KİME OY VERİLMEZ YA DA BOYKOT

Yazan: Turgut Koçak 22 Temmuz 2014

Cumhurbaşkanı seçmek için sandığa gitmek ya da boykot etmek gibi önümüzde iki seçenek var. Birinci seçenek sandığa gidip üç adaydan birine oy kullanmak, ikinci seçenekse hiçbirisine oy kullanmayıp seçimi boykot etmektir.

Hiç kuşku yok ki, sistemin bu denli adaletsizliği karşısında boykot etmek de ilericilerin, devrimcilerin, sosyalistlerin seçenekleri arasındadır. Yalnız bu seçenek öyle gelişigüzel başvurulacak bir seçenek değildir. Çünkü bu seçeneğin koşulları yoksa ve de bu seçeneği kullananlar ertesi gün gidip evlerinde oturacaklarsa bu seçenek döner tıpkı bumerang gibi bu seçeneği kullananları vurur. Bugün bu seçenekten söz edenlere baktığımız zaman; değil, sistem ile iktidar mücadelesine tutuşmak, seçimin meşruluğunu tartıştıracak kadar bile ne bir etkileri vardır ne de bu yönde çalışma organize edecek örgütlülükleri. Öyleyse bu seçeneği gündeme getirenlerin amacı üzüm yemek değil bağcı dövmekten ibarettir diye bu seçeneği savunanların niyetlerini özetleyebiliriz. Bir de uzun zamandır örgütsel ve ideolojik olarak gelişkin, gerçek bir sınıf örgütü olarak kendilerini kanıtlayamamış olan siyasi eğilimlerin en devrimci gözükerek zevahiri kurtarma çabalarından söz edebiliriz ki, bu halin ne bu tür örgütlerin kendilerine ne de geniş halk yığınlarının çıkarına sonuç değiştirecek bir etkisi de bir anlamı da yoktur. Özellikle boykot sorunu, tarihte sık sık devrimcilerin tartıştığı ve bu seçim üzerinden ayrıştığı bir olgu olmuştur. Boykotla ilgili görüşleri savunanlar zahmet edip işçi sınıfımızın yüce öğretmenlerinden Lenin’i bir kez daha okumalıdırlar. Bu gerçekler ışığında ilericilik, devrimcilik ve sosyalistlik adına boykotu savunmak olsa olsa çıkışsızlığı savunmak ve açmaza düşmek olur ki, Biz TSİP olarak bu yolu asla savunmuyoruz demiyoruz, yukarıda belirttiğim özet görüşlerden dolayı gereksiz buluyoruz.

Gelelim ikinci seçeneğe. Bu seçenek de üç ayrı seçenek olarak karşımıza çıkmaktadır.

Birinci seçenek; Çankaya yolunda Recep Tayyip Erdoğan’a oy vermektir. Bu seçeneğe oy verenler özet olarak Recep Tayyip Erdoğan’ın padişahlığı altında dinci gericiliğin ve sermayenin faşist diktatörlüğünü savunmak anlamına gelir ki, bugün değil ilericiler, devrimciler, sosyalistler burjuva demokratları da bu görüştedir. Hani görünen köy kılavuz istemez ama görünenlere bir kez daha işaret etmenin de bir zararı yoktur. AKP iktidarının 12 yıllık iktidarı döneminde geniş emekçi yığınları ezilmiş, sermaye güçleri ise vurgun talan, kayırma, yolsuzluk vb yöntemlerle palazlandırıldıkça palazlandırılmıştır. Bir avuç soyguncu çete ile geniş halk yığınları arasındaki uçurum büyüdükçe büyürken bir yandan da hoşnutsuzlukların AKP iktidarını sarsmaması için görülmemiş bir polis devleti organize edilmiştir. Bizler bu gerçeği en küçük bir hak arayışında bile iliğimize kemiğimize kadar yaşamaktayız. İşçilerin, emekçilerin ekonomik, demokratik, sosyal ve siyasal haklarını kullanmamaları için gerek yasal değişiklik gerekse fiili engelleme olağan haller olarak yaşamımızı zorlamaktadır. Ülke varlıkları özelleştirme adı altında yabancılara peşkeş çekilmiş, bankalar neredeyse bir bütün olarak yabancıların eline geçmiştir. Çalışma yaşamına sokulan taşeronlaşma çalışma yaşamını iyice bozarak kölelik sistemi derekesine indirmiştir. Rant vurgunları ile AKP ve Recep Tayyip Erdoğan ve çevresi görülmemiş zenginlikler elde etmişlerdir. Sözü geçen zenginliklere baktığımız zaman akıllara durgunluk verecek suç organizasyonları olarak karşımıza çıkmaktadır. İktidar her türlü yolsuzluğa yasal zemin hazırlamakla da kalmamış; yargıyı yukarıdan aşağı yeniden organize ederek iktidarın emri ile hareket edecek hale getirmiştir. Aynı iktidar oyların fazlasını almayı milli irade olarak görmüş, kalan oyların sahiplerini ise kendilerine hizmet ırgatları gibi görme alışkanlığını her an gündemde tutup politikalarını bu gerçeğe göre ayarlamıştır. Özgürlüklerin hiçe sayıldığı, yığınların her türlü ekonomik ve sosyal haklardan mahrum edildiği, hemen her konunun dinsel dayanaklarla topluma kabul ettirilmeye çalışıldığı bir rejimin eşiğine gelmiş dayanmış bulunmaktayız. Eğitim sistemi darma duman edilmiştir. İmam Hatip Okulları eğitimimizin neredeyse ana gövdesi konumuna getirilmiş, bu yönde atılan adımlar normal okulların birer birer İmam Hatip Okulları’na dönüşmesi için engellenemez girişimler başlatılmıştır.

