MUHALİFLİK ÜZERİNE

Yazan: Turgut Koçak 26 Haziran 2022

Ne kadar garip değil mi? Memleketin ulusalcılarının gözünü kör eden nedir sizce acaba? Bu konuyu enine boyuna irdelemeden peşin peşin diyebiliriz ki ulusalcıların da tıpkı faşist tarafta yer alan ve kendilerine milliyetçi sıfatını yakıştıranlarla örtüşen bir yanlarının olması yüzünden gerçeği görmeleri neredeyse olanaksız. Neymiş efendim 15 Temmuz hareketini gerçekleştiren Fetöcüler aynı zamanda da kumpasçı oldukları için bu sözünü ettiğimiz kesimlerde ağır bedeller ödemişler. Ağır bedeller ödedikleri doğrudur fakat bu kesimlerin bilinçlerine çıkardıkları çok ama çok eksiklidir.

Çünkü Fetullahçıları koruya kollaya iktidar ortağı haline getirenler neredeyse Erdoğan’da içinde AKP’nin bazı istisnalar dışında neredeyse tamamıdır. Bu denli yedikleri içtikleri ayrı gitmeyen kesimler acaba ne oldu da yollarını ayırmaya karar verdiler? Bunun en belirgin nedeni Fetullahçıların Amerikancı ya da CIA’nın adamı oldukları değildir. Araya kara kedi girmesinin asıl nedeni iktidarın paylaşımında çıkan sorunlardan kaynaklanmaktadır. İktidarın paylaşılması derken şu sözü de anımsamadan geçmemek gerek. Ne demişti Erdoğan? “Siz ne istediniz de vermedik?” Acaba Fetullahçılar ne istemişti, Erdoğan işi başındaki insan olarak onlara altın tepsi de neleri sunmuştu?

Bir kez ekonomik bağlamda ihaleler adeta Fethullahçılara akmaktaydı. İktidar onlara her kapıyı bir güzel açmış onlara devlet katında çok büyük bir güç elde etmelerini sağlamıştı. Para dersen onlardaydı, siyasi güç desen bütün valiler, emniyet müdürleri, eğitim, yargı, ordu içinde köklü bir örgütlenmeyi de katarsak bunlar daha Allah’tan ne isteyebilirlerdi? Dışa açılımları bile devletin olanaklarını kullanarak gerçekleştirmişler, dünyanın her yerinde yatırım ve okullar açmışlardı. Eşyanın doğası gereği iktidar paylaşılamazdı ama onlar giderek Erdoğan’dan daha fazlasını ister oldular. 15 Temmuz darbe kalkışımına giden yolun taşları böyle döşendi. Darbe başarısız olunca da kadre uğrayan ulusalcılara özgürlük yolu gözüktü. Sonuçta en büyük düşman yenilmiş, yenen taraf da onca alavere dalavereyi saymazsak Erdoğan olmuştu. Sonra insanlar Fetöcüyken bağlılık yemini ile sürü sepken Erdoğan’ın yanına geçtiler. Bunlar yaşanırken bir de 17-25 Aralık tarihi itibari ile saf değiştirenler artık suçlu sayılmayacaktı bu işi daha da kolaylaştırdı.

Perinçek ulusalcıların bir takım paşasını, şununu bununu yanına çektiği için Perinçek ve partisi dahil Vatan Partisi olarak Erdoğan’a rampalayıverdiler. Bu birlikteliğin sınırları elbette Erdoğan tarafından belirlendi ancak Vatan Partili ve kendilerini ulusalcı sayan sınırlı bir grup kendilerini “iktidara ortakmışlar” gibi görerek dinci gerici ve faşist milliyetçilerle aynı saflarda yerlerini aldılar. Üstelik Erdoğan içi boş da olsa arada bir milliyetçi dalga yaratıp savaştan söz edip Yunanistan falan karıp karıştırınca sözü geçen ulusalcıların da doğaları gereği işi derinlemesine düşünmekten çok kendilerini Erdoğan’ın yanında görüp yine gerçeklerle asla uyuşmadığı halde Erdoğan’dan bir Atatürkçü ve emperyalizme karşı biriymiş figürü yarattılar ki kendi yanılgılarına kendilerini de inandırdılar.

