İSTİFA ET DEMEK SUÇ MU?

Yazan: Turgut Koçak 8 Şubat 2021

Bu ülke neler gördü neler. Gördüğü onca şeyden ise hiç ders alınmadığı anlaşılıyor ki gelip ta bugünlere kadar dayandık. 12 Eylül faşizminin akıl hocası Turgut Özal daha sonra da 12 Eylül ruhunu kendi partisinin iktidarı döneminde de maşallahı var aksatmadan devam ettirdi. Cemaatler, tarikatlar, dini vakıf ve dernekler palazlandıkça palazlandılar. Para balarının ve onlarla işbirliği yapan uluslararası sermaye güçlerinin keyfi yerindeydi, zenginleştikçe zenginleştiler. Ortalık liboş kaynıyordu, bu sömürü ve zulme bu yüzden kimsenin sesi bile çıkmadı.

Geçmişte adı solcuya çıkmış kimselerin arasında bile bu küp adamı seven sayan onun hareketlerine bayılanlar bile vardı. Orta direk orta direk diye halkı köyneğine kadar soyan tüccar kısmı ise bu adamdan memnunluk ne söz, ona tapar gibi onu sever olmuşlardı. Bir tek çalışanlar mutsuzdu, işçiler, emekçiler, köylüler, memurlar soygun yükünün ağırlığı altında ezildikçe eziliyorlardı. Ama ne gam, kısa donla ordudan birlik denetlemesi bile Turgut Özal hakkında olumsuz düşünceleri olumlu hale getirip çıkıyordu. Bazıları onun bu tavrını 12 Eylül darbesini yapmış generallere had bildirmek olarak bile görüyorlardı ki yeme de yanında yat. Memlekette demokrasi yoktu ama efil efil estiği sanılan bir demokrasi rüzgârıyla herkes mest olup çıkıyordu. Seçim barajları, alınacak üçte bir oyla meclisin üçte ikisini ele geçirmek bir hüner olarak yürürlükteydi.

Her şey kitabına uydurulup bir güzel uygulanıyordu. Özgürlükler yoktu, yazanların çizenlerin görüşleri dergilerde ancak poşetlere sokularak yer bulabiliyordu. YÖK gelmiş, üniversitelerse üniversite olmaktan çıkarılıp birer kof liseye çevrilmişti.

Haliyle geçmişin izinden yürüyenlerin biri ayağını kaldırmış bir yenisi basmıştı. Bir de baktık gördük ki 10’luk baraj yüzünden AKP’de iktidara gelip meclisin üçte ikisini ele geçirmişti bile. AKP bu güçle bir sürü çevreyle birlikte yürüdü, birlikte ıslandı. Kimisi ayrıldı kimisiyle de iktidarı paylaşamamak yüzünden uzlaşmazlığa düşülerek yollar ayrıldı. Ama bir kez AKP ve saray iktidarı gücün tadını almıştı. Gücün verdiği rahatlıkla ne isterse onu yapabiliyordu. Adım adım ülkede ne hukuk kaldı ne adalet ne de sosyal devlet anlayışı. Her şey satıldı, savruldu, yenildi içildi birileri de Karun kadar zengin olup çıktı. AKP kendi zenginini yetiştirdi. Artık muslukların hepsi AKP’nin zenginine damlıyordu. Başkalarına ne iş vardı ne de para, deyim yerindeyse o kesimlere bir damla bile akıtılmıyordu.

Güç bu ya, derler ki herkesi zehirler. Recep Tayyip Erdoğan da da güç nasıl şekle şemale büründüyse anlamadık, kim kendisini eleştirirse kendini mahkeme önünde buldu. Cezalar alan sayısız yurttaşlar oldu.

Sonra Boğaziçi Üniversitesi’nde yaşananlarla ilgili konuşmalarda Erdoğan ses yükseltti. Terörist dedi olmadı, hain dedi olmadı. Soros’un çocukları suçlamasını bile yaptı. Ama tarihin belleği unutmaz, geçmişte soroscularla boy boy resimler çektirip bir araya gelen kimlerdi biliniyor. Sonra da demez mi “Korkmasalar Cumhurbaşkanı istifa etsin diyecekler”.

Eh demokrasinin işlediği bir ülkede hangi makamda olursa olsun istifa et denilebilir ama bizim ülkemizde denilemezmiş. Niye? Çünkü ortada yürek çatlatacak bir korku söz konusu. Şimdi soruyorum bir ülke yurttaşı niye durup dururken korkutulur ki değil mi? Hem Recep Tayyip Erdoğan’a ‘istifa et’ denilirse bunda ne var ki de insanlar korkup da bu isteklerini dile getirmesinler? Kuşkusuz olağan koşullarda da faşizm koşullarında da korkanlar olacaktır. Ancak korkmayanlar da olacak ve istifa isteğinde bulunacaklardır. Suç mu derseniz demokrasinin işlediği hiçbir ülkede böyle bir suç söz konusu değildir ama demokrasiyi içselleştirmemiş ve iktidarda ne pahasına olursa olsun kalmak isteyenlerin nezdinde demek ki suç sayılıyor ki Erdoğan’da bu sözleri söyleyebiliyor.

Gerçekten demokratik bir ülkede eleştiri yapılırmış da hatta yöneticiler kendi eksikliklerini görmek için toplumu eleştiriye teşvik ederlermiş de falan filan demeye hiç gerek yok. Hani düşünüyorum da sahi biz bu sözleri niye ve kime söylüyoruz? Yöneticilerde hiçbir etkisi olmayan bu sözleri çiziktirip de niye yoruyoruz ki kendimizi değil mi?

Gerçekten de kimseyle ama kimseyle hukuk mukuk tartışmamızın da gereği yok. Düşünün ki ülkenin Cumhurbaşkanı çıkmış en basit hukuk kuralı suçun şahsiliği konusunu bile birbirine karıştırarak Osman Kavala’nın eşi Ayşe Buğra’ya neler söylüyor öyle, hiç anlamak mümkün mü? Neymiş Ayşe Buğra da tıpkı kocası Osman Kavala gibi Soroscuymuş. Buyurun bu edilen sözü kaya sayıp nerenize dayarsanız dayayın eğer dayayabilirseniz. İş geziye götürülüyor ve suçlama Gezi üzerinden sürdürülüyor. Ne güzel değil mi? Böyle bir yaklaşımla hem Gezi gösterilerine bir kulp bulunmuş hem de Boğaziçi Üniversitesi’ndeki iktidarın tutumuna bir gerekçe oluşturulmuş oluyor.

İyi, bütün bunlar iyi de bu kafada olanlar nasıl bir anayasa hazırlama peşindeler ve bundan böyle seçim kazanarak iktidarlarını sürdürmek isterlerse ülkeyi nasıl yönetmek peşindeler anlaşılmıyor mu?

Madem anlaşılıyor, bizler de sizin hiçbir söylediğinizi dikkate almayız olur biter…