Yazan: Turgut Koçak 15 Mart 2020
Neye gereksiniminiz olsa ateş pahası. Bir şey alacaksınız bir dükkanın kapısından içeri giriyorsunuz bakıyorsunuz ki bir gün önce aldığınız bir şeyi aynı fiyata alamıyorsunuz. İster istemez tepeniz atıyor ve giydirmeye başlıyorsunuz.
Fakat o da ne? Yanı başınızda bitmiş olan dükkan sahibi de size katılıp sizinle birlikte verip veriştiriyor, işleri bu hale getirenlere. Biraz içiniz soğusa da sonuçta kazıklandığınızı düşünerek ve de cepleriniz boşalarak dükkandan çıkan siz oluyorsunuz.
Sonra kendinize dönüp soruyorsunuz; “Ya bu nasıl iştir, herkes iktidardan yakınıyor ama kimse de bu iktidarı göndermek için kılını kıpırdatmıyor” diye.
Öfkeden tepenizin dumanı çıkarak ve de çatacak yer arayarak gideceğiniz yere öfke içinde içiniz kavrula savrula gidiyorsunuz. Öyle yorulmuşsunuz ki kendinizi bir koltuğa öylece bırakıveriyorsunuz. Ama bu rahatlık uzun sürmüyor. Sanki iğneli fıçıya oturmuş gibi yerinizden kalkıp başlıyorsunuz evinizin veya işyerinizin içinde dolaşmaya. Yok vallahi de billahi de yok. Rahatlamak olası değil. Biri karşınıza çıksa ve size dik dik konuşsa kesin katil olursunuz. İçinizden hemen aman aman çekip bir başka köşeden bir başka köşeye gidip geliyorsunuz. Ama öfkeniz dineceğe benzemiyor. Bir neden bulup birini bir benzetseniz belki içiniz soğuyacak ama ortalıkta benzetilecek kimse de yok ki. Herkes benzetilecek başkalarını arıyor.
Sonra diyorsunuz ki yahu nasıl olur, durup dururken biri benzetilir mi? Benzetilir efendim diyerek kuzu ile kurt hikayesini anımsıyorsunuz ama benim buna benzer bir sürü yaşamışlığım var diyerek başlıyorsunuz dağarcığınızı karıştırmaya.
Ali Ünsel benim Yenişehir Sağlık Koleji’nden arkadaşım. O Çevre Sağlığı bölümündeydi bende Radyoloji ama ikimizde sıkı solcu olduğumuz için arkadaştık. Okulun bitirme sınavlarında okul müdürü Hastalıklar Bilgisi dersinden geçememem için elinden geleni yapmış, benimle sınava girenlerden çok daha iyi olduğum halde beni bu okuldan mezun etmeyeceğini söyleyerek diğer sınav kurulunda yer alan daha çok doktorlardan oluşan kurul üyelerini de baskılayıp “çık dışarı, ben sana mezun olamazsın demiştim” diyerek beni dışarı çıkarmıştı. Ali’nin durumu da benim gibiydi. Onu da bırakmışlardı. Sınavlar bitmiş, bitirenler Sağlık Bakanlığı’nda kuralarını çekerek yerlerine gitmişler biz ise ortalıkta kalakalmıştık. Ne diyecektik anamıza, babamıza…
Ali hemen bir yol buldu. Birlikte Antalya’ya gidelim, pamuk sular para kazanırız eylüle de gelir sınava gireriz dedi. Böylece Antalya’ya gittik. Aksu/Boztepe’de pamuk sulama işini Ali ayarladı. Birlikte başladık pamuk sulamaya. Bilemiyorum, suladığımız tarla 100 dönümü geçmişti işin sonlarındaydık ama bir türlü suları zapt edip kalan 10 dönüm kadar yeri sulayamıyorduk. Tarla sahibinin büyük oğlu da gelmiş, sulayıp bitirmemiz için bize durmadan dil döküyordu ama biz Aksu’dan ayrılan kanaletlerden sifonları çoktan çekmiş öylece oturuyorduk. İster suladığımız yerin parasını versinler ister vermesinler derdimiz bile değildi. Tarla sahibinin oğluyla ben hiç konuşmuyorum sadece Ali konuşuyor. Ali de o ne derse “hayır” diyor. O birlikte şu kalan yeri bitirelim paranızı da alın gidin derken Ali birden bire sözü değiştiriyor ve diyor ki Demirel’in ben…….bilmem ne ne…. Şaşırdım, durup dururken Demirel’e de küfretmek neyin nesiydi diye geçirdim içimden. Ali bir dakika gelsene dedim, birlikte beş on adım uzaklaştık, “Ali bu da ne şimdi” deyince; “kalan kısmı sulamayacağız değil mi?” “Evet, sulamayacağız” dedim. “Eee dedi madem sulamayacağız bende sulamamak için bahane uyduruyorum” demez mi” başladım gülmeye… Sonra birlikte döndük, dedim ki tarla sahibinin oğluna; “ister suladığımız yerin parasını verin, isterseniz vermeyin biz bırakıyoruz. Gıcır gıcır elbiselerimizi giyindik ve yeniden birer okul öğrencisi olup çıktık. Tarla sahibinin oğlu da bizi arabasına bindirdi, doğru Boztepe’ye getirip evlerine bıraktı. Paramızı vermeyeceklerdi ama evin annesi bizi çok sevdiği için kocasını öyle bir paraladı ki adam sulamadığımız yerin bile parasını vermek zorunda kaldı.
İşte böyle, eğer birine patlayacaksanız nedenini bulmak zor değildir. Bunları anlatmamın nedeni partiye Tahsin Çetin kardeşimiz gelmişti. Bana dedi ki “bildiğin bir yer varsa gidip bana yazlık bir pantolon alalım.” Böyle bir yer vardı. Ben buradan 4 pantolon almış hepsinden de memnun kalmıştım. Geçip giderken o pantolonların etiketlerini görüyordum. Ben 49 liraya almıştım ama şimdiki etiketleri 79 lira yazıyordu. Meğer benim aldığım pantolonlar değilmiş onlar. İçeri girdik fiyatları 100 lira olmuş. Yakında da 120 lira olacakmış. Bu nasıl olur diyecek oldum. Mağazanın delikanlı satıcısı bana döndü dedi ki ya abi bizim ne çektiğimizi biliyor musun, bu dinci imancı iktidar bizim anamızı ağlattı anamızı. Sonra başladı ne menem işlerin döndüğünü anlatmaya. Bu Corona virüs dolayısı ile 4 kuruşa mal olan maskelerin adreslerini de vererek nasıl yüz katı beş yüz katı fiyatlara çıktığını anlattı. Bu dinci, imancı kesimlerin de kapitalistliği bir başka oluyor ha demez mi?
“Nasıl yani dedim?
Nasıl olacak adamlarda ahlak yok, vicdan yok, havadan kazandıkları paranın haddi hesabı belli değil. Bizler de bu işlerin ceremesini çekiyoruz demez mi? Karşılıklı biraz konuştuk. Pantolonu alıp çıktık.
Geri gelirken içimde garip bir duygu vardı.
Yahu dedim kendi kendime rastladığımız insanlar bizden daha çok bunlara karşılar, üstelik de kapitalizm mapitalizm de diyorlar.
Biz niye bunların icabına bakamıyoruz diyerek söylene söylene partiye geldim iyi mi?