MAKBUL KATİLLİK!

Yazan: Turgut Koçak 14 Eylül 2013

İşlerimin yoğun olması nedeniyle dört gündür sürekli yazdığım yazılarımı yazamadım. Bu süre içinde hem çok şey değişti hem de ortada aynı hamam aynı tas bir durum var. Çok şey değişti diyoruz, çünkü G-20’lerin Petersburg’daki toplantısına kızının koltuğunun altına verdiği dosyalarla sözümona elinde belgelerle giden Recep Tayyip Erdoğan’ın ne belgelerini ne de yerli yersiz verdiği demeçlerini dikkate alan kimse olmadı. Oysa bu toplantıya epey umutlu giden Recep Tayyip Erdoğan, daha sonra Suriye’ye yönelik operasyona Amerika da yan çizince “değerli” yalnızlığının içine iyice gömülüverdi.

Suriye yönetiminin kimyasal kullandığına dair elde belge var, şu bu denirken işin şekli değişiverdi. Öyle ya Recep Tayyip Erdoğan ve tayfasının elde belge var diye çırpınıp durduğu belge sadece ve sadece baş uçurup ciğer yiyen ÖSO denilen ipten kazıktan kurulu bir örgütün safsatalarından ibaretken elin adamının elinde uzaydan çekilmiş kimyasalı kimin kullandığını gösteren belgeler bulunuyor. BM yetkililerinin de Suriye’de yaptıkları araştırmayı bu belgelere ekleyince ister istemez BM yetkilileri de farklı şeyler söylemeye başladılar. Oysa Amerika ne diyordu; Suriye kimyasal kullanmıştır, dolayısı ile Suriye’ye operasyon çekilecek. Rusya ABD’nin davranışının aksine daha somut şeyler söyleyerek emperyalistlerin özellikle de Recep Tayyip Erdoğan ve tayfasının politikalarının belini kırıverdi. Üstelik ABD kamuoyu da yeni bir savaş macerasından yana değildi. Türkiye kamuoyu da değildi değil olmasına ya Recep Tayyip Erdoğan’ın Türkiye kamuoyunu taktığı falan yoktu. O, savaşta savaş diyor başka bir şey demiyordu. Durum bu merkezde olunca Sayın Başbakan’ın tutarsız ve gülünç konuşmaları da ister istemez birbirini izliyordu.

Sayın Başbakan kimyasal kullanıldığını ileri sürerek Suriye’ye operasyonun elzemliğini anlatmak için yırtınıp dururken birden bire ağız değiştirdi. Oysa daha önce kimyasal kullanılmıştır, dolayısı ile kısmi operasyona bile karşı çıkarak Suriye’nin belinin kırıldığı bir operasyonu savunuyor, kendisinin de her türlü koalisyonun içinde yer alacağını söylemekten geri kalmıyordu. Neymiş efendim; kimyasal silah çocukları, kadınları, herkesi öldürüyormuş da füze, uçaktan bombalama vs öldürmüyor muymuş? Esed (ESad) bu tür silahları kullanıyormuş ve gitmeliymiş.

Recep Tayyip Erdoğan ve tayfasının savaş merakı Türkiye kamuoyunu gerçekte deli ediyordu etmesine ya daha karşısına dikilenlerin sayısı karşısına dikilecek olanların ancak dörtte birini bile yansıtmıyordu. Bu nedenle de Başta Hatay olmak üzere AKP’nin savaş merakına tepki konuluyor, onca baskı ve zulme karşın yine de geri adım attırılamıyordu. Polis, yine İstanbul, Ankara, İzmir, Eskişehir, Antalya, Adana özellikle de Antakya sokaklarını TOMALARLA, akreplerle cehenneme çevirerek her türlü şiddeti uygulamaktan geri durmadığı gibi gözaltılarına ve tıpkı Ali İsmail Korkmaz’a uygulandığı gibi ara sokaklarda gösterici avına çıkılarak öldüresiye dövmelere devam ediyordu. Yine pek çok gösterici başından gaz fişeği ile vurulup ağır yaralandı. Sayısız yaralananlar oldu. Ne yazık ki, polisin şiddeti sonucu Antakya’da üçüncü genç kardeşimiz de polis şiddetine maruz kalarak yaşamını yitirdi. Polisin, kamuoyuna damdan düşüp öldü diyerek düşüş anını gösteren görüntüler yayınlaması ise neredeyse anı anına olacaktı ama o zaman ne olur ne olmaz bazı ayrıntılar da görüntüye yansır hesabıyla biraz geciktirilerek Ahmet Atakan’ın cansız düşüş anı polis tarafından televizyonlara servis edilerek gösterilmesi sağlandı.

Oysa öncesi yoktu. Ahmet Atakan orada ne arıyordu? Polise bir şeyler mi atıyordu? Yoksa birileri onu bir yerlerde halledip oraya mı taşımışlar sonra da cansız olarak aşağı mı atmışlardı işte burası belirsizdi. Özetle o gün birçok kişi başından ağır yaralanmıştı, yaralananların içinde arkadaşımız Ferid Meynioğlu’da vardı. Ferit Meynioğlu iki gün hastanede kaldıktan sonra taburcu edilmişti.

Sonuç olarak birileri birinin emriyle cinayet işlemeye devam ediyor, gencecik çocuklarımızı kara toprağın altına yollarken vicdanında küçücük bir sızlama bile duymuyordu. Aksine freni patlamış kamyon gibi hemen her gün üstümüze geliyor, yaşamımızı cehenneme çevirerek sözümona ülke yönetiyordu. Bu gidişe katlanmak demek zulme ortak olmak demektir. Bölgeyi kana ve ateşe boğacak savaş kışkırtıcılığı yapıp durmak savaş suçu işlemek demektir. Öyle Amerikan polisine bir taş at da gör neler oluyormuş diyerek ülkemizde polisin gençlerimizi öldürmesini haklı çıkarmaya kalkışmak ise suçların en ağırıdır. Sanılmasın ki, bu işlenen suçlar işleyenlerin yanına kalır.

Gün gelir devran döner, “makbul katillik"lerinin ve işledikleri her suçun da hesabı soruluru bu da böyle biline…