Yazan: Turgut Koçak 31 Ekim 2020
Bilimcilerimiz sürekli uyardılar. Ülkemizin deprem kuşağında olduğu gerçeği hemen herkesin habersiz olduğu bir konu olmamasına karşın bu denli vurdumduymaz davranılmasının kesinlikle sorgulanması gerekir.
Dünkü toz bulutu ortasında kalan yerleri görür görmez anladım ki Bayraklı’nın alt taraflarında büyük bir yıkımla karşı karşıyayız.
Sonra görüntülere yeniden yeniden baktığım da daha yüksek pek çok yapı ayakta iken nasıl olmuştu da bazı yapılar çöküverip tuzla buz olmuştu? Bunun nedenini anlamak için ne jeoloji mühendisi ne de jeofizik mühendisi olmak gerekmez. Gerekmez çünkü bugün sıradan insanlar bile yıkımın nedenleri arasında yapı için seçiler yer ve yapının sağlamlığına göre yıkım olup olmayacağı da bilinir.
Depremin etkili olduğu bölgeye baktığımız zaman o kısmın sıvılaşmaya en uygun yer olduğunu yaşları 50’nin üstünde olan bütün İzmirliler bilir. Çünkü sözü edilen yıkımın gerçekleştiği yerler daha düne kadar birçok yeri bataklık olan yerlerdi ki bugün ıslah edilip yapılaşmış olması o bölgenin gerçeğini hiç mi hiç değiştirmez. Demek oluyor ki buralarda yapıların sağlamlığını düşünsek bile yine de yapıların nereye yapıldığını aklımızdan çıkarmamalıyız. Kaldı ki bu konuda düşüncelerini aktaran bilimcilerin söylediklerine bakılırsa sağlam yapının sağlamlığı da yetmeye bilir. Bu yapıları yıkılmaz kılacak bir gerçek de dibe doğru kaç metre inildiği ve binanın altında oturulan daireler değil de kaç tane bodrum olması gerektiği de dikkate alınmalıdır.
Gerçi kent kuruluşunu dikkate alanlar yerleşim yerlerinin de nerelere yapılacağının planını yapmak zorundadırlar ama tarih boyunca deprem olmuş bir kent olan İzmir’de bile bütün bunların hesap edilmemiş ve kentin gelişi güzel yerleşmiş olması da yaşanan felaketin boyutlarını kat kat arttırmaktadır.
İzmir depremi bize bir başka gerçeği de göstermiş bulunmaktadır. Gerçi depremde ilk yıkılan binalar arasında kamu binaları yer aldığı için olsa bile ne işe yarar dedirten bir durum var ortada. Yine de depremle birlikte insanlarımızın hemen çadırlara yerleştirilmesi akla geliyor da daha az insanımızın açıkta kaldığı olası durumlarda insanlarımızın salt böyle durumlar için kullanılacak binaların hazır bekletilmesi gerektiği niyeyse kimsenin aklına gelmiyor.
Deprem ne zaman olur bilemeyiz ki. Kışın en soğuk günlerinde de olabilir yazın sıcağında da. Bu yüzden de çadır gerçeği gerekmediği sürece ikinci planda düşünülmeli ve bu gerçeğe uygun yapılar yapılarak insanlarımız sokakta bırakılmadan buralara yerleştirilmelidir.
Bence bazı ağır suçlar vardır ki bu suçlar insanlık suçu olarak nitelendirilir. Şehircilik konusunun da savsaklanması, ya da para kazanılacak bir kazanç alanı olarak düşünülüp yapıların sağlamlığı üzerinde titizlenilmemesi ve gerektiği gibi kontrollerinin yapılmaması da suçlar kapsamına alınmalı ve bu konuda şu ya da bu şekilde payı olan herkes işledikleri suçun bedelini ödemelidir. Bugün kentlerimizin çoğu milyonluk kentler durumundadır. Bu yüzden de Örneğin İzmir’in kent ve yapı sorununu çözmek sadece belediye üzerinden yerine getirilmesi gerek bir görev olarak düşünülmemeli merkezi iktidar, o kentte hangi parti belediye başkanlığını kazanmış kesinlikle bir ayrım yapmak gibi bir yola germemelidir, girerse de bunun bir yaptırımı kesinlikle olmalıdır.
İzmir’de göçük altında seslerini duyduğumuz çocuklarımızın ve her yurttaşımızın seslerini duyduğumuzda gözyaşımızı tutamadığımız elbette bir insanlık halidir fakat bu durumdan önce üzerimize düşen görevi yerine getirmek de her şeyden çok daha önemlidir.
Önemlidir çünkü 15 – 16 yaşında çocuklarımızın o güzel sesine ve Buse kızımızın göçüğün altında bile yaşam sevincini ifade eden “kedi sesi çıkarırım” diyerek yaşama bağlılığı karşısında hiçbir şeyin değeri yoktur anladınız mı hiçbir şeyin…