İSPİYONCULUĞUN YÜKSELİŞİ

Yazan: Turgut Koçak 31 Temmuz 2013

Sovyetler Birliği’nin önce atom sonra da hidrojen bombasını yapması, Amerika’daki korkuyu toplumsal bir hastalık derecesine çıkardı. Bu ortam, ABD’nin Orta Batı bölgelerinden gelen tutucu bir taşra politikacısı olan Joseph Raymond McCarthy’nin öne çıkmasını sağladı. İşe yaramaz bir avukat olan McCarthy bütün benzerleri gibi, yükselme yolları aramı, bu nedenle önce Demokrat Parti’ye yanaşmışsa da sonradan Cumhuriyetçi Partiye katılmıştı. Rakibini her türlü kirli oyunlarla alt eden McCarthy, askerliğini deniz piyadesi olarak yapmış, şavaşa girmediği halde elinde silahlarla poz verdiği fotoğraflarla seçim kampanyası yürütmüştü. Ahlaksızlığı ve acımasızlığı ile bilinen bu McCarthy 1946’da Senato’ya seçildi. McCarthy Amerikan halkının kafasını karıştırmış, 1950 yılından sonra Cumhuriyetçi Parti içerisindeki etkinliğini artırmak için harekete geçen McCarthy, komünizm karşıtlığı ile ün saldı. Elinde, “Dışişleri Bakanlığında yuvalanmış 205 komünisti içeren bir liste” olduğunu iddia edecek, daha sonra bunların 57 kişi olduğunu söyleyecekti. Sıkıştırılınca da, tek bir kişi bile gösteremeyecek; ama John Hopkins Üniversitesi’nde Uzak Doğu uzmanı olan Owen Lattimore’un Dışişleri Bakanlığı’ndaki casus teşkilatının başı olduğunu öne sürmekten de geri kalmayacaktı! FBI bu konuda hiçbir delil getiremeyecek ve Senato’nun özel bir komitesi Lattimore’u aklayacaktı. Daha sonra da McCarthy, ABD’nin BM temsilcisini ve bazı senatörleri, komünistlerle bağlantı kurmakla; II. Dünya Savaşı’nın politikaya atılan generalleri Marshall ve Eisenhower’ı da “komünistlere karşı mücadelede etkin olmamakla” suçlayacaktı. Bu yanıyla McCarthy tam da faşistlerin yöntemini kullanıyordu. 1954’ün ilk aylarında, McCarthy’nin çirkin yüzü televizyon programlarında ulusal kanallarda yayınlanacak; ama o atı alan Üsküdar’ı geçmiş olacaktı. Çünkü Amerikan halkının %50si McCrthy’yi desteklemeye başlamış %21 ise kararsız hale gelmişti McCarthy’in bu kadar pervasız davranmasının hiç kuşku yok ki desteği vardı.

Cumhuriyetçi Parti bu ahlaksız zatı destekliyordu. Bu nedenle 1950 Kongre Seçimleri’nde, sonra da 1952 Başkanlık Seçimleri’nde, demokratlara karşı başarıyla kullandılar. McCarthy, Roosevelt ve Truman’ın yönetimleri sırasında ABD hükümetinin komünist yuvalarıyla dolduğunu, demokratların bu konuda en azından ihmalle suçlu olduklarını ileri sürdü; ama 1952′de Cumhuriyetçiler iktidara gelince, tek bir komünist bile bulamadılar. Diğer yandan seçim kazanıldıktan sonra, bunun hiçbir önemi kalmamıştı, yani en azından o dönemde kimse hesap sormadı; sonra da zaten konu gündemden düştü. Wisconsinli demagogun ikinci desteği ise, FBI’ın şefi Hoover idi. II. Dünya Savaşı’ndan hemen, sonra kadroları iki misli artırılan bu örgüt, sol ve liberal düşünceli herkesi sindirmek için McCarthy’yi kullandı. Hoover’ın yardımcısı William Sullivan yıllar sonra McCarth’ye bütün “sözde bilgileri” ve ipuçlarını kendilerinin verdiğini açıklayacaktı. Diğer yandan, şunu ifade etmek gerekir ki, hem 1952’de biraz da onun sayesinde başkanlığa seçilen Eisenhower, hem de Hoover bir süre sonra onun büyük densizliklerinden sıkıldılar ve kendi politikaları için zararlı olduğuna karar verdiler. Senatör elinde boş kağıtlarla televizyon karşısında bağırıp çağırıyor, açıklamakla tehdit ediyor ve kimse ona karşı çıkamıyordu; ama bir süre sonra asılsız suçlamaların geri tepeceği de açıktı. 1952 seçimlerini Cumhuriyetçilerin kazanmasını takiben, McCarthy’nin komünistlere karşı giriştiği mücadele Cumhuriyetçi parti şefleri onu hükümet ihalelerini soruşturan bir komiteye atayarak burada kızağa çekmek istediler. Ama McCarthy, kendisini bu komitenin başkanlığına seçtirerek iftiralarını savurmayı sürdürdü. Elçi tayinlerine karışmaya başladı ve Dışişleri onun onayını almadan hiçbir görevli atayamaz hale geldi. 1953 yazında, iki yardımcısı yurtdışındaki ABD elçiliklerini teftişe çıkıp yeni rezaletler yarattılar.