Recep Tayyip Erdoğan’a göre kendilerinin dışında bütün politik oluşumlar gereksizdir. Nitekim en son olarak HDP’nin mecliste olmaması gerektiğini söyleyecek kadar ileri gitmiştir. Daha dün Hatay konuşmasında TSİP olarak mecliste Ekmeleddin İhsanoğlu’nu desteklediğimizi dile getiren basın açıklaması yaptığımız için tehditkar bir dil kullanarak muhalefet eden her politik gücün ezilmesi gerektiği yolunda iletiler vermekten en küçük bir çekince duymamıştır.

Recep Tayyip Erdoğan’a göre şehit düşen asker kelle, hakkını arayan çiftçi anasını da alıp gidecek kimse, polis tarafından öldürülen 14 yaşındaki Berkin Elvan terörist annesi ise yuhalanacak kadındır. Gezi gösterilerinde katledilen gençlerimiz için “polise emri ben verdim” diyecek kadar da haritası pusulası şaşmış birisidir Recep Tayyip Erdoğan. Yani sizin anlayacağınız karşıızda faşist değerlerin dışında bir tek değeri olmayan Recep Tayyip Erdoğan durmaktadır. O kişi ki, Irak’ın Amerikalılar tarafından işgal edilmesini canı gönülden savunan biri olup emperyalistlerin Irak’ta işlediği suçların suç ortağıdır. Emperyalistlerin Libya’da, Mısır’da, Bahreyn’de, Tunus’ta işledikleri suçun organizesini yapan emperyalist odakların hem Eşbaşkanı hem de eylemli suçlusudur. Ve nihayet Suriye’ye kurulan kumpasın ve yüz binlerce insanın hunharca katledilmesinin de bir numaralı adamıdır. El Nusra, El Kaide ve nihayet IŞİD’ın iflah olmaz destekçisidir. Suriye’de ve bugün Irak’ta işlenen cinayetlerin bile doğrudan sorumlusu konumundadır.

İşte bu yüzden Recep Tayyip Erdoğan’a oy verilemez. Bütün bu gerçeklere karşın oy verenler ise Recep Tayyip Erdoğan diktatör olsun, şeriat devleti kursun ve ilericilere, devrimcilere, sosyalistlere kısacası kendisi dışında herkese dünyayı zindan etsin diye oy verenlerdir. Dolayısı ile Recep Tayyip Erdoğan’a oy verilmemelidir. Recep Tayyip Erdoğan’ın kazanmasına yarayacak bir yöntem de sonuçta aynı kapıya çıkacaktır.

