Yazan: Turgut Koçak 9 Ekim 2015
Bir ülkenin çivisi ancak bu kadar çıkarılabilir. AKP iktidarı ile birlikte başlayan şeyh, emir ve kral sevdası Katar Emir ve zenginlerine karşı derin bir muhabbete dönüştü. Ülke varlıkları birer ikişer bu haramzade sürüsüne satılmakla kalmadı, onlarla birlikte bal tutan en tepedeki AKP yöneticileri ve Recep Tayyip Erdoğan parmağını yaladı. Bu denli dünya servetini birlikte paylaşanlar elbette ki bölgemizde emperyal güçler ve onların piyonları tarafından uygulanan zulmün de ortağı olacaklardı öyle de oldu. Bölgede uygulanan zulümde de Katar’la AKP iktidarı ve Recep Tayyip Erdoğan birlikte davrandılar.
İstanbul rantı bir hayli yüksek olan dünya kentlerinden birisi. Bu yüzden de İstanbul’un en güzel semtlerinde en güzel yerler Katar haramzadelerine ayrıldı. Katarlılarla AKP’nin önemli kişileri birlikte şirketler kurdular. Ya da ne bileyim Katar Emirleri ve haramzadeleri İstanbul’a her geldiklerinde bir şirket satın alarak vurgunun ve talanın içine kapağı atıverdiler. Reza Zarrab bunlarla iş tuttu. Uçaklar Katar’a altın götürüp altın getirdi. Gümrük memurlarının tespit ettiği taş denilen şey altın çıktı, tutanakları tutuldu, sonra bu altınlar Katar’a uçtu hem de eksik olarak. Üstelik de taş olduğu iddia edilen altınların teslim adresi de İstanbul’da bir şirketin adresiydi.
Sizin Katarlılar dediğiniz kimseler sözü eğip bükmeye gerek yok düpedüz haramzade sürüsü. Petrolden elde ettikleri 50 milyar dolar gibi bir servetle Emir’i, şeyhi velhasıl bir avuç zengininin yemediği halt yok. Bunlar savaşları destekliyor. Bunlar terör örgütlerine para yağdırıyor. Dolayısı ile de Suriye’deki terör örgütlerinin bunlar AKP ile birlikte finansörlüğünü yapanlar. Yani sizin anlayacağınız AKP iktidarı ve Recep Tayyip Erdoğan’ın elinde koskoca Türkiye akıl almaz oyunların içine atılmış. Böylece dünyalık vurarak semiren AKP’liler sözüm ona ülkemizde partilerin demokrasinin vazgeçilmez unsuru olduğu söylenir ya AKP de böyle bir parti olarak iktidar oldu ve seçimlerde halkın oyunu alıp 13 yıldır ensemizde boza pişirdi. Halkın iradesinden söz edip yerine göre halk dalkavukluğu yaparak göz boyadı onların oylarına kondu.
Dedik ya bunların döneminde ülke yağma Hasan’ın böreği gibi yağmalandı. İşte bu yağmalama sonucunda DigiTürk’te Katar’a satıldı. Şimdi bu şirket aracılığı ile ülkemizde medyanın soluğu kesilmek isteniyor. Neymiş efendim? Savcılıktan bir görüş istenmişmiş de bu görüşe göre de DigiTürk birçok televizyon kanalının aboneliğini iptal ederek yayınlarından kaldırmış. Şaka gibi diyeceğiz ama değil, bilinçli olarak yapılmış bir iş. Tabi bu konuda karar veren savcının da sorunlu olmadığı söylenemez. Yani gördüğünüz gibi bundan böyle bizim ülkemizde basın özgürlüğü Katar gibi insan hak ve özgürlüğünü hiçe sayan, çağ dışı anlayışların savunucularının işine kalmış durumda diyeceğiz ama diyemiyoruz. Çünkü böyle bir karar da doğrudan Recep Tayyip Erdoğan’ın ve AKP iktidarının iradesinin olmadığı düşünülemez. Adamlar TRT’yi zaptı rapt altına aldılar. TRT bilmem kaç kanalıyla RTE’ye dönüştürüldü. Gece gündüz TRT’den RTE’ye dönüştürüldüğü için Recep Tayyip Erdoğan’ı izlemek zorunda kalıyoruz. DigiTürk’te abonelerine bundan böyle AKP ve Recep Tayyip yanlısı olmayan yayınları yayından kaldırdığına ve kaldırmaya devam edeceğine göre siz bu ülkede basın özgürlüğü olduğunu söyleyebilir misiniz?