Komünizme karşı Amerika’nın Sesi radyo programlarını yürütenleri de iyice sarsıp yıprattıktan sonra, sıra Amerikan kütüphanelerinde bulunan yıkıcı yayınları tespite geldi. McCarthy, hazırladıkları listelerdeki kitapları toplattırdı ve bunların bir kısmı yakıldı. McCarthy, Hitler ile aynı sırayı izliyordu: Kitap yakmanın ardından Protestan din adamlarına el atıldı! Hükümet tüm bunları onaylamıyor ama engelleme yoluna da gitmiyor veya gidemiyordu; bu yüzden de itibar yitirmeye başladı. 1953 yazında Avrupa’ya yaptığı bir geziden dönen General Electric Başkanı Philip Reed, Eisenhower’a şunları yazacaktı: “Burada herkes bizim demokratik hükümet ve kişi haklarıyla ilgili kavramlarımızın, komünistler veya faşistlerden farklı olup olmadığını soruyor.” McCarthy’nin ipini çekmek isteyenler çoğalıyor ama hâlâ kimse ona dokunamıyordu. 1954 başında, McCarthy Amerikan ordusuna da çattı. Bir subayın bağlılık yemini yapmadan terhisi konusunu büyüterek, kamuoyunda orduyu yıpratmaya çalıştı. Ordu sözcüleri ise, McCarthy’nin, yardımcıları için, kanun dışı yollarla askerlikten muafiyet temin etmek istediğini sergileyerek buna yanıt verdiler. Bu tartışmalar televizyona yansıyınca, milyonlarca Amerikalı, onun ne denli küstah, yalancı, acımasız ve kaçamak dövüşen bir politikacı olduğunu daha iyi gördü. McCarthy’nin önünü keşen cesur bir yayıncı da CBS’den Edward R. Murrow oldu. 3 Mart 1954’te “Joseph McCarthy Raporu” adlı bir dosya televizyonda yayınladı. Burada, senatörün ahlaksızlığı ve acımasızlığı açıkça sergileniyordu. Nihayet Senato, 1954’ün Aralık ayında McCarthy’nin bazı eylemlerini kınayan bir kararı, 76’ya karşı 22 oyla onayladı. Bu olay oyunun sonu idi. McCarthy bir avuç şakşakçısıyla baş başa kalınca, kendisini, eski alışkanlığı olan içkiye verdi. Karaciğeri iflas edince de, 1957 yılında öldü.

Şimdi gelelim Türkiye’ye. Eğer Sovyetler Birliği şu an eski görkemiyle yıkılmamış yaşıyor olsaydı, hiç kuşku yok ki, Recep Tayyip Erdoğan’ın politikası ve başvurduğu yollar da McCarthy’nin başvurduğu yollardan belki de beş beter daha fazla olacaktı. Şu an emperyalist/kapitalist sistem komünizm tehlikesi görmediği için başka başka tehlikelere işaret ediyor ve milyonları uyutmayı da bu yöntemle sürdürüyor. Dünyanın her tarafında terörist örgütlenmeler bizzat Amerikan desteğiyle kurulmuş ve palazlandırılmıştır. Onlara göre bu teröristler modern dünyayı tehdit ettiği için yok edilmeli ve ülkeler işgal edilip işi bitirilmelidir. Bugün sürdürülen bu politikanın Recep Tayyip Erdoğan alt aktörlerinden birisi olmasına karşın ülkemizde ve bölgede sonuçları tehlikeli olacak yol ve yöntemlere başvurmaktan geri durmamıştır.

Recep Tayyip Erdoğan’a karşı olan hemen herkes peşin peşin terörist kabul edilmekte, kimileri bu yöntemle tutuklanıp cezaevine gönderilmektedir. Son Gezi Parkı gösterileri nedeniyle tıpkı McCarthy örneğinde olduğu gibi ülkemizin seçkin aydınlarına ve gençlerine yönelik tutuklamalar gerçekleştirilmektedir. Ülkemizin çeşitli kentlerinde şafak operasyonlarıyla Gezi Parkı eylemlerine katılanlar evlerinden alınıp sorgulanmak üzere terörle mücadele merkezlerine götürülmekte, kimileri salınırken kimileri de dayanaksız iddialarla tutuklanmaktadır. Zaten Başbakan iftar yemeklerinde yaptığı konuşmalarda halkı ispiyonculuğa teşvik eden çağrılarda bulunmuştur. Bu çağrılar sonucu hiç kuşkusuz durumdan vazife çıkaran ispiyoncu yurttaşlarda çıkacak ve her zaman olduğu gibi ilericilerin, devrimcilerin, sosyalistlerin canı yanmaya devam edecektir. Sonuçta anlaşılmaktadır ki, sağcı politikacıların McCarthy ve Recep Tayyip Erdoğan gibi yükselenlerin çoğunun yazgısı birbirine benzemektedir. Nasıl yükselmişlerse öyle de ineceklerdir. Dolayısı ile tarih bugün nasıl McCarthy’nin kötülüklerinden söz ediyorsa günü geldiğinde de Recep Tayyip Erdoğan’ın iyiliğinden söz edecek bir tek eylemini bulamayacaktır.

Geçerken not: Geniş halk yığınları Kürt sorunun çözümünü merak ediyor. Bu sorunla ilgili aktörler gerektiği kadar bilinmediği için şimdilik bir suskunluk söz konusu. Ne var ki, yarın uluslararası aktörlerin kimler olduğu anlaşılır ve bu pazarlıkta neler alınıp verildiği ortaya çıkarsa Recep Tayyip Erdoğan’ın tozunun attırılacağını da iyi bilmek gerekir.

Ayrıca Kürt sorununda devreye giren uluslararası sermaye güçleri Kürt emekçilerince anlaşılınca da durum masaya oturanlar için hiç de iyi olmayacaktır.

Çünkü Kürt sorunu masaya oturulup alınacaklardan verileceklerden çok daha önemli maddi gerçekleri içermektedir.

Bu nedenle de düşünden uyanan Kürt emekçisi bu gerçekleri görünce gece damda uyurken damdan düşmüşe dönecek, orası burası kırılanlar yine Kürt emekçileri olacaktır.