NEREYE KADAR?

Yazan: Turgut Koçak 3 Temmuz 2020

Türkiye hemen hemen hep dalaverelerle halkın uyutulduğu, kandırılıp gözüne kül üfürüldüğü yönetimleri yaşaya yaşaya bu gönlere kadar gelmiş dayanmıştır.

Hiç kuşku yok ki asıl sorumlular dururken herkesin kolayına geldiği gibi davranarak ikinci derecede olanlarla uğraşmayacağız fakat bugün iktidara ve benzerlerine de kapıyı aralayanlara diyecek bir çift sözümüz olacak.

Örneğin Recep Tayyip Erdoğan ve arkadaşlarının ne kadar demokrat olup olmadığı, demokrasi treninden geldikleri durakta inecekleri biline biline onlarla demokrasicilik oynamak nasıl demokratlık değilse kimi atılan adımlar var ki onların hiçbirisi de demokratlık falan değil, doğrudan köylü kurnazlığı, perde arkasında birçok şeyi gizleyen arkasında soruların olduğu şeylerdir ki bunu anlamadığımız sürece doğru sonuçlara varmamız olası değildir.

Bu ülkede 1982 Anayasa’sı oylaması nasıl olmaktadır da yüzde doksanları geçen bir oy oranıyla kabul edilmiştir hiç oturup düşündünüz mü? 12 Eylül faşist darbesini yapanlar gerekçesini de hazırlamışlardır ki artık Türkiye önümüzdeki dönemde bir yol izleyecekse darbeyi gerçekleştirenlerin istediği zeminde ilerlesin. 1982 Anayasası oylaması öncesi o dönemin siyasilerinin tavrı aşağı yukarı şudur; Anayasa kabul edilsin biz 6 ayda işin çivisini çıkarır yine istediğimiz koşulları sağlayabiliriz.

Bunu düşünenlerin başında da Deniz Baykal gelmektedir.

O dönemde bazı kimselerle bürolarda yapılan toplantılarda Baykal ve arkadaşlarının tavrı aşağı yukarı bu noktadadır.

Peki, 12 Eylül Anayasa’sı düzeltilebilmiş midir?

Aksine 12 Eylül Anayasası düzeltilemediği gibi AKP döneminde de iki kez Anayasa Referandumuyla durum 12 Eylül 1982 Anayasası’ndan da vahim hale gelmiştir. Dolayısı ile yaşam bize göstermiştir ki ilkesi olmayan, halk dalkavukluğuna dayanan politikalarla hiçbir şey düzeltilemeyeceği gibi daha da ağırlaşacaktır. Nitekim ağırlaşmıştır da. AKP’nin girdiği ilk seçimde Recep Tayyip AKP’ye genel başkan olabilmekte ama milletvekili adayı olamamaktadır. Niye çünkü Anayasal bir engeli söz konusudur. Herkes olayı basit bir şiir okumaya indirgese de asıl sorun zihniyettir. Sonuçta işlerin geldiği noktaya baktığımız zaman ne demek istediğim daha kolayca anlaşılacaktır.

Adam; asgari burjuva demokrasisine bile inanmamaktadır ama öyle kabul edilmiştir, adam; laiklik dendi mi ölümünden korkar gibi korkmaktadır ancak laikmişmiş gibi görülmek istenmiştir. Adam Cumhuriyet’in hiçbir kuralını benimsemediği halde öyle kabul edilmesi için üstün bir gayret içine girilmiştir.

Milletvekili adayı olamadığı için mecliste kişiye özel Anayasa değişikliği yapılıp bir ilin seçimleri Jet Fazıl’da neden gösterilerek iptal edilip milletvekili olması sağlanmıştır. Diyelim ki Deniz Baykal bu işi salt demokrat olması nedeniyle yapmıştır bu doğruysa eğer kişiye özel Anayasa değişikliği yapılamayacağına göre diğer tüm yasaklıları da kapsaması ve geneli içine alması gerekmez miydi? Gerekirdi ama bilinerek, istenerek yapılmamış her fırsatta da bu durumu Deniz Baykal sözüm ona demokrat olmaya sığınarak açıklamaya girişmiştir niye?