Evet, sözü geçen ulusalcılar Erdoğan’a ve politikalarına sahip çıkıyorlar. Bu o kadar kolay olmadığı için de hem kendi saflarında dökülmeler yaşanıyor hem de Vatan Partili olmayıp da dışında ulusalcılık oynayanlar arasında ister istemez bir kaçış söz konusu. Şimdilerde tıpkı Devlet Bahçeli’nin devlet kutsaması neyse bunlardaki devlet ile ilgili sahiplenme de aynı şekilde kesişiyor ki bu kesimler siyaseten düşman kardeşler rolüne soyunsalar da aynı deliğe işiyorlar. Devletle Erdoğan’ı özdeşleştiren kale hokkabazlarının yazıp çizdiklerine baktığımız zaman hiç şaşırmasak da bu işi yüzleri kızarmadan nasıl yapabiliyor ve iktidarın değirmenine su taşıyorlar bizim ölçülerimize göre çok da anlaşılması kolay değil. Demek ki neymiş; minareyi çalan kılıfını uydururmuş. Alın size antiemperyalist bir Erdoğan, alın size Atatürkçü daha dilleri varmıyor ama laik bir Erdoğan. Ne güzel bir düşün fukaralığı değil mi?

Şu Vatan Partililerin ve Aydınlık Gazetesinin ürettiği politikalara baktığınız zaman neler görüyorsunuz neler. Erdoğan ve iktidarını eleştirenlerin ne dış güçlerle beraberliği kalıyor, ne de vatan hainleri oluşları. Kendilerini Atatürkçü olmanın şahı yerine koyanlar bugünlerde “kurtarıcı” idolü Erdoğan olarak görmekten bile bir nebze olsun utanıp sıkılmıyorlar. Bu yüzden de en vatarseverlik, en devletçi olma, en milliyetçi olma ruh hallerini boyunlarına bir madalya gibi takmışlar oraya buraya söz yetiştirmeye çalışıyorlar ne güzel… İktidar bunlardan rahatsız değil. Değil çünkü bu kesim kendilerinin kılıcını salladıklarına göre niye rahatsız olsunlar ki değil mi? Ekonomik yıkım, açlık, sefalet, yoksulluk almış başını gitmiş ama hiç olmazsa bunlar bir kesime farklı seslenerek bu noktada kopacak kıyametin önüne set olmaya çalışıyorlarsa iktidar neden memnun olup bunların saçlarını geri planda okşamasın ki?

Ancak sosyalistlerin muhalifliği de kimi zaman sorunlu gibi görünüyor olsa yani iktidar dururken ne diye muhalefeti eleştiriyorlar denilse bile gerçekleri irdelediğimiz zaman bu daha çok kapitalizmden kaynaklanan konulara diğer muhalefet kesimlerin uzak duruşu ile ilgili. Diğer muhalefetin durumu şudur: Kapitalizmi orasından burasında düzelterek küçük fırça darbeleri ile iyileştirmeden ibaret ki bunların gündeminde kamucu, sınıfsal istemler hiç yok. Hatta doğru dürüst laik bile değiller. Ne göçmen sorunu ne Kürt sorunu ile ilgili sığ düşüncelerin ilerisine geçilemiyor. Sosyalistler elbette bu konuda ilkeli bir yaklaşıma sahipler. Bu yüzden de ulusalcılarla örtüşen hiçbir popülist politikaya yakın değiliz olamayız da.

Elbette mevcut iktidarın gitmesi için gücümüzün çok üstünde bir mücadele ortaya koymalıyız koyacağız da ancak sosyalist isteklerden bu vazgeçtiğimiz anlamı da asla taşımaz. Yani kendi politikalarımızı asla ikinci plana alamayız.

Alamayız çünkü bizi var eden gerçeklik sömürüsüz, sınırsız bir dünya toplumu yani komünizm yolunda ilerlemek olduğuna göre asli işimizi her koşulda yaparız yapmak da zorundayız.