KORONA VİRÜS SALGINI VE SONUÇLARI

Yazan: Turgut Koçak 14 Mart 2021

Şu korona virüs salgını çıkalı beri bir yılı geride bıraktık. Sözü geçen süre içinde değişen bir şey oldu mu diye sorarsanız bize göre olmadı aksine koşullar daha da ağırlaştı. Nasıl önceden yaşadıklarımızın nedeni sınıf farklılıklarından ve sınıflı ve sömürü bir düzen olan kapitalizmden kaynaklanıyorsa yine bu salgının sonuçları da ister istemez zenginleri değil de daha çok yoksulları vurdu. Kimi çevreler bu salgınla birlikte umutvar yazılar döşenip bu yönde görüşler sergiledilerse de hiç de gelişmeler onların dediği gibi olmadı. Mevcut sistem salgın paniğinden de yararlanarak otoriterleştikçe otoriterleşti. Birçok ülkede otoriterleşmeyi de aşan gitgide faşistleşen iktidarlar gündeme geldi.

Sözü geçen virüs pek çok ülkede zamanında tanımlandı. Alınması gereken tedbirler de hemen yaşama geçirildi. Bizim ülkemizde ise konu savsaklandıkça savsaklandı ve dünyanın bütün ileri kapitalist ülkelerinde bile aynısı yaşandı. İşte bu yüzdendir ki korona virüs salgını insanlığın düşünce sistemini bile diyebiliriz ki altüst etti.

Korona virüs salgını hemen her konuda yetersiz karşılandı. Yönetimler sanki acziyet içinde imişler gibi bir görünüm sergilediler. Bu da yetmedi iş politik tavra dönüştü ve bilim insanlarının söylediklerine gerektiği kadar itibar edilmedi. Başka salgınlarda olduğu gibi son salgında da salgının yayılmasını önleyecek gerekli sağlık yapılanmasından yoksun olunduğu için en gelişkin kapitalist ülkelerin bile ellerinden bir şey gelemez oldu. Ülkemizde de aynısı yaşandı. Böyle bir salgını karşılamanın maliyetinden tutun da her türlü örgütlenmesine kadar yetersiz kalındı. Açıklığın yerini kapalılık aldı. Ortada bir korku dolaşıyordu fakat bu korkunun ne olduğu konusunda yene de kimse bilgilendirilmedi. Gerekli testler yetersizdi. Hastalananlara ne gibi bir tedavi uygulanacağı konusu bile netlik kazanmış olmadığı için bu hastalığın tedavisinde kinin ilacı gibi ilaçların ne gibi yan etkileri olacak hesap bile edilmeden kullanılmaya başlandı.

Hastaneler dolup taştı. İş yaşamı ülkemizde ve dünyada altüst oldu. Bizde ise her şey ama her şey yoksulların aleyhine işledi. İşten atılmalar, işsizlikten açlıkla karşı karşıya kalmalar, eğitimin iflası vb. şeyler bir karabasan gibi tepemize çullandı. İktidarlar yığınlara gerekli desteği sunmaktan çok uzak kaldılar. Üstüne üstlük bir de iktidarlar beceriksizliklerinden ve açık olmamalarından dolayı eleştirildikleri için durumu önemsemek bir yana eleştiri yapanların üstüne gidildi ve zaten otoriter olan sistem faşizan uygulamaların ağırlık kazandığı bir yönetim biçimine dönüştü. Kimse hakkını da arayamaz oldu, isteğini de dile getiremedi. Bilim insanlarına düşmanlık ön plana çıktı. Bilim insanları tehdit edildiler.

Ülkemizde uzun süre ne ölümler ne de vaka sayısı bile doğru dürüst açıklanmadı. Aksine iktidar gizlemeyi kendi açısından daha uygun buldu. Bu yönde ısrarlı davranan çevrelere ise sadece ve sadece baskılar arttırıldı. Türk Tabipler Birliği (TTB) bile terörist ilan edilip üstüne gidildi. Bu yüzden de gerçekler halkla açıklık içinde paylaşılmadığı için tevatürler ve vurdumduymazlıklar yığınlar arasında arttıkça arttı.

Bu yüzdendir ki camilerde Cuma namazlarından vaz geçilmedi. Ayasofya Cami açılışı bile siyasi amaçlara uygun olarak kitlesel namaz kılma ritüeline dönüştürüldüğü için salgın ülke genelinde yayıldıkça yayıldı. AKP mitinglerinde yığınlar meydanlara çağrılıp üzerlerine çay atılırken bile bulaş hiç ama hiç önemsenmedi.

Bu yüzden de alınan tedbirler gerçekten de ülkemizde şaka gibiydi. Ne işe yaradığını bile verilerle açıklamak olası değildi ama sonuç olarak yasaklar nedeniyle herkes çok ama çok rahatsızdı. Çünkü insanlarımız evlerine ekmek götüremez hale gelmişlerdi.

Bizim ülkemizde bu salgınla ilgili konuşacak yeterince bilim insanımız kuşkusuz vardı fakat iktidar onları hep ama hep felaketi çağıran kimseler olarak topluma gösterdi ve hatta birçoklarının üzerine gittiği gibi bu çevrelere yönelik baskılarını da iyice arttırdı. Görüldüğü gibi ülkemizde AKP ve saray iktidarı salgın yönetimi ve alınması gereken tedbirler konusunda iflas etmişken bile inadından vazgeçmediği gibi virüsle mücadele konusunda ne denli başarılı olunduğunu anlatan söylemlerinden de ne yazık ki vazgeçtiği yok.

Okullar açılıyor kapanıyor ama alınması gereken tedbirlere iş gelince iş orada tıkanıyor. Özel okulların sahibi Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk iş devlet okullarına gelince eli ne işe varıyor ne de çocuklarımızın ve eğitimcilerimizin sağlığını önemseyen adımlar atıyor. Yani iş genel gidişi ile sürü bağışıklığına varmış dayanmış durumda.

Kuşkusuz salgın bir gün kesinlikle sonlanacaktır ancak unutulmamalıdır ki bu işin sınıfsal ve politik yönünü ifade eden sağlıkta her konuda eşitliğin, fırsat eşitliğinin ve yurttaşlık haklarımızın iyi binmesi gerekir ki kapitalist iktidarların yalanlarıyla yeterince oyalandık daha da fazla oyalanmayalım ve insanı merkeze alan sosyalizm yolunda daha yürekli adımlar atma kapısını ardına kadar açıp sorumlulardan hesap sorabilelim yoksa o salgın biter yeni bir salgınla sınanırız.

Bu yüzden de çilemiz hiç mi hiç bitmez.