yapamadı, kimisi de kızağa alınıp bulunması gereken yerde bulunamadı.

Devamı başka türlü geldi. Artık turizme açılıyorduk. Kıyılarımız orman kaplıydı. İşe öncelikli olarak Akdeniz ve Ege’den başlanıldı. Kıyı ormanlarımız yok edilip oteller dikildi. Bütün bunlar yetmedi tabi. Bütün Ege ve Akdeniz kıyı boyunca betona boğuldu. Tabi bu işler böyle olunca da ormanlarımız yok olup bitirildi. Öyle ki devlet sanki ormanları yok etmek için her yola başvuruyordu. Elde bulunan yasaların kimi zaman arkasından dolaşıldı, kimi zaman da yasalar yetmeyince yürürlükteki yasalar kaldırılıp yerlerine ormanları talana açık hale getiren yasalar çıkarıldı. Yine de yetmezse aleni ormanlar yok edilip oteller ve yapılar dikilemeyeceğine göre bu kez de kısmı yangınlarla engeller temizlenip bölge orman vasfından çıkarıldı.

Oysa yanan yerler ya da tahrip edilen yer hiçbir şekilde amacı dışında kullanılamazdı ama hiç de böyle olmadı. Yerleri yeniden ağaçlandırılmadı. Sonra Turgut Özal’la birlikte yeni yasalar çıkarılıp orman vasfını yitirdiği gerekçesiyle yasalar hükümsüz bırakıldığı gibi yeni yeni yasalar çıkarılarak da araziler kapanın elinde kaldı. AKP ve saray iktidarı ile birlikte ise öyle çok şey yapıldı ki ormanlarımız salt yapı için değil, maden işletmeleri ve taş ocakları işletmesi adı altında da yok edildi. Gereksiz yere derelerin önüne HES’ler kurularak doğal yapı yok edildi. Edilmeye de devam ediyor.

Son orman yangınları çıkınca en çok bunları düşündüm. İktidar tarafından değil ormanları korumak ormanları yok etmek için nasıl çırpınıldığını gördükçe içim acıdı. Yasaları böylesine işlevsiz kılan bir iktidarın varlığı gerçekten de düşündürücü olmanın da ötesinde bir şeydir bir şey olmasına da hesap verilemezlik var ya gerçekten de kabul edilecek bir şey değildir.

Hele Erdoğan’ın Rize’deki tünel açılışında söyledikleri yok mu ülkenin vicdanı konumunda olan solcuları ve komünistleri suçlayan sözleri bir düşünülmesi gereken şey değil bin düşünülmesi gereken şey bizce.

Bu yüzden de diyorum ki iyi ki bu ülkenin bizim gibi sosyalistleri ve solcuları varmış da birilerinin yanlışlarının karşısına her yerde çıkıyorlarmış.

Yoksa var ya bu ülkenin böyle giderse imi timi kalmayacak bize inanın…