İkinci Seçenek; Selahattin Demirtaş’a gelince; seçimler sırasında yaptığı konuşmalarla sempatik bir görünüm sergilemesine karşın işin özü gereği oy verilemez. İşin özü şudur; Selahattin Demirtaş’ın Eşbaşkanı olduğu parti HDP kendisini inanç, etnik köken ve marjinallikler üzerinden ifade etmektedir. Bize göre kim ki, işçileri, emekçileri etnik kökenlerine ve inançlarına göre böler parçalar karşı devrimcidir. İşin içine bir de marjinallikler sokulursa dün sosyalist sol’un çöpe attığı şeylerin sol çöplükten alınıp yeniden hangi inançtan ve hangi etnik kökenden olursa olsun geniş halk yığınlarının önüne konulmaya kalkışılırsa bilinmelidir ki, bu hareket liberalizm adına emekçilerin sahasında at koşturmaktır ve de sol’a ve sosyalist sol’a karşı tasfiye hareketidir. Ayrıca “çözüm süreci” adına yukarıda özelliklerini saydığımız AKP iktidarı ve Recep Tayyip Erdoğan’la yürütülen çalışmalar; Kürt, Türk hangi etnik kökenden ve inançtan olursa olsun geniş emekçi yığınlarının hiçe sayılmasıdır ki, bu politikayı özenle sürdürenlere de oy verilemez. Bugün HDP bileşenlerinin içinde yer alan ve de kendilerine sosyalistim diyen yapıların hemen tamamı da sosyalizm adına çuvallamış durumdadırlar. İmralı’dan gelen sese göre Diyarbakır’da Kutlu Doğum Haftası kutlamaya koşanlar, Hayırlı Cuma toplantıları düzenleyenler, Molla ve mellelerle toplum yaşamına Medine anlaşması ile yön vermeye kalkanlara yol açanlara da oy verilemez. Diyarbakır’da ABD ile birlikte iftar sofrası hazırlayıp, tepki gösterildiğinde de hemen valiye koşarak şikayette bulunan bir anlayışı savunanlara da oy verilemez. Yoksa ilke ve değerleri olan, kendisini sol ve sosyalist tarafta konumlandıran, Kürt kimlikli de olsa politik bir hareket içinde yer alan kimsiye niçin oy verilmesin ki? Son olarak bizler Selahattin Demirtaş’a oy vermiyorsak siyaseten her konuda uzak düştüğümüz için oy vermiyoruz. Yoksa Olay Sadece Selahattin Demirtaş olsa bizim de oy vermememiz için bir neden yoktur.

Son olarak geriye Ekmeleddin İhsanoğlu kalmıştır. Adı ilk geçtiğinde hemen solun her renginden Ekmeleddin İhsanoğlu ile Recep Tayyip Erdoğan’ın birer gerici olduğu, iki gericiden birini seçmek zorunda değiliz gibisinden tepkiler geldi. Söylüyoruz, herkes toptancı görüşleri bir yana bırakmalıdır. Mevcut adayların içinde diğer iki adaydan hiç birisi Recep Tayyip Erdoğan’la aynı özelliklere sahip olamaz. Dolayısı ile Ekmeleddin İhsanoğlu ne çalan çırpan biri ne otorite hastası ne de IŞİD’çı. El Kaideci, El Nusra’cı terör örgütlerine benzer bir inanç sahibidir. Karşı karşıya kaldığımız seçenek öyle belirsiz falan değil çok açıktır. Faşizm mi kısıtlı da olsa burjuva demokrasisi mi seçenegi ile karşı karşıya olduğumuz şu aşamada TSİP olarak biz diyoruz ki, faşizme hayır, bağımsızlık-Demokrasi-Sosyalizm yolunda mücadele için Recep Tayyip Erdoğan yenilgiye uğratılmalıdır

Bu yüzden de oyumuz Ekmeleddin İhsanoğlu’nadır.

Ha başkaları gibi her gün devrim yapan bir parti de değiliz.

TSİP olarak bütün burjuva ideolojilerinden de örgütlerinden de bağımsız, sapına kadar Leninist bir partiyiz.

Günü geldiğinde de cephe kiminle kurulurmuş, nasıl işlermiş onu da dost düşman herkese göstereceğiz.

Biz yazdık, şimdi sıra bizi eleştirenlerde, buyurun gerekçenizi siz de yazın görelim.

Dimitrov’u haklı çıkaran tarihsel olay ve olgular görelim ki, bizi mi haklı çıkacağız yoksa sizleri mi?