Yazan: Turgut Koçak 10 Haziran 2011
Sistem partilerinin genel başkanları alanları dolduran kalabalığa sesleniyor. Kalabalıklar is, başkanları konuştukça rüzgârda sağa sola yatan ekinler gibi bir yatıp bir kalkıyorlar. Ara sıra da liderlerine soluklanma fırsatı vererek; “Başbakan bilmem kim” diye bağırıp duruyorlar. İşte o zaman lideri tutana aşk olsun. Köpürdükçe köpürüyor, salladıkça sallıyor. Sonra kalabalık bir kez daha aşka gelip bu kez de; “Vur vur inlesin, bilmem kim dinlesin” diye alanları çın çın çınlatıyor. Toplanan kalabalığa bakıyor bir yargıya varmakta güçlük çekiyorsunuz. ACABA BU SEÇİM YARIŞINDA İPİ KİM GÖĞÜSLER diye. Çünkü CHP, AKP, MHP alanları tıklım tıkım dolduruyor. BDP’nin bağımsız adayları da aynı kalabalığı toplamakta zorluk çekmiyorlar. Bunları görüp değişen bir şey olmadığını düşünerek canınız sıkılıyor.
Bu liderlerin halka vaatlerine bakıyorsunuz sizde ip hepten kopuyor. Aman Allah bu liderler halka neler vaat ediyorlar neler. Bu vaatlerin yerine getirileceğinden kuşku duyuyorsunuz. Düşündüğünüz zaman da yerine getirilmeyecek vaatler olmadığı yargısına varıyorsunuz. Sonra da yeni bir soru aklınızı kurcalayıp beyninizi tırmalıyor. Madem bu söylenenler yerine getirilebilirdi şimdiye kadar niçin hiçbir iktidar bu yönde tek bir adım atmadı sorusuna takılıyor bu kez de aklınız. Doğal olarak küçük bir akıl yürütme ile bugüne kadar gelmiş geçmiş iktidarların hiçbirisinin halkın iktidarı olmadığını, sermayenin çıkarlarını ölümüne savunmak için iktidar koltuğunu birisi boşalttığında diğerinin oturduğunu kolaylıkla bilincinize çıkarıyorsunuz.
Gelelim bu partilerden iktidara hangisi gelirse gelsin vaatlerini tutup tutmayacaklarına. Bazı vaatler dışında bu partilerin hangisi iktidara gelse vaatlerini tutamaz. Çünkü bu vaatler tutulduğunda uluslararası sermeye ve onların ülkemizdeki işbirlikçilerinin hoşaflarının yağı kesinlikle kesilecektir. Onlarda bu durumu sineye çekemeyecekler, kazanı kaldırıvereceklerdir. Kapitalist sistemin egemen olduğu bir ülkede eğer kapitalistler kazan kaldırırlarsa sistem partilerinin milletvekili sayısı ne olursa olsun iktidarda kalmaları olası değildir. Sermaye, çıkarlarını yeterince savunmayan bir partiyi iktidarda tutmaz. Ne eder eder, bir punduna getirip düşürüverir iktidardan. Bu yüzden de sistem partileri ancak ve ancak halka verdikleri vaatlerin ancak tutulabilecek gibi olanlarını tutar, gerisini ise hasıraltı etme yolunu seçer.
Kapitalist sistemin egemenliğinin olduğu ülkelerde bu durumun tersine işlemesinin olanağı yoktur. Bu seçimlerde de parlamentoya temsilci gönderecek partiler, BDP’nin bağımsız adaylarını saymazsak CHP, AKP ve MHP’dir. Hoş BDP’nin gündeminde de Kürt sorununun dışında başka bir konu olmadığı yani emek eksenli bir politika dile getirilmediğinden bu partiyi de sosyal kurtuluş için bir umar olarak görmenin olanağı yoktur zaten. Bu durumda 12 Haziran seçimlerinde boy gösteren bir tek TKP vardır ki, TKP’nin de politik öngörüsüzlüğü nedeniyle sol ve sosyalizm adına bir alan açmasının mümkün olmadığı açıkça bellidir. Bu konuya seçimlerden sonra yeniden döneceğimiz için fazla üzerinde durmanın gereği yok diye düşünüyoruz.
12 Haziran 2011 Pazar günü seçimler bu koşullar altında yapılıyor. Seçimler sonrası oluşacak parlamento ise yine ABD ve AB’nin bir dediğini iki etmeyen bir parlamento olacak, çürüme giderek daha da hızlanacaktır. Yukarıda da dile getirdiğimiz nedenlere bağlı olarak seçilecek yeni parlamento da işçilerin, emekçilerin, yoksul köylülerin, aydınların, gençlerin, kadınların özetle geniş emekçi yığınlarının yarasına merhem çalmayıp tuz basacaktır. Bugün yaşam zorluğu çekenler seçimlerden sonra da aynı zorluğu misli ile yaşayacaklar dünya bir eli balda, bir eli yağda cennetlerini kurmuş olan zenginlerin dünyası olarak dönüp durmaya devam edecektir.
Seçim sermaye güçlerinin bulduğu en iyi kandırma yollarından biridir. Sözde 12 Haziran Pazar günü yapılan seçimler pek çok partinin katıldığı, sanki eşit koşullarda yapılıyormuş izlenimi veren bir seçim olup kazananları ve kaybedecek olanları baştan belli bir seçimdir. Bu yüzden de, sandıklara gidip yırtınmak sonucu ne yazık ki, değiştirmeyecektir. Rüzgârı işçiden, emekçiden yani sosyalistlerden yana estirmeden kurtuluş için ne dersek diyelim, ne yaparsak yapalım sonuç değişmeyecek parababalarının borusu ötmeye devam edecektir. Gerçek bu olunca; gerçekçi olmak ve imkânsızı istemek de bizim için kaçınılmaz olmaktadır. Sandığa gidenler sistem partilerine oy vermemeli hele AKP’ye hiç vermemelidir. Yığınlar yeni bir çıkışın bayrağını yükseltmek için sistem partilerine ve seçimlerden umarı olanlara gereken dersi verdikten hemen sonra gerçek kurtuluşa yani sosyalizme yönelmelidir. İşte; Türkiye Sosyalist İşçi Partisi bunun için vardır.