Yazan: Turgut Koçak 30 Mart 2021
1965 yılında yapılan seçimlerde Türkiye İşçi Partisi meclise 15 milletvekili soktu. TİP sonraki yıllarda meclis çalışmaları sırasında izlediği politika nedeniyle ülke genelinde yadsınamayacak kadar etkisinin arttığı herkesçe görüldü. Bu gelişmelerden ölümünden korkar gibi korkan emperyalistlerce işbirliği içinde olan iktidarların çevirmediği dolap kalmadı. Gerek meclis içinde gerekse meclis dışında bizzat iktidarlarca düzenlenen komplolarla TİP’liler dövüldüler, sövüldüler her türlü saldırıya uğradılar. Gençlik içinde hızla yayılan devrimci ve sosyalist görüşlerse egemenleri daha bir korkuttu. Bu yüzden TİP kendi içinden ve dışından büyük olumsuzluklarla mücadele etmek zorunda kaldı. TİP içindeki özellikle de Aybar takımının basiretsizliği yüzünden TİP’te işler iyice karman çorman oldu. Pasif ve parlamenter anlayış öne çıktı. Gençliğe yeterince umut verilmediği ve hatta gençlikten ve eylemliliğinden çekinildiği için izlenen politikalar nedeniyle gençlik parti dışına itildi.
Gençlik politik bir önderlikten yoksun olduğu için içerde ve dışarda pek çok küçük burjuva eğilimler gençliğe kolayca musallat oldu. Dolayısı ile TİP saflarından kopan gençlik kısa süre içinde kendi aralarında da bölünüp parçalanarak etkisizleşmeye başladı. Tam da böyle bir zamanda fırsat bu fırsat kaçırmamak gerekir düşüncesiyle Amerikancı işbirlikçiler ellerini ovuşturarak harekete geçtiler ve gençliğe karşı acımasız bir savaş başlattılar. Öyle ki bu ortam o dönemin gençliği açısından bakıldığında silahlı mücadeleden başka bir yolun kalmadığı savı hem de en iyi gençlik kadroları arasında yaygınlık kazandı. Üniversiteler basılıp gençlik önderleri katledildi. Harekete geçirilen dinci ve ülkücü çevreler de işin içine sokulunca ortalık bambaşka bir hal aldı.
Doğal olarak gençler çareler aramaya başladılar ve dış ülkelerde devrimcilerin böylesi durumlarda nasıl bir yol izlediklerine yoğunlaştılar. Bu yoğunlaşma iki önemli çizginin ortaya çıkmasını getirdi. Birisi kırları iktidarların yeterince denetleyemeyeceği düşüncesi diğeri de kırlarda mücadelenin zor olacağı büyük kentlerde eylemler konularak kolayca gizlenilebileceği düşüncesi gençler arasında önemli ölçüde benimsenmiş oldu. Birinci yolu yani kırları seçenler kendilerini THKO’lu olarak betimlerken ikincisi yani kentleri seçenler ise THKP-C’li olarak tanımladılar ve de kuramlarını ve eylemlerini de bu anlayış üzerinden yoğunlaştırdılar.
Tabi ki de her iki anlayışta kısa sürede devletin gücüyle karşı karşıya geldi. Halktan geleceği düşünülen destek ise gelmediği gibi aksine devrimcilerin avına kazanılacağı düşünülen çevreler polis ya da askerle birlikte çıktılar. O dönemde özellikle de 1971 Mart ayından sonra yoğun olarak tutuklamalar, gözaltılar, işkenceler, birbirini izledi.
Deniz Gezmiş’in arkadaşları ya katledildi ya da yakalandılar. Ağır işkenceler gördüler. Aynı dönemde Mahir Çayan ve arkadaşları ise bu karmaşık ve sıkışık dönemden kurtulmak ve de Deniz Gezmiş ve arkadaşlarıyla da dayanışmayı devam ettirebilmek için Karadeniz Dev-Genç’li arkadaşlarla ilişki kurup İstanbul’dan, Ankara üstünden bölgeye geçtiler. Sonrası Ünye’de bulunan İngiliz Hava Üssü’nde görevli askerleri kaçırarak Kızıldere’ye geçtiler.
Kızıldere’de yaşananlara baktığımız zaman asıl görülmesi gereken şey şudur. Emperyalizmin oyuncağı haline gelmiş olan işbirlikçi ve faşist anlayışta olan yöneticilerin devrimci hareketi yok etmek amacıyla giriştikleri bir katliamdı. O dönemde ülkenin en değerli ve kararlı devrimcileri yok edildi ve devrimci mücadeleye büyük bir darbe indirilmiş oldu.
Burada katledilenlerin yürekli birer devrimci olduklarını söylemek bir yana bu kimseler aynı zamanda da gençliğin öne çıkmış doğal liderleriydiler de. Devrimci kararlılık ve devrimciler arası dayanışma diyebiliriz ki örnekti. İşte böylesi bir sıçrama Türkiye topraklarından silinir ve alt edilirse gelecek kuşaklar açısından da bir örnek teşkil ederdi, kimseler de bir daha devrimcilik yapmak için yüreklenemezdi. Hesap buydu ama Türkiye’de egemenlerin hesapları diyebiliriz ki yine de tutmadı. Daha sonraki yıllarda yüz binlerce devrimci Kızıldere’de ve Nurhak’ta katledilen devrimcileri unutmadı. Onları her yerde andı, onları egemenlerin karşısına bir bayrak gibi dikmesini bildi.
Sözü edilen örgütlenme ve eylemlerin eleştirilecek yanı yok muydu diye soruyorsanız elbette ki vardı. Bu gerçeği her ne kadar etkili bir şekilde konuşamadık ve işi daha çok kahramanlık ve neredeyse ölümü kutsayan bir anlayışla dile getirenlerimiz olduysa da gerçek gerçekti. Kızıldere’de katledilenlerde, Nurhak’ta katledilenler de idam edilip hayattan koparılanlar da bizlerin en değerli yoldaşlarıydı.
Onları unutamayız. Asla asla unutamayız.
Mahir Çayan, Sabahattin Kurt, Nihat Yılmaz, Saffet Alp, Sinan Kazım Özüdoğru, Ertan Saruhan, Hüdai Arıkan, Ahmet Atasoy, Ömer Ayna ve Cihan Alptekin 30 Mart 1971 tarihinde katledildiler.
Ama onları bizler hiçbir zaman unutmadık.
Devrimci mücadele bağlamında farklı düşünüyor olsak da benzer yanımız o kadar çok ki ayrı düşündüğümüz şeylerden söz etmenin bile gereğini duymuyoruz ve onları yürekten anıyoruz.