Gerçi konu ile ilgili açık edilen veya edilmeyen sayısız şaibeler ortada dolaşıp durmaktadır ama yanıt vermesi gereken biz değil, o dönemde İstanbul’da yapılan görüşmelere katılanlardır bilinmesini isteriz. Yani sizin anlayacağınız Recep Tayyip Erdoğan’a bugünkü yerini açan kimselerin bugün yaşadıklarımızda payı büyüktür.

Bir şey daha var. Deniz Baykal’ın sağlığı bozulduğunda CHP’nin izine kurşun atar konumda olan Sayın Recep Tayyip Erdoğan niye kendisine Almanya’da tedavi görmesi için özel muamele yapılmasını sağladığı gibi altına da devletin uçağını tahsis etmiştir bunun bir sorgulanması gerekmez mi? Gerekir öyle ya bir seçim sonrası koştura koştura saraya çıkan kişi de Deniz Baykal’dır ki, sonrasında bu ülkede nelerin yaşandığını bilmeyen yoktur.

Sonuç olarak şu an mecliste çoklu baroların kurulması yasası görüşülmektedir. Böylesine yargıyı raptı zapt altına alacak bir yasanın çıkarılmaya kalkışılması daha öncekilerde olduğu gibi çok mu basit bir konudur ki CHP veya öteki muhalefet partileri sadece engelleme de demiyelim de geciktirmeye çalışarak sonuç alacaklarını sanmaktadırlar?

Bir düşünün virüsü bahane edip iktidarın Ankara Valisi baroların mitingini iptal edebilmekte, adeta ortalıkta kuş uçurtmamaktadır. Başkaca eylemler de aynı gerekçe ile yasaklar kapsamı içindedir. İddia ediyorum virüs tehlikesi olmasaydı da keyfi bilmem neye dayanılarak gösteriler yine yasaklanacaktı. Sanki iktidarın yasaklamasını engelleyen önünde bir neden mi var?

Gelelim TELE 1 ve Halk TV’nin 5 gün süreyle ekran karartma cezası almasına; bu denli yasa dışı, sizin görüşleriniz bana uymuyor savı ile cezalar verildiği nerede görülmüştür ya da ne bileyim RTÜK denilen aslında sansür kurulu anlamını taşıyan kararlarda RTÜK’ün kendisini yargı yerine koyması ne anlama gelir? Hoş işin ucunda yargı da söz konusu olsa bile durum değişmeyecektir çünkü bugün kurum olarak yargı da tam anlamıyla işlevsiz olup hangi saiklerle karar verdikleri hemen herkes tarafından açıkça tartışılır durumdadır.

O zaman yazımızı şöyle bitirelim.

Türkiye Sosyalist İşçi Partisi olarak yıllar önce bir kez Halk TV’ye çıkarak görüşlerimi belirttim. TELE 1 ise var olsunlar bizleri bilinçli bir şekilde akıllarına bile getirip kimi tartışma programına çağırmazlar. Ancak bu demek değildir ki yazılı ve görsel basına karşı iktidarın böylesine faşizan baskılarını görmezden gelip yanlarında olmayacağız. Son bir şey daha var. Kimileri böyle durumlarda bir açıklama ile haber olarak da televizyonlarda yer alabiliyorlar.

Eğer iş bu kadarla oluyorsa biz de yanlarındayız.

Ancak bu açıklamanın iktidarın muhalif yazılı ve görsel medyaya karşı cezalandırmadan ekran karartmaya sonra da lisans iptaline kadar varabileceği ilgililer tarafından söylenen keyfilik böyle engellenebilir mi?

Bence asla…