Gerçekten de yaşadıklarımızı nereye koyacağımızı bilemiyoruz. İyice zıvanadan çıkan bir iktidar istediği gibi davranıyor. Recep Tayyip Erdoğan’ın her dediği, her görüşü sanılıyor ki kanundur. Birileri durumdan vazife çıkarıp basının canına okuyor. Yaptırımlar az mı geldi bu kez de sokağa salınan örgütlenmiş çeteler tarafından gazetecilerin canına kast edilip gazeteciler dövülüyor. Ahmet Hakan’a yapılan saldırı tam da böyle bir saldırıdır. İşte bu yüzden artık ülkemizde sonuç alıcı mücadelelere girişmek gerekiyor. Elbette faşist ve dinci gericiliğe karşı mücadele salt seçimler yolu ile kazanılamaz. Doğal olarak toplumsal duyarlılığı örgütleyenler kendilerini her alanda ifade ederek de faşizme karşı mücadele edebilir, etmek zorundadır.
Seçimlere giren Komünist Parti bir bildirge yayınlamış ve bu konuya işaret eden görüşler ileri sürmüş. Bazı sosyalist yapıları da CHP’ye oy verdikleri ve hatta seçim yolu ile faşizmin yenilemeyeceğini söyleyerek eleştirmiş. Bu bildiriyi bir bütün olarak ele aldık ve gördük ki, yazılanlar sadece ve sadece söz yolu ile solculuk yapmaktan öte giden şeyler değil. “Faşizm mi geliyor? Başlığı altında sorular sorulup faşizmin seçimlerle de CHP ile de yenilemeyeceğini içine HDP’yi de katarak anlatmaya çalışmışlar. Bu durumda demek oluyor ki, faşizm ya eylemli halk hareketi ile ya da ne bileyim Komünist Partisi’nin yöntemi neyse onunla yenilecektir deniliyor olsa gerek. Ancak bugüne kadar Yurtsever Cephe ile başlayan Sol Cephe ile yol alıp söylediklerinin arkasını getiremediği için politik bir boşluğa düşen TKP laf olsun diye mi bölünmüştür? Üstelik 7 Haziran seçimlerinde 13 bin oy alan KP aradan 5 ay geçtikten sonra hangi sıçramayı yapmıştır da bu seçimlere girmekte? Yoksa kendisine akacak oylarla mı faşizmi yıkacağını düşlemektedir?
Bildirin sonucu bir hayli ilginç:
“Biz komünistiz. Ve paranın saltanatını yıkacağız.
10 Eylül 1920’de kurulan Türkiye Komünist Partisi’nin 95. yılında, seçimlere giriyoruz.
Ve diyoruz ki, “Biz seçimimizi yaptık.”
Siz de yapın, meclise sokulacak yalandan vekilleri değil Komünist Parti örgütlerinin tüm ülkeye yayılan örgütlenmesini seçin.
İnanın; insanlığa, gelecek güzel günlere, iyiliğe: Sosyalizme!”
Bu sözler ne oluyor sizce? Bir komünist partisinin ülke genelinde örgütlenmesi için seçimler mi beklenir? Ya da şöyle diyelim, bunca ajitasyonu örgütleriniz kaldıramadığında ya da söylediklerinizi yerine getiremediğinizde üye ve sempatizanlarınıza çıkıp ne diyeceksiniz? Yoksa yeni bir bölünmeyle mi isteklere yanıt verip işin içinden çıkmaya çalışacaksınız?
Şimdi gelelim 1 Kasım’da CHP’ye oy verilince faşizmin durdurulup durdurulamayacağına. Bir kez, TSİP olarak seçimleri her şeyin ilacı olarak hiçbir zaman görmüş bir parti değiliz. Somut durumun somut analizini yaptık ve diyoruz ki, seçimler de faşist ve dinci gericilikle mücadele yöntemlerinden biridir. Gelinen noktada CHP’nin dışında hiçbir parti ülkenin burjuva anlamda demokratikleşmesi için bir özne konumunda değildir. Eğer faşizme karşı bir cepheden söz ediyorsak ki devrim cephesinden falan söz ettiğimiz yoktur.
Faşizme karşı cephenin içinde CHP’nin olmaması düşünülemez.
İşte bu yüzden; TSİP olarak burada bir sürü gerekçemizden söz etmemekle birlikte CHP’yi desteklememizin de nedeni budur.
Ne demişler kuram ağacı gri, hayat ağacı yeşildir.